Giriş

Kiminle görüşsek, kime sorsak, sosyo-ekonomik sınıfı, hayat tarzı, dünya görüşü, milliyeti, memleketi, dini ne olursa olsun mutsuz, umutsuz; hiç kimse bugün içinde bulunduğu ekonomik sistemin işleyişinden memnun değil. Zaten nasıl olsun ki; dünyadaki servetin 50’sinin dünya nüfusunun 1’lik bir kesimi elinde toplandığı dünyada kim, nasıl mutlu olabilir ki? Milletlerarası şirketlerin devletleri kontrol altına aldığı, askerî, siyasî, ekonomik ve kültürel emperyalizmin tarih boyunca hiç olmadığı kadar hızla yayıldığı ve dünyanın geri kalan 99’luk kesimini cüzî ücretler karşılığında köle gibi çalıştırdığı bir dönemden geçiyoruz. Öyleyse insanca, yaşanmaya değer hayat nerede?

Bugün hâkim olan ekonomi mekanizması geri ve ileri safhalarıyla beraber Kapitalizm… Karşısında bugüne kadar yer almış tek mekanizma olarak Sosyalizmin ileri safhası olan Komünizm ise hem teorik olarak havada kalmış hem de Kapitalizmin antitezi olması itibariyle başlı başına bir tez değil. Peki, Müslümana düşen ne? Kapitalist sistemin çarkları arasına sıkışıp kalmak mı, çarklardan biri olmak mı yoksa Kapitalizmin antitezlerine sarılmak mı? Hâkim ve hakîm fikrin mahkûm tavrı olmayacağına göre, Kapitalizm ve onun antitezleri, tezler tezi İslâm karşısında tabiî olarak hükümsüzdür. Öyleyse? Öyleyse yapılması gereken yeni bir anlayış, İslâm’a muhatab anlayış ile ekonomi mekanizmasının yeniden kurulması ve ekonomik bakımdan yaşanmaya değer hayatın maddî borcunun ödenmesidir.

*

İslâmî bir düzende geçerli olacak iktisadî mekanizmanın bugün kurulamamış olması ile ilgili olarak birçok sebep sıralayabiliriz. Bunlardan birincisi ve en önemlisi herhâlde İslâmî düzenin hâlen tesis edilememiş olmasından dolayı faal sistemler karşısındaki donukluğudur. Peki, İslâmî düzene muhatab iktisadî mekanizmanın kurulması için illâ ki İslâmî düzenin tesis edilmesi ön şart mıdır? Hemen söyleyelim, İslâmî düzen ve iktisadî mekanizmanın tek muhatabı insan olduğuna göre, bizce şart değildir. “İslâmî düzende işleyecek olan iktisadî mekanizmanın kurulmasının şartı nedir diye sorulacak olursa” deriz ki; yenilenmiş İslâm’a muhatab anlayıştır.

Geçen seneler içinde insanın temel ihtiyaçları değişiklik arz etmese de, zihniyetlerde meydana gelen değişim dolayısıyla anlayışın devir devir yenilenmesi ve yenilenen anlayışa nisbetle de anlayışın emrinde bulunan mekanizmaların yeniden kurulması gerekmektedir. Bizim tarafı olduğumuz Büyük Doğu-İbda ideolocyası da yeni bir din, yeni bir mezhep değildir; yeni insanın değişen zihniyetinden doğan problemleri çözmek iddiasında yeni bir anlayış sistemidir. Bu anlayış sisteminin adı da az evvel de zikretmiş olduğumuz İslâm’a muhatab anlayıştır.

Büyük Doğu-İbda dünya görüşü, “Mutlak Fikir”e nisbetle fert ile toplum meselelerine çözüm getirerek, zıt kutuplar arasında muvazene kurmak iddiasında bulunurken, bu iddiasını havada bırakmamış ve bu muvazenenin kurucu unsuru devlet modelini de ortaya koymuştur, bu modelin adı; “Başyücelik Devleti”dir…

Başyücelik Devleti’nde, ferd ile toplum arasında muvazenenin kurulmasının icra organı “Başyücelik Hükümeti”dir. Bu muvazenenin kurulması adına hükümetin Savaş, İktisat, Maliye, Sağlık ve Bakım, Adliye, Matbuat ve Propaganda, Hâriciye, Dâhiliye, Nâfia ve Düzenleme başlığı altında bir araya gelmiş 11 temel vekâleti vardır. (Devrin şartlarına göre bu temel vekâletlerden başka vekâletler de kurulabilir) Bu vekâletlerin her biri kendi branşında liyakat sahibi olarak ve bütünü de asla gözden kaçırmayarak ferd ile toplum arasındaki muvazeneyi kurmak ve sürdürmek işini icra eder.

