İran’ı reddetmek, İsrail’i aklamak değildir. Ama İran’ı aklamak, ümmeti körleştirmektir. Filistin bizimdir, Şam da bizimdir. Ve Türkiye, bu hakikatlerin merkezidir. Artık ‘ulus devlet’ sınırlarını değil, ümmetin ufkunu konuşmalıyız.
1. Siyonizmin Filistin İşgali ve Esedli İran'ın Suriye Katliamlarındaki Resmi Rakamlar
Bugün İslam dünyasında hakikatin sesi rakamlarda gizlidir. Çünkü duygular zamanla söner, ama şehitlerin kanıyla yazılmış rakamlar susmaz.
İsrail, 1948’den günümüze kadar yaklaşık 80.000 ila 100.000 Filistinli Müslüman’ın şehadetine sebep olmuştur. Bu şehadetler, Filistin davasının hakikatini, ümmetin kalbindeki sarsılmaz yerini göstermektedir. Her biri bir bayraktır, her biri bir duadır, her biri bir çağrıdır.
Ancak İran, sadece son 13 yılda, Suriye’deki mezhepçi yayılmacılığı uğruna 200.000 ila 400.000 arasında Sünni Müslüman’ın şehadetine neden olmuştur. Halep’te, Guta’da, Deyrizor’da, Şam’da, sadece bedenler değil; İslam’ın izzeti, ümmetin birliği ve kardeşliği hedef alınmıştır.
Ve bu yıkım, İsrail’in 75 yılda işgal ettiği topraklardan daha geniş bir sahada, daha kısa sürede ve daha sinsice yürütülmüştür.
Böylece acem oyunları, görünüşte İsrail’in karşısında durarak, fiilen Siyonizmin yapamadığını tamamlamış, Şam’dan Kudüs’e ümmetin sinir uçlarını felç etmiştir.
2. Gazze İçin Gözyaşı, Şam İçin Suskunluk: Ümmetin Vicdanında Açılan Yarık
İsrail’in saldırıları karşısında yükselen feryatlar, Gazze’nin mazlum çocukları için bütün yürekleri titretti. Ne var ki, aynı ümmet, Halep’te kurutulan bebeklerin susuzluğu karşısında sustu; Guta’da sıkışıp kalan annelerin feryadına sağır kaldı.
İran, "Filistin'in hamisi" maskesiyle, Şii hilalini genişletirken, ümmetin vicdanını sahte bir cepheleşmeyle uyuşturdu. Gerçekte ise yaptığı şuydu:
Siyonist işgali konuşulmaz kılacak kadar sahte bir direniş görüntüsü,
ve onun gölgesinde işlenen gerçek bir mezhep soykırımı.
Filistin’i savunmak, İran’ı aklamak değildir. İran’ı aklamak, Şam’daki şehitlerin ruhuna ihanettir.
3. Şara’ya Atılan İftiralar: Türkiye-Suriye Ortak Kaderini Sabote Etme Girişimidir
Suriye’deki mücadele sadece Esed rejimiyle sınırlı değildir. Bugün orada doğmakta olan her umut kıvılcımı, hem İran hem İsrail tarafından hedef alınmaktadır. Çünkü Suriye'de kurulacak bir Sünni İslam devleti, yalnızca Şam'ı değil, İstanbul'u da ayağa kaldıracaktır.
Bu yüzden Şara gibi isimler doğmadan boğulmakta, "ajanlık", "hainlik" gibi yaftalarla itibarsızlaştırılmaktadır. Bu iftiralar, sadece bir şahsa değil, ümmetin yeni diriliş ihtimaline atılmaktadır.
Şara’nın hedef alınması, Suriye’nin yeniden inşasının engellenmesi, dolayısıyla Türkiye’nin bölgesel kader ortaklığının sabote edilmesidir. Çünkü Türkiye, askerî, toplumsal ve tarihî olarak Suriye ile sadece komşu değil; bir kaderin ortak taşıyıcısıdır.
4. Türkiye, Ulus Devlet Kalıplarını Aşarak Ümmetin Taşıyıcısı Olmalıdır
Bugün Türkiye, sadece diplomatik bir aktör değil, ümmetin gözünde umut taşıyan bir merkezdir. Ancak bu merkez, mevcut ulus-devlet mantığıyla sınırlandıkça, omuzladığı yükü taşıyamaz hâle gelir.
Artık Türkiye, Başyücelik Devleti gibi bir üst kimlik ve fikir devleti anlayışıyla,
Mezhep savaşlarına değil, adalet düzenine,
Bürokratik sınır çizimlerine değil, inanç birliğine,
Güç için değil, hak için hareket eden bir ruhla,
bütün ümmeti kuşatacak İslamî bir düzenin taşıyıcısı olmak zorundadır.
Ulus-devlet modelleri, İran gibi zalimleri, İsrail gibi işgalcileri meşrulaştıran batıl kalıplardır. Türkiye, bu çağın oyununu ancak kendi medeniyet iktidarını kurarak bozabilir.
İran’ı reddetmek, İsrail’i aklamak değildir.
Ama İran’ı aklamak, ümmeti körleştirmektir.
Filistin bizimdir, Şam da bizimdir.
Ve Türkiye, bu hakikatlerin merkezidir.
Artık ‘ulus devlet’ sınırlarını değil, ümmetin ufkunu konuşmalıyız.