Bugün dersimiz İslâm, konumuz yalancı peygamberler olsun.
Malûm, “ümmetin afakını” yalancılık ve sahtekârlık öyle sarmış ki, korkarım çok yakında bu yalancılar ordusu başlarına bir de sahte peygamber bulabilirler, şimdiden adayları bile var gibi. Onun için bu konuda bazı bilgileri paylaşalım.
Bakın Allah (cc) En’am Suresi’nde ne buyuruyor:
“Biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık.
Bunlar aldatmak için birbirlerine süslü sözler fısıldaşırlar,
Rabbin dileseydi bunu yapamazdılar. Artık onları sen
uydurdukları şeylerle baş başa bırak...”(1)
Allah bu ayeti celilesinde Peygamber Efendimizi (SAV) uyarıyor, (mealen) “bak, biz bu cin ve insan soyundan çok şeytanlar hallettik ve bunları da peygamberlerimin ve onların ümmetlerinin başına musallat ettik. Onlar senin mirasını yani Peygamberlik (Vahy) makamını bile paylaşacaklar” diye.
Onun için tarihte görülen bir sürü sahte peygamber bozuntusu aslında kendiliklerinden değil, kendilerine musallat olan şeytanların süslü sözlerle fısıldaşmalarından sonra zuhur etmiş oluyorlar, belalarını bulana kadar da toplumun bir kesimini algıları nisbetinde kendilerine inandırıyorlardı.
Örnek mi istersiniz? Alın işte esas adı ibni Habib el-hanefi olan meşhur ve merdud “Müseyleme”dir. Bu adı kendisine efendimiz zamanındaki Müslümanlar vermişler, bunun Türkçesi  “Müslümancık” demektir. Özellikle kırsallarda yaşayan Arab asıllı bedevileri ve etrafındaki ucuzcu ve kolaycı saf salak inananları süslü şehir belagatiyle kendisinin de yeni bir peygamber olduğuna pekâlâ inandırabilmiştir.
Günümüz dünyasında biraz ağzı laf yapanlar, kıvrak kelimelerle, görsel yayın yoluyla kameralar karşısında ahkâm kesmiyor mu? Bazısı da açık saçık dekolte kızları baldır bacak karşısına dizerek kafasına göre bir dinden bahsedip “maşallah inşallah”lı bir takım kelime oyunları ile çaktırmadan Mehdilik ayaklarına yatmıyor mu?
Başka birileri “Allah bana şunu şöyle bildirdi, bunu böyle indirdi” diye kendisinde bir kudsiyyet olduğu inancını zihni dumura uğramış taraftarlarına yutturmaya çalışmıyor mu?
Daha bitmedi; bu sahte peygamber konusu Peygamber Efendimiz hayatta iken “Müseyleme”den başka bir yalancı peygamberin haberi daha gelir taa Yemen çöllerinden…
Bu da Yemenli Esved el-Ansi adında başka bir zengin kezzâbdır. Çok malı ve evladı vardır. Rivayet olunur ki, oğullarından adı Umayr olan, babasının bu safsatasına ilk karşı çıkanlardan iyi bir Müslüman olarak bilinir.
Esved el-Ansi aynı zamanda bir kâhin ve şair olarak da bilinirdi; her sapık kezzâb gibi o da bazı şer’i hükümlere dil uzatacak kafasına göre yenilikler getirecektir.
Sonunda yaptı da... Örneğin; iki kız kardeşin aynı zaman dilimi içinde tek bir adamda nikâhlı olmasını yasaklayan Kur’an hükmünü inkâr ediyor ve bunun doğru olmadığı iddiasıyla geçersiz ilan ediyordu.
Artık “kezzâb” lakabı da yayılmıştır ümmetin arasında... Onun için Müseyleme artık bundan böyle “Müseylemetül Kezzab” olarak anılacak ve lanetlenecektir. Yalancı peygamber sayısı ikiye çıktığına göre bunlarla ilgili Allah Resülü’nden hiç mi hadis duymayacağız.? Duymaz olur muyuz, şu anlatacağım hadisin ravisi Efendimiz Hazretleri’nin de çok sevdiği Abdullah bin Abbas’tır. Şöyle buyurur hak olan o yüce Nebi;
“Rüyamda, dünyanın hazineleri bana getirildi avucuma iki altın bilezik kondu, onları avucuma alır almaz bende bir tedirginlik zuhur etti, taaccüp ettim. Hemen o anda Allah (cc) bana ‘Onları üfle diye’ vahyetti. Ben de üfledim; toz olup hemen uçup gittiler. Ben bunu o iki yalancı peygamberin çıkacağına yordum” (2) buyurmuşlardır. Aylar sonra Peygamber Efendimiz, Müseyleme ile Medine’de karşılaşacak ve ona “sen benim rüyamda gördüğüm kişisin” diyerek, ne mal olduğunu yüzüne karşı ima edecektir.