Esasında bu cümle kadar basit olmasa da bütün iş; dünya ile ahiret ve fert ile toplum gibi dört zıt unsur arasında muvazene kurarak, dünyada yaşanmaya değer hayat şartlarını tesis etmek işidir. Böylesine çetin ve girift bir işi üstenecek olan sınıf da tabii olarak burjuva, işçi ya da halk değil, gerçek aydınlardan müteşekkil; “Aydınlar Aristokrasisi”dir.

Biz, bu vekâletlerden “İktisad Vekâleti” ve dolayısıyla “Başyücelik Devleti”nin ekonomik sistemi hakkında bir çalışma yapıyoruz. Dolayısıyla da iktisat, iktisadî sistemler, Türkiye iktisat tarihi ve Başyücelik Ekonomisine kadar birçok meseleyi bu dizimizde incelemeyi planlıyoruz. Bu sayımızda ise iktisadî sistemleri ele almayı plânlıyoruz.

İktisat

İktisat, temelde bağlı olduğu hayat tarzı ve bağlı olduğu ahlâk ve bağlı olduğu dünya görüşü ve onun da bağlı olduğu din tarafından şekillenen insan ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulu bir mekanizmayken, Fransız İhtilâlinden sonra meydana gelen zihniyet değişimiyle beraber; dini de, dünya görüşünü de, ahlâkı da, hayat tarzını da biçimlendirmeye kalkan üst bir şube olarak karşımıza çıkmıştır. Bu değişimle beraber yalnız ehram altüst olmakla kalmamış, aynı zamanda devletin varlık sebebi olarak öne sürülen ferd ile toplum arasındaki muvazene de (ekonomi dâhil) birçok unsuruyla beraber tamir edilmez şekilde bozulmuştur.

İbda hikemiyâtında yer alan anahtar eserlerden biri olan, Salih Mirzabeyoğlu’nun kaleme aldığı “İktisat ve Ahlâk”a göre iktisadî sisteme bakacak olursak:

’İktisadî sistem’ kavramının mânâsını çeşitli biçimlerde ifade etmek mümkündür. Bir iktisadî sistem, bir bakıma ve herşeyden önce, bir üretim ve gelirin dağılımı metodudur. Başka bir ifâdeyle; elde mevcut imkânlarla kişinin ihtiyacını tatbik etmek amaciyle bir örgütlenme biçimidir… O hâlde, her iktisadî sistem bir çok müesseselerin bütünüdür; üretim ve dağılım hâdisesi bu bütün içinde cereyan eder.

Şu veya bu iktisadî sistemin, iktisadî yönden veya alâkalı olduğu insan meseleleri açısından, müsbet ve menfî neticeleri açıklanabilir. Bu meselede görülüyor ki, iktisadî sistemler, aslında insanların elinde bir araçtır. Bütün dava, bu aracın kullanılabilip kullanılamamasındadır; o hâlde, sistemlerin başarısızlığında veya başarısında kilit nokta insandır.

İktisadî faktör bizim için sadece, esasların esasını kurtarmak yolunda hâlli gereken bir madde borcu… Bu bakımdan, herşeyi iktisadî faktöre bağlayanlardan tamamen uzak olarak, ruhun ve ruh hayatının tam tecellisi için bu madde şartını yerine getirmeye mükellefiz.

Ekonomik Sistemler

Esasında ekonomik sistemler tek başına incelenmesi mümkün olmayan; din, dünya görüşü, zihniyet, ahlâk, gelenek, coğrafya ve devlet modeli bütünü içinde kendisine yer bulan sistemlerden biridir. Konumuz tek başına ekonomik sistemler olmadığı için, biz elimizden geldiğince kısaca da olsa ekonomik sistemlerden bahsetmeye çalışacağız; ve tabiî olarak bütünü kuşatamadığımız için de göze batan eksiklikler yahut havada kalan ifâdeler olabilecek.

Ekonomik sistem, bir toplumda mal ve hizmetlerin üretimini, ticaretini, dağıtımını ve kaynakların üretime tahsis edilmesini düzenleyen, ayrıca üretimi kimlerin yapacağına karar veren uygulama ve kurallar bütünüdür.

