Psikolojiyi reddetmiyoruz. Ancak onun kendi sınırlarını bilmesini, haddini bilerek konuşmasını ve insanı bütünüyle kavramak isteyen daha yüksek bir anlayışa kapı açmasını istiyoruz. Psikoloji, ancak böyle bir yerde durduğunda insana hizmet edebilir. Aksi hâlde sadece düzenin çarklarını yağlayan bir mekanizma olarak kalır.

Bugün psikoloji başlığı altında öğretilen bilgi türü, insanı anlamaktan ziyade onu belirli tanımlara indirgemeyi esas almıştır. Bu yaklaşım, insanın bütünlüğünü hesaba katmadan yalnızca bazı yönlerini ölçmeye çalışır. Davranış biçimleri, zihinsel tepkiler ve geçmiş deneyimler üzerinden kurulan bu yapı, insanı çözümlemek değil, sınıflamak derdindedir. Ancak sınıflamak, anlamaktan farklıdır. Anlamak için önce insanı yerli yerine oturtmak gerekir. Yani insanın ne olduğu, neye yöneldiği, ne için yaşadığı sorularına cevap aramak şarttır.

Psikoloji, modern düşüncenin içinde doğmuş bir çabadır. Bu çaba, başlangıcında ruh kelimesini kullanarak yola çıkmış olsa da zamanla ruhu dışarıda bırakmış, ölçülebilir olanı merkeze almıştır. Bugün psikoloji, ruh yerine zihin, bilinçaltı ya da iç dünyadan bahseder. Ancak bu kavramlar da büyük oranda bedene bağlı ve dünyaya dönük şekilde tanımlanır. Halbuki insan, yalnızca bedeniyle yaşayan bir varlık değildir. Düşünür, sorgular, arar ve nihayetinde anlam inşa eder. Bu anlam, ne sinir sisteminde bulunabilir ne de geçmişte yaşanmış olayların etkisinde. Anlam, insanın hayatla kurduğu ilişkinin merkezinde yer alır. Ve bu ilişki, Allah’a dönük değilse, eksiktir.

Modern psikolojinin bilim olma iddiası, doğa bilimlerinin yöntemiyle insanı ele almasına dayanır. Ancak doğa, tekrar eden örüntülerle işlerken; insan, her seferinde kendini aşma gücüne sahip bir varlıktır. Aynı olay karşısında farklı zamanlarda farklı tepkiler verir. Bu durum, insanı belirli şemalara yerleştirmeyi zorlaştırır. Buna rağmen psikoloji, gözlem ve deney yöntemiyle çalıştığını öne sürerek insanı çözümleyebileceğini iddia eder. Ancak insan, bir deney ortamında sabitlenemez. Her durumda kendine has bir irade gösterir ve bu irade onun özüyle ilgilidir. Bu yüzden psikoloji, doğa bilgisindeki gibi kesinlik sunamaz. Buna rağmen çoğu zaman kesinlik iddiasıyla konuşur. Bu da onu çelişkiye sürükler.

Psikoloji, insanı tanımlarken iyi ya da doğru kavramlarına başvurmamaya çalışır. Onun yerine uyumdan, başarılı seçimlerden ya da dengeden söz eder. Bu kavramlar kulağa nötr gibi gelse de içlerinde bir değer ölçüsü taşır. Kime göre uyum, neye göre başarı? Eğer bu soruların cevabı hakikate dayanmazsa, her şey yerinden oynar. Zalim düzene uyum sağlamak da mümkündür. Böyle bir ortamda başarı göstermek de mümkündür. Ancak bu durum, yapılanı doğru kılmaz. Psikoloji, bu gerçeği görmeden insanı hayata alıştırmayı, sorun çözmek olarak sunar. Fakat insanı düzene uydurmakla onu hakikate yöneltmek aynı şey değildir.

Bugün psikolojiye başvuran pek çok insan, bir çıkış yolu aramaktadır. Ancak bu yol, çoğu zaman insanı kendine döndürmekle yetinir. İnsan, kendi içine bakar ama hangi gözle? Gözü yönsüzse, gördüğü şey karanlık olur. Psikoloji insanı içe döndürür ama yön vermez. Çünkü yön vermek için daha büyük bir gerçeğe bağlanmak gerekir. Bu bağ yoksa, içe bakış yalnızca sessiz bir yankıdan ibaret kalır. İnsan, içinde konuşan sesi dinler ama o sesin doğruyu mu söylediği, yoksa korkularından mı beslendiği bilinmez. Bu durumda insan, kendi benliği içinde kaybolabilir.

Gerçek anlamda insanı tanımak, onun sadece geçmişine bakmakla mümkün değildir. İnsan, hem geçmişle hem gelecek ihtimaliyle yaşar. Bu ikisini birleştiren tek şey ise ölüm gerçeğidir. Ölüm, her şeyi yerli yerine koyar. Bu yüzden insanı anlamaya çalışan her yaklaşım, ölümle yüzleşmeden eksik kalır. Bugün psikoloji, ölüm hakkında susar. Fakat insan, ölümün ne olduğunu düşündüğünde gerçekten yaşayıp yaşamadığını da sorgular. Bu sorgulama, kişiyi hakikate yaklaştırır. Ve işte burada, gerçek psikoloji başlar.

Bizim anlayışımıza göre psikoloji, insanın hayat karşısındaki tutumlarını izlemekle kalmaz; onu bu tutumların arkasındaki sebebe götürmelidir. Bu sebep, insanın niçin yaşadığını sorduğu yerdir. Bu soru yoksa, yapılan her değerlendirme yüzeyde kalır. İnsan yaşamakla yetinemez. Yaşadığının değer taşıyıp taşımadığını da bilmek ister. Bu yüzden sadece iyi hissetmek, bir son değildir. Hatta çoğu zaman bir başlangıç bile sayılmaz. Asıl mesele, insanın neye yöneldiği, ne için dayandığı, neye sabrettiğidir. Bu tutumlar, kişinin hayata verdiği cevaptır. İşte psikoloji, bu cevabın iç yüzünü anlamaya çalışmalıdır.

Psikolojiyi reddetmiyoruz. Ancak onun kendi sınırlarını bilmesini, haddini bilerek konuşmasını ve insanı bütünüyle kavramak isteyen daha yüksek bir anlayışa kapı açmasını istiyoruz. Psikoloji, ancak böyle bir yerde durduğunda insana hizmet edebilir. Aksi hâlde sadece düzenin çarklarını yağlayan bir mekanizma olarak kalır.

Gerçek psikoloji, insanın kendi varlığını anlamasıyla başlar. Ve bu anlama süreci, yalnızca akılla değil; yönelişle, niyetle ve imanla kurulur. Çünkü insanın özü, sadece düşüncede değil; yöneldiği şeyde görünür.