Savaşların  şekli, ritmi ve zaman kullanımı oldukça değişti. Aslında değişme özde değil, özünde değişen bir şey yok; teferruat kabul edilebilecek teknik değişimler ve madde cambazlıkları değişen... İçinde bulunduğumuz savaş sürecine ve algımıza yönelik gittikçe artan "psikolojik savaş" çerçevesinden bakıldığında algılama yönetimi, uygulanması çok eskilere dayanan bir anlayıştır. Ancak "algı yönetimi" şeklinde isimlendirilmesi Amerikan ordusu tarafından ortaya konmuş bir tanımdır. Bu tanıma göre "istihbarat sistemlerinin ve liderlerin resmi tahminleri, dış ilişkileri ve resmi eylemlerini etkilemenin yanında, toplumların duygularını, motivasyonlarını etkilemek amacıyla yapılan yayınlar ya da seçilen bilgiler ve göstergeleri inkâr etme eylemidir." Günümüzde çevremiz algılarımıza yönelik birçok bilgi-haber kaynağı ile doludur. İnternet, kablolu televizyon, uydu ve bilgi teknolojisindeki diğer gelişmeler bir yandan hayatı kolaylaştırmakta, ancak öte yandan da gerçek ve illüzyon arasındaki farkın ayrılmasında zorluk yaratmaktadır. Bu nedenle büyük şirketler, devletler, hükümetler, medya ve özellikle de illegal örgütler kendi çıkarları için gerçekleri manipüle ederek bizlere sunarlar.

Bu Çerçevede;

Dünya ve cemiyet sahnesi oldukça hızlı değişiyor. Dünün “otorite”leri bugün hasta adam yatağında.  Birkaç yüzyıldır ilmi, sermayeyi  ve iktidarı kendi tekellerinde tutanlar hali hazırda “idare ettikleri” toplulukları, kitleleri ve ülkeleri artık istedikleri gibi güdemiyorlar. Yeni şeyler üretmek, farklı alternatifler ortaya koymak ve kendine rakip olacak kültür, ideoloji, lider ve ülkeleri tahrip ve tahrif etmek zorundalar. Bunun içinde Psikoloji, Sosyoloji ilminden tutun ilahiyata ve oradan tıp ilmine, gıda sektörüne ve eczacılığa kadar her alana el atıp “TEKEL”leşmek ve adı geçen rakipler üzerinde algı operasyonları düzenlemekteler. Tahrifat dünden bugüne korkunç. Nasıl tahrip ve tahrif ettiğin önemli değil, yeter ki tahrif et. Aslolan imha etmek ve bozmak… Misal başörtüsüne engel olamıyor musun, rakiplerinin omzunda başörtüsü bayraklaşırken iktidarı kaybetme ihtimalin var!.. Hemen “zorlana zorlana”, “damla damla” serbestleştir ve bunu zamana yayarak yap. Ama parelinde de bu örtünme duygusunu, biçimini ve nizamlayıcı idraki tahrif et, yozlaştır. Bunun içinde kendi yetiştirdiğin, sana bağlı rol modelleri piyasaya sür. Akşam TV’ye bakan, ağzında kelimeyi “yamultarak” konuşan, satanist yahut bir fahişe gibi giyinen “başı çaputlu” bir garip mahlûkun “tesettürlü aydın kadın” diye takdim edildiğini görürsün. Sokağa çıkan masum kadınlar/kızlar ise, altında fuhuş sektöründeki kadınların bile giymeye hayâ edeceği daracık tayt veya kotlarının üstüne attıkları blucin üstü “başörtüsü” ile  gezen soytarıları görsün. Millet bunlara bakıp dinden ya soğusun ya da bunu normal algılayıp kendi de benzerini uygulamaya koysun. 1920’li yıllarda batılılaşma adına İstanbul’un en güzide merkezlerinde sabahtan akşama sadece insanlar arasında yürüsün, başka bir iş yapmasın diye  “başları açık, yürüyüşü alımlı, sağa sola kaş göz atıp dikkat çekmekle görevlendirilmiş” kadınlar vardı. Ve insanların gözlerine, akıllarına, şuurlarına alternatifler verme, normallik algısı oluşturma, alıştırarak meşrulaştırma işlemi yapıldı. Sonraki yıllarda da farklı unsurlar ve metotlarla devam etti. Gelinen nokta ise hali hazırda ülkemizin mevcut durumu.