Burada esasında bir paradoks vardır; ekonomik sistemleri yalnız ticarî bakımdan ele almak mümkün değildir. Aksine ekonomik sistemlerin en belirleyici özelliği politik ve ideolojik kökenli olmalıdır. Bu önermenin tersi de doğrudur, yâni siyasî yaklaşımları şekillendiren temel unsur da ekonomidir denebilir. Siyaset ve ekonomi iç içe geçmiş ve birbirinden ayrışamaz görünüyor bu hâliyle… Günümüzde veya yakın tarihte uygulanan ya da etkileri devam eden ekonomik sistemlere dâir bir sınıflandırma ise şu şekilde yapılabilir.

1- Sosyalizm

Sosyalizm, devletçi bir modeldir. Kelime anlamı (Sosio: Toplum, Halk) itibariyle bakıldığında üretici gücün insan, insan emeği ve dolayısıyla toplum olduğu düşüncesinden yola çıkılarak oluşturulmuş bir sistemdir. Devletçilik prensibi mutlak olarak geçerlidir. Devlet üretime hâkim güç olarak ön plana çıkar. Bu modeli savunan iktisatçılar tarafından toplumun esas alındığı iddia edilse de, yetkiyi toplum adına devlet kullandığı için, etkin güç daima devlettir. Kişilerarası eşitlik vurgusu yapılır. Kamu yararı ve toplum ön plandadır. Kolektif (topluluk olarak, kitle halinde) hareket etme ve buna uygun bir biçimde örgütlenme ve çalışma planlanır.

İbda hikemiyâtına göre sosyalizm bir sistem değil, rejimdir. Esasında da “ana prensibi kâr ve özel menfaat değil, kamu yararı olan, plânlı ekonomik bir sistem” [İktisat ve Ahlak 191]olan Kollektivizim başlığı altında ele alınması gerekir.

Devletin, ticarî amaçlı üretim araçlarına (fabrikalara, tarım arazilerine, hayvan çiftliklerine) ve temel tamamlayıcı kurumlarına (bankalar, kooperatifler) mutlak hâkim ve sahip olmasıdır. Özel teşebbüs, üretim araçlarına sahip olamaz. Devlet, toplum adına tüm piyasayı kontrolü altında tutar. “Serbest Piyasa Ekonomisi” geçerli değildir. Bunun yerine “Merkezî Plânlama” esastır. Bir yıl içinde tüm ülkede ne üretilip ne kadar tüketileceği önce yerel ve mahallî olarak hesaplanır, daha sonra tek merkezde (başkentte) eşgüdümlü olarak değerlendirilir ve düzeltmeler yapılır.

a- Temel Prensibler

Üretici güç olarak emek öne çıkar.

Devletçi ekonomi, yâni üretim araçlarında devlet mülkiyeti esastır.

Merkezî planlama vardır.

Kamu yararının, yâni kamu hukukunun ön plâna çıkması çok belirgindir.

Tek partili siyaset tercih edilir, çünkü burjuva siyasetinde olan siyasî teşekkülün işçileri böldüğü görüşü savunulur.

Toplumların çeşitli sınıflardan oluştuğu gerçeği dikkate alınarak hangi sosyal sınıfın yönetime egemen olması gerektiği ve asıl üretici gücün hangi sınıf olduğu sorusundan hareket edilir. Bu yaklaşıma göre tarih, aslında sınıf mücadelelerinin toplamından ibarettir. İşçi Sınıfı yâni proletaryanın hâkimiyeti esastır, halk her yerde (fabrika, okul, çiftlik vb.) kendini yönetmek üzere yönetim şeklini belirler. İşçi sınıfına özel bir önem verilir, çünkü emeği ile üreten ve toplumu kalkındıran sınıftır. Bankacılık sistemi faal değildir, çünkü ihtiyaç duyulmaz. Fâiz büyük oranda ortadan kalkmıştır.

b- Aşamaları

Önce üretim araçları devletleştirilir. Özel sektör üretimden dışlanır.

Yabancı sermaye dâhil, tüm özel sektör kamu kurumuna dönüştürülür. Özel sektöre gerek yoktur.

Daha sonra gayrimenkuller (evler, arsalar, araziler) devletleştirilir. Özel mülkiyet yoktur.

Devlet, evleri ve arazileri yurttaşlarına kullanmaları için verir. Karşılığında kira almaz.

Temel hizmetler (elektrik, su, telefon, toplu taşıma, okul, sağlık) ücretsiz hâle getirilir, çünkü bunlar üzerinden kendini zenginleştirecek bir sınıfa izin verilmez. Zaten devletleştirilmiş olan bu hizmetlerin kamu yararına ücretsiz hale kullanılır.

