Esselâmü Aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, iyiyim; hava da soğuk gerçi ama güzel, rüzgârlı fakat çok güneşli… Hayatta ve ayaktayız neticede…

Sizler nasılsınız, her şey yolunda mı? Dün İstanbul’daki bir havaalanında silâhlar patlamış galiba… Bu arada, bana soracağınız herhangi bir soru var mı?..

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, fakat şayet Carlos dilerse, haklarında açılan adlî soruşturmalar için ifâde vermeye gitmedikleri gerekçesiyle 4 Kasım 2016 tarihinde gözaltına alınıp bilâhare tutuklanan PKK yanlısı HDP eşbaşkanları ve on kadar milletvekili vesilesiyle konuşabileceğini söylüyor.)

Bu konuda ben de konuşmak istiyordum zaten, ama önce birkaç mevzu hakkında konuşmak isterim kısaca, sonra Türkiye ve Kürdistan’a dönerim yine.

İlk olarak, Başkan Daniel Ortega’nın yeniden Nikaragua devlet başkanı, eşinin de devlet başkan yardımcısı olarak seçilmesini umalım hep birlikte. (Carlos, konuşmasından bir gün sonra 6 Kasım 2016 tarihinde gerçekleştirilen ve Daniel Ortega’nın üçüncü kez Nikaragua devlet başkanı seçildiği seçimlere atıf yapıyor.)

Bunlar eski militanlar olup, emperyalistlerin ajanı değildirler. Geçmişte yapılan bir başkanlık seçimini kaybetmişlerdi gerçi ve kötü bir insan olmayan burjuva bir adamın dul karısı Violeta Chamorro devlet başkanı seçilmişti. Peşinden, Sandinistalar gelmişti iktidara. Üstelik daima hukukî yollardan.

Onların da şimdi Venezüella’da yaşananlarla aynı türden problemleri olmuştu fakat daha düşük seviyede kalmıştı. Neyse, seçilirler inşallah.

Kısaca hakkında konuşmak istediğim diğer bir mevzu da Venezüella’yla ilgili olacak. Ülkedeki karmaşa devam ediyor ve şimdi –ki beni şaşırtan bir tesbit olarak Arjantinlilerin bana söylediğine göre iyi bir insan olan, bence de fena bir insan olmayan- Papa devreye giriyor orada. Görünen o ki, Venezüella muhalefeti, Kilise’nin devreye girmesinden hazzetmedi pek. Fakat ülkeye barış gelmesi için tarafları masaya oturmaya, konuşup müzakere etmeye ve meseleleri barışçı biçimde çözmeye davet eden Papa’ya hayır da diyemiyorlar tabiî diğer yandan.

Venezüella’da neler olacak bilmiyorum ama taraflar arasında bir şiddet yaşanmasından, bir iç savaş yaşanmasından endişe ediyorum. Çünkü, ordudaki subayların ve özellikle emniyet teşkilâtının tamamı devrimci tarafta değil. Bunların genç olanları genelde devrimci safta ama daha yaşlıları pek öyle değil. Zira Chavez iktidara gelmeden önce veya Chavez iktidarının başlarında, iyi bazı generaller öldürülmüştür, bazı çok tuhaf “kazalar” olmuştur.

Diyeceğim o ki, inşallah daha da kötüye gitmez Venezüella’da işler. Orada her şey zaten zor bir nitelik arzediyor ama bundan da kötüsü taraflar arasında yaşanacak bir şiddet olur. Yoksa şiddet, ülkedeki günlük hayatın çoktan bir parçası oldu maalesef. Söylemesi acı ama, Bolivarcı rejim topluma inmeyi ve toplumda kökleşmeyi başaramadı. Ne var ki, sonunda bir iç savaşa gidecek politik bir şiddetin patlaması, çok ama çok daha kötü olacaktır…

Diğer bir mesele, ABD’de devam eden başkanlık seçimleri hakkında da çok kısaca bir şeyler söylemek isterim:

Şayet bu boynuzlu kadın, yâni Hillary Clinton, başkan seçilecek olursa, Theodore Roosevelt’ten bu yana gelmiş geçmiş en kötü ABD devlet başkanı olacaktır. Donald Trump ise, telaffuz ettiği tüm o saçmalıklara rağmen, bize öyle göstermek istedikleri kadar kötü bir insan değildir. Bütün yerleşik basın, bütün düşman medyası, ABD’nin emperyalist sisteminin bütün unsurları kendisine karşı olduğuna göre, demek ki o kadar kötü olamaz o adam. Kendisini ABD’de sadece fakirler, orta sınıftan insanlar, dindar insanlar desteklemektedir. Bu bakımdan, umalım ki Trump kazansın seçimleri.

