7 Ekim 2023, dünyanın maskesinin düştüğü gündür. O gün sadece bombalar patlamadı, sadece çocuklar ölmedi. O gün, liberal sistemin içi çürümüş, sömürüye dayalı, insanlığın ruhunu yok sayan yapısı çöktü. 7 Ekim'de başlayan şey bir savaş ilanı değil, bir hakikatin kendini ilan etmesidir.
Bu savaşı başlatan Gazze olmuştur. Fiilî olmasa da mana itibariyle sömürüye ve zulme karşı bir bağımsızlık beyannamesi okunmuş, ümmetin onuru yeniden ayağa kalkmıştır. Gazze, düzenin zırhlı birliklerine değil, imanın kudretine dayanarak dünyaya meydan okumaktadır. Bu sebeple, Gazze Devleti'nin varlığı tanınmalı ve şöyle kayda geçmelidir: Afganistan'dan sonra yeni düzende kurulan ikinci İslam devleti, Gazzedir. Kurucu iradesi ise Hamas'tır.
Hamas, bir terör örgütü değil, bir ümmet ruhudur. O, emperyalist düzenin taşlarını tek tek söken, şehadetle nizam inşa eden bir hareketin adıdır. Dünyanın vicdanı Gazze'de yeniden doğmuş, hilafet orada kendini hatırlatmıştır. Ve işte bu sebepten dolayı, iki devletli çözüm denen sahtelik aslında bir siyasi barikattır: Çünkü bir İslam devleti resmen tanınırsa, bu hilafetin meşruiyetini ilan etmek demek olur. Onlar bunu bildikleri için, "çözüm" derken aslında direnişin önünü kesmek istiyorlar.
Bugün çok açık bir tabloyla karşı karşıyayız. Sömürgeciliğin akıl merkezi olan İngiltere ile zorba kolluk kuvveti gibi davranan ABD, çıkar savaşına tutuşmuş durumdadır. Sermaye, önce Batı'dan Çin'e akmış, ama Çin'in kendi mistik kapalı toplumu ve disiplini içinde erimiştir. Bu aklı çözemeyen İngiliz sistematiği, ABD'nin kontrolsüz saldırganlığıyla da çatışmaya girmiştir. Aynı sistemin içinde yer alan Siyonist kanat ise, bu boşluktan istifade ederek dünyanın "teröre karşı" diye hizalanmasını beklemiş ama hesaba katmadıkları şey şudur:
Gazze teslim olmamıştır.
2 milyonluk abluka altında bir şehir, kıyamdan geri durmamış, bebeklerinin cesediyle yeryüzünde Allah'ın adaletini haykırmaya devam etmiştir. Ve bu direniş, dünyanın bütün planlarını boşluğa düşürmüştür. Çünkü imanla duran bir halkı, tankla susturamazsınız.
Katli vacip, kendi peygamberini dahi öldürmekten, Allah'ı imtihan etmekten çekinmeyen sapkın siyonist İsrail'in de şu anda dünyadaki tek gerçek düşmanı, hilafettir. Çünkü hilafet, Allah'ın yeryüzünde adaletini tesis eden, zulmü kökünden kazıyacak olan İslam'ın siyasi ve ahlakî merkezidir. Siyonist akıl bunun farkındadır; bu yüzden, İslam'la savaşın adını terör koyarak, asıl düşmanını şan ve şekille örtmeye çalışmaktadır.
Bazıları bu boşlukta çareyi Rusya veya Çin gibi Batı dışı güçlere umut bağlamakta görür. Oysa bu yapılar da direnişi Şii eksende sınırlandırmak, Ehli Sünnet çizgiyi devletsiz ve çırılçıplak bırakmak istemektedir. Bu noktada İran meselesi net bir şekilde ortaya konulmalıdır. İran bizim komşumuzdur; ama asla bizim kardeşimiz değildir.
Devlet politikaları elbette taktiksel zorunluluklar gereğince sessiz kalabilir. Ancak toplum bu gerçeği bilmelidir. İran, tarihsel olarak Ehl-i Beyt sevgisini mezhep taassubuna dönüştürerek sahabeye lanet eden, tarih boyunca Müslümanlara zulmeden, şeriatı devrimle ikame etmeye çalışan, mezhebiyle devleti birleştirirken ümmeti içten bölen bir yapıdır. Siyasi arenada Batı'yla görünürde karşıt dursa da, perde arkasında kirli ittifaklara girmekten çekinmez. En derin istihbarat operasyonlarını yürütür ve çok sıklıkla Ehli Sünnet yapıları zayıflatma hedeflidir.
Bu tabloda şu netleşiyor:
Gerçek çözüm, Mutlak Fikir'de, şeriata dayalı, Ehli Sünnet bir İslam Devleti'nde ve onun taşıyacağı hilafettedir.
Bürokrasi bu hakikati siyaset gereği dile getiremese de, millet bu gerçeği şuurda taşımalıdır. Bugün eğer dünyanın dört bir tarafı savaş alanına dönüşmüşse, bu sadece ekonomik çıkar savaşı değil, iman ile batılın son büyük çarpışmasıdır. Bu sırada safını seçmeyen, tarafını belli etmeyen, susan herkes zalimle aynı cephede sayılır.
İslam dünyası artık ya bu savaşı verir, ya da tarihten silinir.