Tek partili rejim esastır. (Bu partinin adı çoğu zaman sınıfsız topluma gidecek komünist toplumu hedeflediğinden “Komünist Parti” dir. Ama değişik isimler de kullanılabilir, örneğin “Sosyalist Parti”, “İşçi Partisi” veya “Emek Partisi” gibi) Devlet ve parti örgütü ayrı ayrı iki koldan en küçük yerleşim birimlerine kadar indirilmiştir ve yönetime üretici güçler nezdinde katılımcılık vardır.

c- Tarihçe

Doğu toplumlarını inceleyen ve bazılarında devlet mülkiyeti ve ortak çalışma kavramına rastlayan Karl Marx (1818-1883) bu uygulamaları teorik olarak geliştirmiş ve ilk defa “Das Kapital” (The Capital) adlı eserinde Sosyalizmin esaslarını ortaya koymuştur. Marx’ın bu çalışması esasında başlı başına bir tez olmaktan uzak bir şekilde kapitalizm eleştirisi olarak değerlendirilmektedir.

Karl Marx’dan etkilenen pek çok düşünürün katkılarıyla Sosyalizm kavramı daha da çok rağbet görmüş ve 1917 yılında Vladimir Lenin (1870-1924) önderliğinde Rusya’da bir devrim yapılarak dünya tarihinde ilk kez bir kapitalist sistem yıkılarak yerine sosyalist bir sistem (Sovyetler Birliği) kurulmuştur. Kapitalizme tepki olarak ortaya çıkmış ve yayılmıştır. Orta Asya’da pek çok devlet Sovyetler Birliği’ne katılmıştır. Ayrıca daha sonra Çin’de gerçekleşen bir devrim ile de Çin Halk Cumhuriyeti sosyalizme geçmiştir. Doğu Avrupa ülkeleri de sosyalist rejimler kurarak Doğu Blokunu oluşturmuşlardır. Bazı Uzak Asya ülkeleri ve Arap ülkeleri de yine sosyalist ekonomiye yakın modele geçmişlerdir. Ancak “Soğuk Savaş” yıllarında yaşanan emperyalist saldırganlıklar ve iç olumsuzluklar sebebiyle 1980’li yılların sonunda başlayarak ilk önce Sovyetler Birliği dağılmış, ardından da Doğu Bloku çökmüştür. Fakat emperyalist saldırganlığa karşı “Bağımsız Devletler Topluluğu” ve “Şanghay İşbirliği Örgütü” gibi yapılar eski Sovyet ülkelerinin beraber hareket ettiği uluslararası kuruluşlar olarak çalışmaktadırlar.

d- Uygulayan Ülkeler

Dağılanlar / Terkedenler: Sovyetler Birliği (Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Ukrayna, Tacikistan, Ermenistan, Kırgızistan, Litvanya, Estonya, Moldova), Doğu Bloku (Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Doğu Almanya, Bulgaristan), Arnavutluk, Yugoslavya, Güney Yemen, Afganistan, Kamboçya, Benin, Etiyopya, Kongo, Somali, Moğolistan, Libya

Sürdürenler: Çin Halk Cumhuriyeti (Karma Ekonomiye dönüşmektedir), Küba, Vietnam, Kuzey Kore

2- Komünizm

Komünizm, genel bir kanaate göre Sosyalizmin daha ileri düzeyidir. Sözcük anlamı ortak çalışma, ortak şuur (Komün: Kamu, Ortak yaşam) vurgusunu öne çıkarır. Kimi yaklaşımlar, aslında sosyalizm ile aynı şey olduğunu savunur. Üretim araçları tüm toplumun ortak malıdır. Fakat yaygın bir kabule göre temel belirleyici özelliği; sınıfsız bir toplum oluşturulmak istenmesidir. Sosyalizmden en önemli farkı budur. Çünkü sosyalizmde işçi sınıfının egemenliği savunulur, yâni sınıf kavramı belirleyicidir. Komünizmde insanlar eşittir. Komünizmi, sınıflar ve meslekler arası gelir, eğitim, statü, yaşam standardı farklarını elden geldiğince en aza indirmek olarak algılayan daha gerçekçi yaklaşımlar da mevcuttur.

a- Tarihçe

Eski Sovyetler Birliği, Stalin (1878-1953) dönemindeki hızla gelişen ekonomik gelişmeleri takiben Kruşçev (1894-1971) tarafından Komünizm’e geçtiğini ilân etmiştir. Fakat bu durum yalnızca bir propagandadan ibarettir (Dönemin de-stalinization propagandası). Çünkü Sovyetler Birliği’nde sınıflar kaldırılmasına rağmen tüm toplumu kapsayacak ekonomik üretim (fazla artı değer) henüz üretilememiştir.

b- Uygulayan Ülkeler

Bahsedilen kriterler dikkate alındığında sosyalizmdeki üretim fazlası sonrası yapıyı kapsar. Dolayısıyla üretimin çok yüksek seviyede olduğu devletler bu yapıya geçebilir. Emperyalizmin, sosyalizmi yıkma çabasını da göz önüne aldığımızda, günümüzde bu durum çok zor görülmektedir.

