Savaşta kuraldır, düşmanı tanımazsan onu yenemezsin. Bizde nefsimizi aşmak için bedenimizi tanıyacağız ki, onu kontrol edelim, o bizi kontrol etmesin.
Nefsimizi yenmek için bedenimizi de tanımalı, vasıta değerinin bilincinde olmalıyız.
Beden, ruhun binek taşı. Beden aynı zamanda, ruhun mukabil kutbu nefsin de binek taşıdır; ruhumuz kullanmazsa nefsimiz kullanacaktır. Bineceğimiz arabayı iyi tanımalıyız, şoförlüğünü bilmeliyiz. Arabayı kullanmayı bilmezsek ya yoldan yahut gününden evvel ıskartaya çıkarız.
Bedenin de ruha tesiri var; ruh, bedenle elem yahut zevk alır. Onun için, vücudumuza bakmamak ruhumuza bakmamak manasına gelir. Kontrolden çıkan arabanın sonu iyi olmaz.
Vücudumuzun sınırlarını tanıyalım ki, onu semereli kıralım, ondan azamî faydalanalım. Mesela, zorluklarda karşılaştığımız an vücudumuzun direnci iki kat artar. Halbuki biz normal zamanla mukayese ederek, zorluklara dayanamayacağımızı zannederiz. Halbuki vücudumuz olağanüstü şartlara karşı olağanüstü çalışır. Ve bir çok sıkıntının üstesinden gelir. Yeter ki biz, psikolojik olarak, vücudumuzu olumsuz etkilemeyelim, “dayanamam, yandım, mahvoldum” diyerek psikolojimizi bozmayalım, önyargılarımızın eseri olmayalım.
Vücudumuzun dayanma gücü iki katına çıkarken bizim moralmen işi bozmamız, vucüdumuzun sınırlarını tanıyamadığımızı gösterir. Zorluklar karşısında kaslarımız güçlenir, zekamız kıvraklaşır. Vücud, zor şartlara uyumlu yaratılmıştır. Bizim bunu bilmememiz, kendimizi tanımamamızdandır. Ruhumuzun özgürlüğünü zorluklarla mücadele ederek tadabiliriz. Çünkü ruh, bedene ilişiktir, onunla lezzet alır, onunla elemlenir…
Maddesini ihmal eden, ruhunu da ihmal ediyor demektir. İhmal, bedene tanınan aşırı serbestlik olabileceği gibi, aşırı kısıtlamalar da olabilmektedir.
Acıtmamız gereken nefsimizdir. Ruh gülerken nefs ağlar. Başıboşluk mânâsında beden ve nefs özgürlüğü, ruhumuzun esareti mânâsına gelir. Ve buna “eşek hürriyeti” denir.
İmam-ı Gazalî Hazretleri, nefs tezkiyesi için tıp ilmini bilmekten bahsetmektedir. Riyazat ilmi..Nefsini kontrol etmek için, bedenimizi tanımak ve onun kurallarıyla birlikte onu yönetmek. Patron biziz (ruh ve vicdanımız); nefsimiz değil. Nefs tezkiyesi ve nefs terbiyesi ile iyi alışkanlıklar, iyi zevkler edinmek: ruhen ve bedenen birlikte…Suflî hazlarla değil, ulvî zevklerle bedenimizi ve ruhumuzu doldurmak. Eğer sabırla nefs tezkiyesini sürdürürsek, bir müddet sonra doğru işlerden o da zevk almaya başlar.
Riyazat: Nefsi terbiye maksadıyla az gıdayla geçinmek, nefsine hevesattan men ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak.
İskender Pala’nın “Divan Şiir Saati” seminerinden işin ruhuyla da alakalı şu tespitler:
“Dervişlik zoraki olmaz, zoraki dervişliğin adı miskinliktir.Yoksulluk ve mecburiyetten “bir lokma, bir hırka” olabilir; ama dervişlik olmaz. “Bir lokma, bir hırka” hikmetini gönülü tercih etmek. Aslında dervişlik maveradan uzaklaşmaktır.
Eskiler, kefenlik bez kadar sarık taşırlarmış başlarında, arasında da Kâbe’den gelen küçük zemzem şişesi saklarlarmış ki, ölüm anında dudakları ıslatılsın diye.
“Hayatın hakikati ferdî hayatta, ferdî hayat ise ruhî hayatta…” Fakat bazen dışımızdan da içimizi düzeltmek mümkün. Eşya ruha tâbi iken ve bu ispatlanmış bir gerçek iken, eşyanın da ruha tesiri söz konusu. Bir misal: Adamın spor yapmaya hevesi yok; fakat etrafındaki spor aletlerine ve imkanlarını görüp spora hevesleniyor ve spor yapıyor.
İnsan, yüzer gezer (amfibi) bir varlık; maddî ve manevî yönü var, inişli çıkışlı bir varlık, terakkî ve tereddî edebilen bir varlık.
Sıcak odalarda otururken soğuk suya girmek zor hatta imkansız gözükürken, şartlar gerektirdiğinde (veya biz öyle düşündüğümüzde), ister zorlayan bir iç sebep olsun, (fikir, ahlâk, estetik vs.) isterse dış sebep olsun, (canımız cananımız vs.) soğuk sulara zevkle dalarız ve bundan hiç pişmanlık duymayız.
Zihnin kurallarına göre zihnî eğitim verilir, bedene de kurallarına göre spor eğitimi verilir, spor belli kurallarla yapılırsa faydalı olur, fizikî gelişim sağlanır ve buna paralel bâzı ruhî gelişim de elde edilir. “Düzenli hareketler düzenli düşünceler doğurur” esprisinde olduğu gibi. Şu hususu da vargulayalım ki, beden terbiyesi ruh terbiyesine tâbi olmalıdır. Yoksa iş, kas şişirmeye döner.
İnsan “biyonik adam” değildir, insan beyni bilgisayar da değildir. İnsan, düşünen ve hisseden bir varlıktır, öğrenen ve gelişen bir varlıktır. Hem ruhî, hem fizikî açıdan.
İnsanın, kendi hakikatini izleyebildiğince “hür insan” olduğunun altını çizdikten sonra, hem maddî hem manevî mânâda anlamak üzere İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun eseri Marifetnâme’den bâzı uyarılar:
-(Kendine hükmetmeyen, uşak kalır.)
-(Allah, hürriyeti ancak onu arayanlara verir.)
-(Kendi nefsine esir olanlar, hürriyetten bahsedemezler.)
Alışkanlıklarını şahsiyetine bağlayacağına, şahsiyetini alışkanlıklarına bağlayan ve kendi hakikatinden yani oluş zorluklarından kaçan insanın sonu mağlubiyettir…Ve zaferlerin en büyüğü ise yine Marifetnâme’den:
-(İnsanın kendi kendini fethetmesi, zaferlerin en büyüğüdür.)
 
02 Nisan 2009, 116. Sayı