Şimdi, sorunuza dönelim… Türkiye’de, Kürdistan’da yaşanmakta olan şeyler hakkında konuşmayı düşünüyordum zaten ben de.

İdeolojik farklılıklarımıza rağmen, -Gülencilerle CIA’in komplosundan mucizevî biçimde kurtulan- Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı belli bir sempatim ve hayranlığım vardır benim. Ancak korkarım, Türkiye’yi bir savaş durumuna sokuyor günden güne. Türkiye dahilinde bir savaşın ise hiç şakası yoktur. Sadece iç savaştan bahsetmiyorum burada, milletlerarası bir savaştan da bahsediyorum. Ruslara karşı önce bir hata yapıp sonra barıştılar ama hâlen bir değil, birden fazla savaş cereyan ediyor zaten Ortadoğu dedikleri bölgede, yâni Yakındoğu’da; ve Türkiye de bu durumun yatışmasına yardımcı olmayacak şeyler yapıyor.

Kürtler, kimi Fars kavimlerinin sürgün edilmesiyle, binlerce yıl önce, Türklerden çok önce gelmişlerdir Anadolu’ya. Bu bakımdan, kabul edilmesi gereken hakları vardır Kürtlerin. Sadece onlar da değil, bölgenin kadîm kavimleri olarak Kürtlerden bile önce orada yaşayan ve şimdi azınlık mevkiinde bulunan Asurîlerin ve Süryanîlerin de kabul edilmesi gereken hakları vardır. Bu vesileyle, Irak ve Türkiye’nin sözkonusu kadîm toplulukları himaye ve muhafaza etmesi, onlar adına bir şeref olmuştur. Sadece bölge tarihi bakımından değil, insanlık tarihi bakımından da önemlidir çünkü onlar. Bu vesileyle, İslâm adına yola çıkan ve Suudî Arabistan’dan gelip “İslâm Devleti”ne sızan bazılarının bölgedeki antik mirası tahrib etmeleri ise çok üzücü olmuştur.

NATO’da sayıca büyük birinci ordu ABD’ninki, ikincisi ise Türkiye’ninkidir. Ne var ki, Türkiye ordusunun –bazı yanlışları dolayısıyla Türkiye hükümetinin de kısmen sorumlu olduğu- bölgedeki çatışmalara müdahil olması, kaybedeceği bir savaşa girmesi demektir.

Öbür tarafta ise ABD, İran’a yaklaşıyor. İran’ın “devrim”ine yanaşmıyorlar burada, sahadaki tüm kartları oynamak istiyorlar. Çünkü karşılarında çok daha büyük bir tehlikenin bulunduğunu, hesablaşmaları gereken bir “İslâm Devleti”yle karşı karşıya olduklarını biliyorlar. Emperyalist ABD, köpekleri ve müttefikleri için en büyük tehlikedir zira “İslâm Devleti”. Bunu da son derece ciddi olarak söylüyorum.

Muhtemelen bir sene veya daha fazla bir süre sonunda, şehri de tamamen tahrib ettikten sonra, Musul’u ele geçirseler ve oraya ölmeye gelmiş sayısız yabancı savaşçıyı katletseler dahi -ki lider Bağdadî, kardeş Bağdadî, halife Bağdadî de ABD ajanlarının işgalinden kurtardıkları ve hürriyetine kavuşturdukları şehirlerden askerî anlamda er geç çekilmek zorunda kalacaklarını bilmektedir zaten-, Irak’ta yerleşik milyonlarca aşiret mensubunun savaşı daha sürecek, önce bekleyecek bekleyecek ama tam vakti geldiğinde mukabil saldırıya geçeceklerdir. Bir diğer ifâdeyle, nesillerin savaşı olacaktır bu.