3- Kapitalizm

Kapitalizm ferdiyetçi bir modeldir. Kelime köküne bakıldığında (Kapital: Sermaye, Anapara), üretici gücün para ve dolayısıyla sermaye birikimi olduğu savunulur. Yeterince paraya yani sermaye birikimine sahip olan herkes ticaret ve üretim yapabilir. Kamu hukuku ve kamu yararı kavramı da bulunmakla birlikte, özel hukuk ve kişi hakları ön plandadır. Özel teşebbüsün üretim ve ticareti gerçekleştirdiği sistemlerdir. Sermaye gücü ve birikimi önemlidir. Sermaye, az sayıda insanın elinde yoğunlaşır. Özel sektör esastır. “Serbest Piyasa Ekonomisi” geçerlidir. Piyasadaki üretim ile ürün ve hizmet fiyatları arz ve talep kanunları çerçevesinde serbestçe şekillenir. Yani ürün az bulunuyorsa ve ona yönelen talep de mevcutsa, fiyatı yüksek olur, ürün çoksa fiyatı düşer. Kimi zaman büyük sermayeler ellerinde bulunan mal yahut hammaddenin arzını arttırmak yahut düşürmekle arz-taleb dengesini tahrib ederek fiyatlar ile oynayabilir, böylelikle daha fazla kazanabilir ya da küçük rakipleri piyasadan silkeleyebilirler.

Özetle yeterli sermayesi olanlar bir işletme kurup, üretim veya ticaret yaparsa, ürünü piyasaya sunar ve fiyat belirler. Fiyat uygunsa alınır, değilse fiyatı azaltır. Ya da aşırı talep varsa fiyatı yükseltir. Rekabet önemli bir unsurdur. Burjuva sınıfının, maddî gücü olanların piyasaları ve siyasî hayatı yönlendirmesi göz ardı edilemez bir gerçektir.

a- Temel Prensibler

Üretici güç sermaye olarak görülür.

Özel sektör ve üretim araçlarında şahsî mülkiyet esas alınır.

Serbest piyasa ekonomisi geçerlidir.

Özel hukukun ön plana çıkması belirgindir.

Çok partili siyasî yaşam tercih edilir.

Üretim araçlarına özel sektörün sahip olması gerektiği öne sürülür. Devletin hemen her konuda üretim ve ticaretten uzak durması, yalnızca hukukî düzenlemeleri yapması, içtimâî düzeni sağlaması ve başka bir şeye karışmaması savunulur. İdeal kapitalist sistemde eğitim, sağlık dâhil her alandan devletin çekilmesinin en doğru uygulama olduğu iddia edilir. Böyle bir sistemde devlet, yasama dışında yürütme görevi olarak sadece millî savunma-askerlik ve adalet-yargı işlevlerini üstlenir. Vergi toplamak ve para basmak dışında ekonomiye müdahale etmez. Fakat mutlak anlamda böyle bir modelin de uygulanabilirliği şu ân için mümkün değildir. Hemen her ülkede devlet az veya çok, bir biçimde pek çok alanda etkin ve etkili olmaktadır. Ve hâtta ekonomi, ticaret ve üretime müdahale etmekte veya etmek zorunda kalmaktadır. Bu nedenle günümüzde “Müdahaleci-Denetimli Kapitalizm” yaklaşımı değişik düzeylerde pek çok ülke tarafından benimsenmiştir. Ferd esas alınarak, şahsî özgürlükler üzerinde durulur. Fakat bu görüşe çelişik olarak bu sistemlerde fakir ve ezilen kesimler azımsanamayacak düzeydedir. Doğru işleyen ilkeli kapitalist ülkelerde, fırsat eşitliğine önem verilir. Ancak pek çok kapitalist ülkede siyasî, bürokratik güce veya paraya sahip olmayanlar daima ezilirler.