Aile Bakanlığı’nın güya “aile’yi koruma” gayeli İslamsız ve Allahsız uygulamaları, bilfiil aile’yi imha etme rolünü yerine getirmesi ise not edilmesi gereken önemli bir algı mevzuu. Hadise tam bir kepazelik. Batı’yı körü körüne taklit, Avrupa Birliği’nin uyum yasalarını olduğu gibi kabul ve ardından aile bireylerinin arasını iyice açan, onları birbirlerine karşı iyice saldırganlaştıran yasakçı, kelepçeci uygulamalar. Evlilikleri bir anlaşmalı-sözleşmeli mal-mülk paylaşımı derecesine indirip duygusal ve samimi anlamda sağlıklı bir aile oluşmamasının baştan sağlanması ise cabası. Ailemizin algısıyla fena oynuyorlar ve baş döndürücü bir hızda boşanmalar artıyor, gayri meşru çocukların sayısı artıyor. Uyuşturucu kullanan ilkokul talebesi çocuklarının sayısı artıyor. Ve toplum olarak çöküşteyiz, ahlaki bir erozyon yaşıyoruz. Ama bize verdikleri “iktidar” afyonu ile bunu hissetmememiz, algılamamamız isteniyor.

Algı operasyonlarına başörtüsü ile başladık, ancak belki de en sonuncusu, en basiti idi o. Nihayetinde olan biten “İslami Gaye” ile yapılmış bir icraat gibi algılansa da hakikatte Avrupa Uyum Yasaları Çerçevesinde gerçekleşen uygulamalardı. Sistemin mahiyeti belli ve iktidarın uygulamaları açıkken, birilerinin “her şey yavaş yavaş” dangalaklığı, aslında perde gerisinde her şeyin nasıl “yavaş yavaş” elimizden kayıp gittiğinin görülmesini engellemektedir. Genelevleri harıl harıl çalışır ama bu yönde zerre bir adım yoktur, zina serbestiyeti aynı zamanda başörtüsünü serbest bıraktığını iddia eden bu iktidarın pratikteki uygulamasıdır ama bahse değmez bir muamele görmektedir. Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ABD-İsrail ile ortak –müttefik olarak Müslümanlara saldırılmış, Müslüman kadın ve kızlar bu yağmacıların tecavüzlerine terk edilmiş, ama bu gündemde yoktur. Mahkemeler Müslüman mahkûmlara ağırlaştırılmış müebbet cezaları yağdırır (mesela, önceki hafta Hizbullah davasında tam bir müebbet yağmuru vardı), çeşitli güvenlik birimleri Bursa’da, İzmir’de ve İstanbul’da “El-Kaide” diye garip guraba Müslüman anne babaları evlatlarından koparıp zindanlara atar; ama gel gör ki, bunlar hep “şudur budur”. Algınızın "içine ettikleri" yetmemiş kibarca “ruhunuzu iğdiş” etmişler.

 Zaman akıp gidiyor. Ve “işgalci” ülkemizdeki iktidarını uzatmak için her yola başvuruyor ve gerektiği zaman gerektiği kadar taviz verebiliyor. Uzatmayalım ve bir diğer algı operasyonuna geçelim: Hakan Fidan. MİT’in bir numarası Hakan Fidan, kasıtlı veya değil, sürekli gündemde tutulmaya gayret ediliyor. Birileri yine fena halde algılarımızla oynuyor ve Hakan Fidan bir kahraman gibi, antisiyonist ve Yahudi lobilerinin bir numaralı düşmanı gibi pazarlanıyor. İnsan düşünmeden edemiyor; Hakan Fidan’ı hangi görev için hazırlıyorlar? Hakan Fidan MİT başkanı olmanın dışında hangi görevleri yürütüyor? Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı gibi görevlere getirilebilmesi için insanların zihninde “olumlu imaj” denemesi yapılıyor? Yaşayacağız ve göreceğiz.