Fakat Allah Resülü’nün bu mübarek hadisine rağmen rüyasında gördüğü iki bilezik, dünya âleminde adı net bilinen dört sahte peygambere dönüşecek, Tuleyha el-Esedi adlı başka biri de kendisine vahiy geldiği iddiasını pat diye ortaya atacaktır.
Keskin bakışlı sert tavırlı olan Tuleyha, bir çiftlik ağası modunda, yeğeni Habbal’ı Rahmet Peygamberi Efendimiz hazretlerine elçi olarak gönderip şöyle der:
“Git Muhammed’e bana vahiy geldiğini haber ver, bu vahyi getirenin öyle Cebrail falan değil ‘Zunnun’ adında başka bir meleğin olduğunu söyle” der. (3)
Peygamber Efendimiz’in böylesine sapkın ve azgın kezzâblar karşısında ne buyurduklarını, ne düşündüklerini tam bilemeyiz amma, İbnül Esir el Kamil adlı eserden nakledilen Tuleyha el-Esedi’nin şu şeytani fetvasını buraya alabiliriz.
“Allah’ın elçisinin ‘Sallü kema raeytümüni usalli’, (Bana bakın ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öyle kılın) hadisini saptırıp aklınca reform yaparak şöyle der;
‘Namazlarınızda secde adıyla yüzünüzü yerlere sürmenize lüzum yoktur. Allah arkanızı da dikmenize değer vermez. Siz Allah’ı zikredin ve sadece ayakta ibadet edin’ der.
Tuleyha denen bu yalancı sapığı okuyunca, ben hemen 50-60 sene evvel “eks” olan meşhur namaz reformisti o Nuri Çerman’ı hatırlarım. O da “namazlarda ayağa kalkmak, yere yatmak olmasın, sandalye ve masa kurulsun camilere” derdi.
Kendisini bir b.. yerine koymazdı ama Mustafa Kemal için şu dizeleri söyleyecek kadar sapıktı:
“Bir hamlede şimşek gibi bin belde aşarsın
Bir mucizesin sen fevkı tahayyülde yaşarsın”
Artık Atatürk onun nazarında nasıl biri ise? Belki ileride bu konuda bir inceleme yayınlayabiliriz.
Sapığın Arabı Türkü olmaz... Al birini vur öbürüne. Bu yazının yayınlandığı günlerde Allah nasip ederse Hicri 1437 yılına girmiş olacağız. Bu vesileyle tüm İslâm aleminin yeni hicri yılını kutlarım.
Bu ümmet tamı tamına 1400 yıldır bu beyinsiz ve şeytan kölelerini dinleye-okuya bu güne geldi. Günden güne de çoğalan yalancı reformistlerden, Cenab-ı Allah’ın yüzlerinden kazıyıp aldığı ilahi nur yoksunlarından bu ümmet ne kadar daha çeker dersiniz? Medyatik din dalaşıcılarının her gün ayrı ayrı televizyonlarda boy gösterip tımarhane kaçkınlarıyla meyhane taşkınlarının bile ağzından duyulması mümkün olmayacak kadar rezilane bir şekilde hiddetle İslâm’ı zedeleyen saldırıları artık çekilmez olmaya başladı. Ortalık nakliyatçı ilahiyatçılardan geçilmiyor.
Peygamberimiz döneminden beri devam eden yalancı peygamberler furyası yetmemiş gibi şimdi ise ilimden yoksun nakliyatçı ilahiyatçılar furyası var. Elbette ehli kemalat ve itikad yüklü ilim sahibi ilahiyatçı hocaefendiler başımız üzerine... Arada sırada hatun kişilerden kakülleri öne dökülmüş çağdaş kadın ilahiyatçıları (!)da görüyoruz televizyon stüdyolarında maşallah, onlar da eksik olmuyorlar. Eee tarihte sahte kadın peygamber çıktıysa, bugün de sahte ilahiyatçı hatunlar çıkacak demektir.
İlk çıkan Müseyleme olduğu için insanlar hep onun adını anarlar da diğerlerinden pek bahsetmezler.
“Her gerçeğin bir sahtesi olur sözünden yola çıkarak Hak ve Ulu Peygamber’in erkeklerden sahtesi, yalancısı çıktı da kadınlardan çıkmadı mı?” diyecek olursanız var, kadınlardan da var. Hem de Arap Yarımadası’nın en mağrur ve zeki olmalarıyla meşhur Temim kabilesinden (bayan Secah)... Bu Secah adlı kadın ne varlıklı ne de kocalıdır. Çevrede kalabalık oluşu ile tanınan Temim kabilesinden olduğu için pek de züğürt sayılmaz. Biraz da albenisi olan dul bir hatun kişidir. Bunun çıkış sebebi efendimize karşı olmaktan ziyade, Müseyleme’ye rakip olmak içindir. Müseyleme, buluşmak için bu sahte dişi davetçiye mektup gönderip yanına çağırır, “Secah” da hemen kabul edip, koşa koşa gelir. Müseyleme ilk önce bu sevdadan vazgeçerse kendisine Kureyş’den yüklü bir pay vereceğini vaad eder. Müseyleme, kadını görkemli ve süslü bir çadırda ağırlar. “Senin vahiy görmen nasıl vuku buldu, benim peygamberliğim şöyle zuhur etti” muhabbetinden sonra Müseyleme fena görünümlü olmayan bu “kazibe”ye bir anda evlenme teklifinde bulunur. Şeytanlıkta Müseyleme’den aşağı kalmayan (Secah)bunu fırsat bilip basar fırçayı Müseyleme’ye...Ve  zamansız teklifi şu sözlerle reddeder ve çadırdan çıkıp gider:
“Şimdi anladım ki ey Müseyleme, sen peygamber falan değil, bir sahtekârsın. Hiçbir erkek peygamber, başka bir kadın peygambere evlenme teklifinde bulunur mu? Nerede görülmüş iki nebi bir yastığa baş koysunlar? Böyle bir şey olur mu? Sen buraya beni bunun için mi davet ettin?”