b- Tarihçe

Sanayi Devriminin gerçekleşmesi ve ticaretle iştigal eden burjuva sınıfının ortaya çıkışıyla birlikte sermaye birikimi meydana gelmiş ve bu duruma uygun olarak ilk önce merkantilizm (ticaretçilik) adı verilen bir politik yaklaşım doğmuştur. Merkantilistler ihracatı savunup, ithalatı reddeden ve ülke içinde değerli maden biriktirilmesini ama dışarıya asla çıkartılmamasını savunan bir görüşe sahiptirler. Bu görüşün temelinde yatan saik, Amerika kıtasından getirdiği altın ve gümüş stokunu elinde tutmasını beceremeyerek, zenginlik kaynağı kendileri olmalarına rağmen ekonomik bakımdan iflas eden dönemin İspanyası vardır. Bu görüşün mutlak olarak işlemeyeceği daha sonraları anlaşılmıştır. Fakat sağladığı sermaye birikimi ve mantığı, kapitalizmin bugünkü biçiminin ilk örneklerinin netleşerek ortaya çıkmasını sağlamıştır. Daha sonraları Adam Smith (1723-1790), “Milletlerin Zenginliği” adlı eserinde kapitalizmin temel prensiplerini ortaya koymuştur. “Vahşi Kapitalizm” adı verilen bir şekli, ülkelerin kendi halklarını acımasızca çalıştırmalarına sebep olmuş; fakat sosyalizm tehlikesi karşısında ödünler verilmeye, çalışma saatleri azaltılmaya, hafta sonu tatilleri verilmeye, iş güvenceleri gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Kendi ülkesinde durumu kontrol altına alan ülkeler, farklı ülkelere yönelerek daha fazla kârlılık adına emperyalizmi yaygınlaştırmışlardır.

c- Uygulayan Ülkeler

Günümüzde birkaçı hariç çoğu ülkede “Müdahaleci Kapitalizm” uygulanmaktadır.

4- Liberalizm

Liberalizm kavramı siyasî, ekonomik ve içtimâî hürriyeti savunur. Geniş kapsamlı bir kavramdır. Özgürlükçülük, serbestçilik (Liberium: Özgürlük, Serbesti) anlamlarına gelen bu kavram kimi zaman kapitalizm ile eş anlamlı olarak kullanılır veya kapitalizmi de içerdiği öne sürülür ve öyle anlaşılır. İbda hikemiyâtına göre liberalizm, kapitalizmin bir şeklidir.

Liberalizmin uygulamadaki sonuçları; Serbest Piyasa Ekonomisi, Parlamenter Demokrasi, Çok Partili Rejimleri de beraberinde getirir. Ancak kapitalist-liberal yapılar bu özgürlük iddialarının aksine ciddi gelir dağılımı adaletsizliklerine sebebiyet vermektedirler.

a- Tarihçe

Günümüzdeki geçerli özgürlük anlayışı Fransız İhtilali’ne kadar uzanır. İnsan hakları prensiplerinin ortaya çıkışı ve parlamenter rejimlerin yaygınlaşması ile liberalizm daha da güçlenmiştir.

b-Uygulayan Ülkeler

Günümüzde pek çok ülkede liberal yaklaşımlar benimsenmekteyse de İngiltere liberalizmin simgesi hâline gelmiştir.

5- Karma Sistem-Karma Ekonomi

Karma ekonomik model, sosyalist ve kapitalist sistemlerin uyumlu bir bileşimi olarak düşünülebilir. Kısmen devletçi kısmen özel sektöre dayalı bir üretim mevcuttur. Hem “Serbest Piyasa Ekonomisi” geçerlidir hem de “Merkezî Plânlama” yapılır. Kamu yararı ve kişilik hakları eşit öneme sahiptir. Özel sektörün girmek istemediği veya gücünün yetmediği alanlarda devlet yatırımları devreye girer. Devlet ekonomik hayatı yönlendirir ve müdahil olur. Devlet üretim araçlarına çeşitli oranlarda sahiptir fakat özel sektör de yasak değildir. Siyasî hayatta ise genellikle çok partili ve parlamenter rejimler benimsenir. Daha çok kalkınmakta olan veya kalkınma hamlesini yeni başlatan ülkelerde uygulanır. Kısmen merkantilist politikalar benimsenir. İhracat teşvik edilir. İthalattan mümkün mertebe kaçınılmaya çalışılır.

