Ortadoğu, bir kere daha harita masasına yatırıldı. Bu defa haritayı çizenler yalnız kalem tutan diplomatlar değil, bombaların ve dronların gölgesinde karar veren savaş mühendisleri.
Ortadoğu, bir kere daha harita masasına yatırıldı. Bu defa haritayı çizenler yalnız kalem tutan diplomatlar değil, bombaların ve dronların gölgesinde karar veren savaş mühendisleri. İsrail’in İran’a yönelik son saldırıları, Tahran’ın misillemeleri ve bu gerilim hattının arka planında, Trump’ın direnmesine rağmen Amerikan sisteminin bu oyuna dâhil oluşu—bütün bunlar, yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. Artık mesele yalnızca iki ülkenin restleşmesi değil; bölgesel düzenin, cephe cephe yeniden inşa edilmesidir.
Bu inşa çabasında dikkat çeken en trajik kırılmalardan biri, ABD’nin bir zamanlar “önce Amerika” diyerek kendini savaşlardan tecrit eden başkanının, şimdi neredeyse teslim alınmışçasına bu cepheye sürüklenmesidir. “Ahmak fil Amerika”, Siyonist hesapların eliyle kendini İran’ın nükleer tesislerine bomba yağdırırken bulmuştur. Stratejik akıl, sahneden çekilmiş; yerine hissi ve evanjelik hayallerinhamlelerinin hâkim olduğu bir jeopolitik cinnet hali geçmiştir.
İsrail’in haritayı revize etme gayreti artık satır aralarına gizlenmiyor. Sadece İran değil, Lübnan, Suriye, Ürdün ve hatta Türkiye hattına kadar uzanan bir yeniden dizayn planı sahada ilerliyor. Bu tabloyu tamamlayan bir diğer kritik gelişme ise Türkiye’de yaşanıyor: PKK’nın önde gelen isimlerinden Bese Hozat’ın, “Önder Apo, İsrail’i değil Türkiye’yi tercih etti” açıklaması. Bu söz, sadece bir liderin tercihini anlatmıyor; bölgede hangi yapının hangi tarafı seçtiğini, yeni saflaşmanın nasıl şekilleneceğini de haber veriyor.
Apo’nun tercih ettiği tarafı güçlendirmek, örgütün diğer kanatlarına manevra alanı bırakmadan, yeni bir çözüm ve silahsızlanma süreci başlatmak; bu, sadece Türkiye için değil, bölge için de bir fırsattır.
Fakat burada duramayız.
Zira sıra Suriye’dedir. Türkiye’nin güvenliği artık geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi Türkiye sınırının 30 km güneyinden değil, Şam’ın güneyinde başlar. Bunun için atılması gereken adım nettir: Türkiye, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap devletlerini ikna etmeli, onların onayını alarak Suriye devletiyle güvenlik mutabakatı tesis etmeli ve TSK’yı Şam’ın güneyinde bir savunma hattı kuracak şekilde konuşlandırmalıdır.
Bu mutabakatın iki yönü olacaktır:
Birincisi, İran–İsrail geriliminin Lübnan’dan Suriye’ye sirayet etmesi hâlinde, İsrail ve Lübnan ile Suriye arasında, yani onlar ile Türkiye arasında bir tampon ve istikrar hattı kurulmuş olur. Bu, Türkiye’nin doğrudan çatışmanın parçası olmadan kendi güvenlik hinterlandını genişletmesini sağlar.
İkincisi, bu hat sayesinde Türkiye, PKK’nın Suriye uzantılarının silahsızlandırılması sürecinde eli güçlenecektir. Apo’nun Türkiye tercihi ile Bese Hozat’ın açıklamaları bu zemini güçlendiren stratejik arka planı oluşturmaktadır.
Bu güvenlik hattı, sadece askerî değil, diplomatik ve ideolojik bir hattır. Türkiye bu hatta sadece asker değil, irade ve ufuk taşımalıdır. Bu savunma hattının dediğimiz onaylarla kurulmasının yanında, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında rol almak, Türkiye’yi diğer Arap ülkeleri bir işgalci olarak değil, bölgesel düzen kurucu olarak konumlandırır. Ve bu düzen, İsrail’in harita planlarını dengeleyen tek kuvvet olacaktır.
Bugün İran’ın nükleer tesisleri vuruluyorsa, yarın Suriye’nin devlet mekanizması, öbür gün Türkiye’nin sınır güvenliği ve iç istikrarı hedefe alınacaktır. Bu sırayla ilerleyen plan, ancak karşısına konacak sağlam bir İslâm coğrafyası savunmasıyla durdurulabilir. O savunmanın ilk cephesi ise Şam’ın güneyinden başlamalıdır.
İsrail’in yeniden haritalandırma tutkusu, sadece jeopolitik değil, medeniyet karşıtı bir projedir. Bu projeye karşı verilecek cevap da, yalnızca silahla değil, şuurla, teşkilatla ve stratejiyle verilmeli.
Ve işte bu yüzden, Türkiye’nin sırtında yalnızca sınırlarını değil, bölgenin iradesini de taşımak gibi bir mesuliyet vardır.