Bir diğer algı operasyonu Suriye’nin halkı ile beraber imha edilme projesi. Esed’in yapıp etmeleri malum, orada vakit kaybetmeye gerek yok. ABD’nin sadece son on yılda katlettiği milyonlarca Müslüman ve yine en ağır bombalarla, silahlarla harabeye çevirdiği şehirler açık, burada da fazlaca durmaya gerek yok. Ve İsrail – İran ikilisi İslam’ın iki ezeli düşmanı biri içten diğeri dıştan iki ezeli küfür yosması. Her ikisi de sahtekâr, ikiyüzlü ve takiyyeci.  Gelelim algıdaki değişmelerimize; İncirlik üssü başta olmak üzere ülkemizde 40’yakın NATO kodlu işgalci Batı ve İsrail üssü var. Unutuldu gibi. Artık hiçbir Müslüman topluluğunu ABD konsoloslukları önünde “Kahrolsun ABD” sloganı atarken görmediğimiz gibi bu yönde dergi, gazete propagandaları da kaybolmuş gitmiş gibi. “Gezi Eylemcileri” Kahrolsun Emperyalizm derken bu cenahtan birileri sanki onların dediğini tersinden söylemek vacipmiş gibi ya da “samimiyet ölçer” bağlamışta test eder gibi, kindar ve hasetçi tavırla kendinde olması gereken hakikati başkasına kaptırmış olmanın can havliyle başlıyor “dırdır”a. Fena halde algılarla oynandı. Kemalist cuntayı korumak, mevcut rejimi kuvvetlendirmek ve yine mevcut rejimin muhaliflerine muhalif olmak sanki “dini bir vecibe” imiş gibi yutturuldu. İslam ülkelerini darmadağın eden, yağmalayan, kadın ve kızlarına tecavüz eden NATO komutanlığı İzmir’e taşındı. Çıt çıkmadı. Önceki hafta Suriye’de bir askeri üs havaya uçuruldu. Önce kimin yaptığı duyurulmadı, sonra İsrail’in yaptığı ve istihbaratta Türkiye ile paylaşıma girdiği çıktı. En baba Müslüman biz. Hadi oradan!

İran – İsrail ve ABD hızla birbirlerine yakınlaşıyorlar. Dün Irak ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi işi “saman altından” sürdürüken, şimdilerde artık açıktan açığa yürütmeye başladılar. Ruhani ile Obama’nın arasından su sızmıyor. Erdoğan’ın başbakanlıktaki ilk yıllarını andırıyor. İran’ın içinde ABD karşıtlığı oluşturabilecek semboller birbir kaldırılırken paralelinde rejime yakın medya organlarında iyimser mesajlar veriliyor. ABD karşıtı İranlı birkaç grup ise “marjinal”leştiriliyor. Türkiye’ye dönük bir operasyonun ayak sesleri gibi bunlar. İran’ın Türkiye içinde hatırı sayılır bir sempatizan kitlesi var. Ve her dönemin haini Kemalistler “emret komutanım” şeklinde hazırda bekliyor. Bu açıdan önümüzde birkaç ay olağanüstü hadiselere gebe. Irak’ta, Afganistan’da ve Suriye’de yaşanan içe ve dışa karşı savaş öyle bir hal almış ki, bugün işgalci kovulsa bile uzun yıllar karşılıklı ölümlerin, tecavüzlerin, harabe olmuş şehirlerin izi silinmeyecek. İnsanların iki yakası bir araya gelip dostça bir nizam kurması çok zor olacak. Benzer çalışma Türkiye için planlanıyor. Çünkü Batı adamı hasta ve iyileşme umudu ile hareket ediyor. Bu sebeble rakiplerine en şiddetli siyasî, içtimaî ve ahlakî “virüsleri” bulaştırıp onlarca yıl kendine gelmemesini sağlamak istiyor. Çünkü bu arada kendini toparlayacak, kendini yenileyecek ve yeniden dünyanın tek gücü olmaya doğru harekete geçecektir. Bu sebeple kendi dışında hiçbir yerde “sağlam fikir, şahıs ve şehir” görmek istemiyor, arzu etmiyor.