Karma ekonomik düzenin genel bir tasvibe ulaşmış kaideleri belirmiş olmadığından, karma düzen yerine karma ekonomiden söz edilebilir.

a- Tarihçe

Dünyada ilk defa yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde sistematik olarak uygulanmıştır. Türkiye zaman içinde “Serbest Piyasa Ekonomisi”ne doğru kaymış, günümüzde ise tamamen kapitalist bir yapıya dönüşmüştür. Daha sonraları İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes tarafından, daha esnek ve kapitalist yanı biraz daha ağır basan bir devlet müdahaleciliğini savunulmuştur. Fakat devlet müdahalesi (sürekli bile olsa), tek başına karma ekonomi anlamına gelmez. Çünkü her devlet az veya çok ekonomiye müdahale eder. Karma ekonominin en önemli unsuru, üretim araçlarına devletin kısmen sahip olmasıdır.

b- Uygulayan Ülkeler

Terkedenler: Türkiye, Mısır, Hindistan

Sürdürenler: Çin (Sosyalisttir fakat uygulamada ise hem kapitalizme hem de sosyalizme bakan yönünden ötürü karma modele dönüşmektedir), Venezuella, Tunus

6- Faşizm

Faşizm, çoğu zaman yanlış bir tabirle “ırkçılık” olarak da adlandırılır. Gerçek kelime anlamı (Fache: Birlik, Bağ) lidere bağlılığı ve birlikte hareket etmeyi vurgular. Ancak gerçekten de ırkçı örgütlenmeler ve söylemler bu tip bir siyasî sistemin odak noktasında yer alır. Kafatasçılık düzeyinde uygulamalar da mevcuttur. Tarihî olarak siyasî anlayışı şekillendiren unsurun milletler veya halklar arasındaki farklar, karşıtlıklar, çekişmeler ve savaşlar olduğu düşüncesi hareket noktasıdır. Fakat bu farklılıklar tarihî bağlamından ve gerçeklikten koparılarak ırklara özgü doğal bir seçilim sürecinin belirleyicileri olarak değerlendirilir ve bazı ırkların diğerlerine üstünlüğü gibi gerçeklikle bağdaştırılamayan sonuçlara ulaşılır. Hemen bu noktada ırkçılığın, ulusçuluktan çok farklı bir kavram olduğunu belirtmekte yarar vardır. Özet olarak ifade etmek gerekirse;

Ulusçuluk (Nasyonalizm): Kendi millî değerlerini ve kültürünü korumayı ve geliştirmeyi amaçlar. Etnik (kabileler şeklinde) veya dinî (ümmet şeklinde) bir içtimâî birlikteliği reddeder. Bunun yerine ulus kavramını esas alan bir ülke yapılanması öngörülür.

Irkçılık (Rasizm): Kendi ırkının mutlak üstünlüğünü ileri sürer. Diğer ırkların yok edilmesi veya en azından ele geçirilip köleleştirilmesini savunur. Genetik, soydan geçen bir ayrıcalığa inanılır. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde olduğu gibi resmi “Apartheid” (Ayrımcılık) politikaları bu mantıktan kaynaklanır.

Ancak ırkçılık kavramı, faşizmi açıklamada tek başına yeterli değildir. İlâve olarak, her şeyden önce bir lider sultası vardır. Lidere tartışmasız itaat edilir. Çoğu zaman başta bir diktatör bulunur. Bu sistemin diğer temel karakteristikleri şöyle sıralanabilir:

Totalitarizm: Devletin mutlak hâkimiyeti, devlete mutlak itaat.

Şovenizm: Vatanseverliğin aşırı vurgulanması.

Militarizm: Askerî örgütlenme ve savaş ekonomisi.

Despotizm: Zorba yönetim anlayışı.

Her tür muhalif hareket hatta muhalefet şüphesi bile şiddetle bastırılıp yok edilir. Komşulardan başlayarak diğer ülkeler ele geçirilmeye çalışılır. Kendi ırkının üstünlüğü bir eğitim politikası ve siyasî propaganda aracı olarak benimsenir. Saldırganlık ve şiddet birer araçtır. Azınlıklar aşağılanır ve resmî olarak ikinci sınıf ilân edilirler. Aslında ayrımcı veya ırkçı yaklaşımların kökeninde yine ekonomik gerekçeler vardır. Bu azınlıkların veya işgâl edilmesi plânlanan diğer ülkelerin kaynaklarını ele geçirmek sistemin devamlılığı için zaruri olarak görülür.