Görüldüğü gibi insanoğlu şeytanın oyuncağı olunca bu işler iyice çıkmaza giriyor, rezilleşen insan nefis terbiyesinden uzak kalınca da davası ne olursa olsun belden aşağıya kaydırabiliyor işi. Bu rezillikler devam ederken bakın rabbimiz bize ne diyor:
“Kim Rabbini zikretmekten uzak kalırsa ona yanından hiç ayrılmayan bir şeytan musallat ederiz”(4)
Buyurun işte görün sahte Nebilerin halini... Zikir ve itaatten ayrılanların koynuna giren şeytan onları ne hale getiriyor ve kulağına bir melek görüntüsüyle ne saçmalıklar fısıldayabiliyor, onları vahiy aldıklarına inandırabiliyor.
Peşinden gelen diğer ayette ise daha geniş bir ipucu veriyor yüce Allahımız;
“Şüphesiz bu şeytanlar bunları doğru yoldan saptırırlar da onlar halâ kendilerini doğru yolda zannederler.” (5)
Bu ayetin mânâsı karşısında nasıl olur da, “buyrun buradan yakın” demezsin. Bugün manzara bu, bugün olaylar bu şekilde cereyan ediyor. Herkes yaptığını Hak namına, Allah adına, millet menfaatına yapıyorum sanıyor, savunmayı da ona göre hazırlıyor. Edille-i şer’iye hesaba alınmıyor, bu işler hangi kitaba, hangi içtihada, hangi sünnete uyuyor, hiç dikkat edilmiyor...
İnsanoğlu ben yaptımsa doğrudur mantığında inat ettikçe kendisini ateşe atıyor da, haberi olmuyor. Yazı oldukça uzadı ama yalancı peygamberlerin akıbetlerini gözden geçirip bitirelim. Sahte Nebilerin ilki olan Müseyleme, Hz. Hamza’yı Uhut’ta şehid eden Hz. Vahşi tarafından öldürülüyor. Vahşi o zaman Ebu Süfyan’nın karısı Hind’in kölesi ve iyi bir ok atıcısı idi. İMAN ettikten sonra gerçek bir mümin olan vahşi, Müseyleme kezzâbının kellesini alıyor.
Rivayet olunur ki; “Allah’ın affettiğini maktülü de affeder” hükmü doğrultusunda Hz. Hamza ile Vahşi cennette kol kola beraberdirler. Yemenli olup peygamberlik sevdasına düşen sahte vahiy muhatablarından azılı kezzâb Esved el-Ansi ise yine Yemen’de Firuz tarafından öldürüldü. Tuleyha el Esedi ise işi fazla tırmandırmadan ortadan yok oldu. “Süslü Kazibemiz”den ise halâ bir haber yok!..
Burada son olarak bir noktayı sarahate kavuşturarak yazımı bitirmek istiyorum: Peygamberlik iddiasındaki bu sahtekârların hiçbiri asla Allah’a şirk koşmuyorlardı. Peygamber Efendimiz’i asla tamamen inkâr etmiyorlardı. İnanç manzumesini kökten kazıyıp yok olması yoluna sapmıyorlardı.
Sadece pastadan biraz pay kopartmak için itikat ve iyi amel noktasında operasyona gidiyolar ve tağyir (değiştirme-bozma) yoluyla daha çok akaid ve iman konusunda tahribat yapıyorlardı. Hatem-ül Enbiya Efendimiz’in fevkinde bir peygamberlik iddiaları yoktu. Bugünkü “argo” bir ifadeyle “bu âlemde biz de varız” diyorlardı ama yine de cehennem çukuruna yuvarlanmaktan kurtulamıyorlardı.
Bugünkü din sataşıcılarına duyurulur.
Dünkü ümmetler şeytanın kezzâblarından çekti, bugünküler ise şeytanların ahbaplarından çekiyor; fark sadece bu...
 
Kaynaklar:    
1- En’am Sûresi  112
2- Buhari Tabir 95
3- Taberi Tarih  2/255
4-5- Zuhruf Sûresi Ayet 36/37