ABD, “İslâm Devleti”ne müdahale etmekle, kendisi için eski Sovyetler Birliği veya şimdiki Rusya’dan, Çin’den yahut başka herhangi birinden çok daha fazla tehlike arzeden, şimdiye kadarki en tehlikeli düşmanını da harekete geçirmiş olacağını biliyor olmalıdır. Çünkü, İslâm adına yaptıkları bazı şeyleri tasvib etmesem bile, bizim cesur ve örnek kardeşlerimiz, tüm dünyada, tekrar ediyorum, tüm dünyada savaşmaya devam edeceklerdir. Hattâ Irak’taki tüm cihadçıları katletseler ve çocukları dahil kimseyi sağ bırakmasalar bile, milyonlarcasını yok etseler bile, bu savaş, bu “küçük cihad”, tüm dünyada devam edecektir. Üstelik, yeni İslâmı kabul etmiş ve tek kelime Arabça konuşmayı bilmeyenlerle dahi olsa, benden bile az İslâmî bilgisi olanlarla dahi olsa, bir veya iki nesil boyunca sürecektir bu savaş. Ve, Halife Bağdadî’nin yolundan giden ve onun örneğini takib edenlerin bu savaşı karşısında, daima korku içinde yaşayacaktır düşman. Bu süreçte Irak’ta, Anadolu’da ve Arab Yarımadası’nda ne yaşanırsa yaşansın, hiç farketmeyecektir.

Bir dünya savaşının içerisindeyiz ve prensibleri için savaşanlar, fikirleri için savaşanlar, inançları uğrunda ölmeye hazır ve gönüllü olarak savaşanlar, ye-nil-mez-dir-ler! ABD ordusu çok güçlüdür, Fransa’nın da hâkezâ yüksek seviyede özel kuvvetleri vardır. Ancak bunların hepsi ve en iyileri bile, mücahidler karşılarına çıktığında korkmaktadırlar. Mücahidlere karşı geliştirebilecekleri ve onları durdurabilecek hiçbir çareleri, hiçbir atom bombaları da yoktur! Çünkü belli bir coğrafyada hâlledebilecekleri bir mesele değil, ABD içinde dahil, her yerde karşılarına çıkacak bir savaştır bu. Buna, birçok müslümanın yaşadığı Latin Amerika da dahildir.

Latin Amerika demişken, Chavez döneminde, bazı silâhlar ele geçirmiş bir Venezüellalı, tam da ABD Büyükelçiliği’ne saldırmak üzereyken yakalanmıştı. Ki böyle bir davranış, Venezüella halkına ve Venezüella Devrimi’ne karşı da bir hareketti aynı zamanda. Bunda Venezüella halkının da devriminin de herhangi bir çıkarı olmayacaktı. Başta ABD ajanı bir rejim olsaydı, umursamazdım. Fakat iktidarda milliyetçi, vatansever, devrimci bir rejim olan bir ülkede gidip bir büyükelçiliğe saldırmak, aynı zamanda o baştaki rejime de saldırmak demektir. Zira o büyükelçiliklerin muhafazasından o rejimin kendisi sorumludur bizzat. İran’da aptal bazı öğrencilerin ABD Büyükelçiliği’ne –üstelik Humeynî’ye rağmen- saldırıp işgal etmeleri sonucunda yaşanan milyarlarca dolarlık ekonomik zarar malûm. Amerikan ajanı olmayan bir ülkede Amerikan büyükelçiliğine saldırılmaz, bu kadar.

Her ne olursa olsun, savaş daha yeni başlıyor ve umalım ki Trump ABD Başkanı seçilsin. Belki tüm bu mekanizmayı durduramayacaktır ama hiç olmazsa bu müdahale mekanizmasını –özellikle Irak’ta- yavaşlatıp frenleyebilir.

Nihayetinde, Allahın iradesidir hâkim olacak olan.

Kumandan Mirzabeyoğlu’nu sımsıkı kucaklayın benim için. Kendisine çok iyi baksın, herşeyin her ân değiştiği ve bir karmaşaya doğru sürüklendiği Türkiye’de oynayacağı bir rol olacaktır çünkü çok yakında.

Herşeyin en iyisinin gerçekleşmesini umalım.

Allahü Ekber.
 
6 Kasım 2016

Baran Dergisi 513. Sayı