Askerî araç ve teçhizat üretimi ile silah sanayisi ekonominin itici gücüdür. Devlet her alana olduğu gibi ekonomiye de müdahildir. Vergi oranları istenildiği gibi keyfî olarak artırılabilir. Fabrikalar devletleştirilebilir. Hatta olağanüstü koşullar nedeniyle özel sektörün ürünlerine el koyulabilir.

a- Tarihçe

İlk defa İtalya’da Benito Mussolini (1883-1945) tarafından oluşturulmuş ve şekillendirilmiştir. Daha sonra Almanya’da Adolf Hitler (1889-1945), İspanya’da Francisco Franco (1892-1975), Portekiz’de Oliveira Salazar (1889-1970) tarafından benimsenmiştir. Bu ülkelerin bazıları II. Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebebiyet vererek daha sonra yenildikleri için faşizm, fazla yaygınlaşma olanağı bulamamıştır; fakat faşist rejimlerdeki baskıcı uygulamalar pek çok diktatörlük tarafından da tercih edilerek etkileri sürmüş ve sürmektedir.

b- Uygulayan Ülkeler

Terkedenler: İtalya, İspanya, Almanya, Portekiz, Şili, Yunanistan

Sürdürenler: İsrail (Son çıkan ayrımcılık kanunuyla uygulama pekiştirilmiştir)

7- Emperyalizm

Emperyalizm yayılmacı, sömürgeci ekonomilerden meydana gelmiştir. Kapitalizmin bir ileri safhası olarak değerlendirilebilir. Kapitalist sistemin kendi ülkesi dışına çıkarak başka ülkelere yayılması, diğer ülkelerin hammadde, işgücü, enerji, yer altı ve yerüstü kaynaklarını sömürmesidir. Kelime anlamı da bu yöndedir (İmperia: Yayılma, Genişleme). Faşist sistemler de tabiî olarak emperyalizme yatkındırlar ve yaygın olarak uygularlar. Emperyalist ülkeler, kendisine göre az gelişmiş olan ülkelerin pazarları ve piyasalarını ele geçirirler. Bu ülkelerin siyasî, ekonomik, içtimâî denetimine hâkim olunur. Kendine bağımlı hale getirilir. Böylece görünüşte özgür olan ülkeler bile bağımsızlığını yitirebilirler. Bu açılardan bakıldığında (her ne kadar aksini iddia etseler de) sosyalist rejimlerin de emperyalist olduğu iddia edilir.

Bir yönü ile sömürgecilik (kolonyalizm) olarak da değerlendirilebilir. Ancak sömürgecilikten daha geniş bir kavramdır. Sömürgecilik olarak ele alındığında geçmişi çok eski tarihlere kadar uzanabilir. Örneğin sömürge imparatorlukları veya köleci üretim biçimleri. Günümüzde ise birkaç alt tür hâlinde sınıflandırılabilir.

Askerî Emperyalizm: Diğer bir ülkenin veya ülkelerin askerî olarak işgâl edilmesini ifade eder.

Siyasî Emperyalizm: Başka ülkelerin denetimini siyasî olarak elde tutmaktır. Kuyrukçu düzen.

Ekonomik Emperyalizm: Farklı ülkelerin, bölgelerin hatta tüm dünya’nın ekonomisine hâkimiyettir.

Kültürel Emperyalizm: Hâkim kültürlerin, küçük kültürleri yok etmesidir. Çeşitlilik ortadan kalkar.

a-Tarihçe

Coğrafî keşiflere hâtta daha öncesine kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Bu bağlamda modern kapitalizmden bile önce ortaya çıktığı öne sürülebilir; fakat kapitalist ülkelerin sıklıkla emperyalizmi bir vasıta olarak kullandığı görülmektedir.

b- Uygulayan Ülkeler

Doğrudan (Askeri): ABD, İngiltere, Fransa

Dolaylı (Ekonomik, Siyasî, Kültürel): İtalya, Hollanda (en başta gelenler)…

*

Birinci bölümümüzde genel bir giriş ile iktisadî sistemleri ve onların alt sistemlerini inceledik. Böylelikle Başyücelik Devleti’nin ekonomik sistemine girmeden evvel, bugün yürürlükte olan yahut olmayan bazı ekonomik sistemleri tanıma ve bir ekonomik sistemin hangi bakımdan değerlendirilebileceğine dair malûmat sahibi olduk. Her ne kadar bu ekonomik sistemlerin arka plânındaki zihniyet hakkında bir çalışma yapmamış ve ekonomik sistemleri birbirlerine karşı değerlendirmiş olsak da, en azından hâkim olan kapitalist sistemi ve onun antitezlerini tanıma fırsatı bulduk. 

Aylık Dergisi, 125. Sayı, Şubat 2015