Bir diğer algı operasyonu “Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili çalışmaların yapıldığı”na dair Başbakan’ın açıklamaları. Çeşitli İBDA cebhelerinin, her birinin yeri ve kıymeti ayrı ve yapılanın mükâfatının sadece Allah’tan olduğu gerçeği başta olmak üzere, Kumandan'ın esaretini protesto ve bir an önce şartsız ve kesintisiz serbestiyetini sağlamak üzere yaptıkları çalışmalar toplumda bir infial uyandırmıştı. Yüzyılın diyalektiği- Kendinden zuhur diyalektiği çerçevesinde herkes yapması gereken şeyi gerektiği kadar yaparak geri çekilmesi ve çatlayıp çıkacak tohumu seyretmesi gibi olağanüstü bir hareketlilik yaşanmıştı toplumda. Birbirine zıt bazı taraflar bile Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na 16 yıldır sürdürülen bu zulme, bu işkenceye dur demek gerektiğini, durdurulmadığı takdirde bundan en büyük mesulün sözde İslamcı AKP iktidarının olacağını her fırsatta söylemişlerdi. Ve tıpkı 12 Eylül ve 28 Şubat yargılamalarının “senaryo gereği” oluşu gibi, insanlara, “Aslında biz de istiyoruz Salih Mirzabeyoğlu’nun özgür olmasını, ama bizimle ilgisi yok” benzeri mesajlar verildi. Sormak lazım değil mi, cezaevinde olan bitenden bile haberin yok, bir mahkûmun adalet talebine bile cevap veremiyorsun be adam, bir de utanmadan kalkmış Ortadoğu’yu yönetmekten bahsediyorsun, en iyi istihbarat örgütüne sahip olmaktan dem vuruyorsun?

Birkaç yüzyıldır ilmi, sermayeyi ve iktidarı kendi tekellerinde tutanlar, AKP ve bazı cemaatler vasıtası ile inkılâpçı çizgideki Müslümanların “ihtilal ve inkılab”çı çizgilerini tahrif ettiler. Üstelik içeriye sızdırılmış, hiçbir iş yapmayan, yaptırmayan, yapmaya yanaşmayan, yapanları ispiyon etmeyi “cephe faaliyeti” sanan, sandıran ajanlar-ahmaklar vasıtasıyla destek noktası oluşturup tahrif etmeye yeltendiler. Bu gibi kimseler ha bu gün ha yarın derken inkılâpçı çizgilerini kaybetmeye, asıl gayelerini unutmaya başladılar. Sonuç İBDA’nın ayıklayıcı ruhu, hareketsizliği reddedip aksiyonu şart koşan diyalektiği sayesinde tabii bir ayıklama bünyesinde erimek zorunda kaldılar.

Ve son olarak Türkiye’nin kanını emenler listesi onlarca yıldır aynı. Üçbin aile yerini kimseye kaptırmıyor. Her geçen gün servetlerine servet katıyorlar. Bu yıl Koç Ailesi 8 milyar doların üstünde serveti ile ilk sırada idi. İkinci sırada da yine Şahenk Ailesi vardı; Şahenk Ailesi'nin serveti 7-8 milyar dolar arasında bulunuyor. Bu yıl üçüncü sırada ise Şevket Sabancı ve ailesi yer aldı. Şevket Sabancı ve ailesi'nin servetinin ise 6 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Diğerlerini saymaya gerek yok. Biz sanıyorduk ki, çöküyorlar, biz sanıyorduk ki, artık mülk gerçek sahiplerine geri dönüyordu. Biz sanıyorduk ki, “iktidar” kanımızı emenlerle kavgalı idi. Biz sanıyorduk ki Üç bin aile’den kurtulmaya başladık. Biz sanıyorduk ki, artık bu üç bin aile kanımız emmeyecek. Yanılmışız, fena halde keklemişler. Cambaza bakmışız Gezi’de soyulmuşuz, cambaza bakmışız yatırım adı altında soyulmuşuz, cambaza bakmışız “demokratikleşme paketi”nde soyulmuşuz. Kısacası, fena halde algılarımızla oynuyorlar.
Baran Dergisi 356. Sayı