Einstein Sergisi için Maslak’a doğru yol alırken, o tarafta olan Orman Mühendisi gönüldaşım Ahmet Güvenli aklıma geliyor. Telefon açıyorum, hiç ikiletmiyor, “tabiî gelirim” diyor ve cadde üzerinden onu alıyorum. Maslakta trafik her zaman yoğun, zamanında Bahçeköy Belediyesi’nin sınırlarında imiş ve bol bol yüksek katlı bina izni verilmiş, şimdi adım atmak zor. “10 yılda 15 milyon yarattık” teraneleri benzeri bir gelişmişlik(!); büyüme değil, semirme durumu. İşgalcilerin yaptıkları yanında bu kendi kendine yaptıklarımız ayrı bir fasılda incelenmeli… Dış dürtüklenmeye gerek kalmadan kendi kendimizi sömürgeleştirmemiz!
Yoğun trafikte özel aracımızla adım adım ilerleyerek Doğuş Oto’nun Maslak Sanayi Sitesi’nin aşağısındaki yerini bulduk ve aracımızı ücretsiz otoparkına bırakarak, sergiye çıktık.
Güzel bir sergi, herkese tavsiye ederim. Önce genel bir bilgi, elyazmaları vs. Temsilî Karadelik’in önünde fotoğraf çektiriyoruz. Ziyaretçilerinin görüntülerinin yansıtıldığı hayalî bir Karadelik’i, yer çekimiyle çarpıtmak yoluyla yapılan bir video kurulumu, Genel Görelilik Teorisi’ni canlandırıyor…
Ve sonra bir köprüden geçerek Einstein’in Teori ve buluşlarının canlandırıldığı bölüme geliyoruz. Etkileşimli objelerle Einstein’ın ışık, zaman, enerji ve yer çekimi hakkında teorileri açıklanıyor. Serginin son bölümünde çocuklar ve yetişkinler için uygulamalı atölyeler de düşünülmüş… Konferans salonundaki bir saatlik filmi ise, vakit ayıramadığımızdan izleyemiyoruz.
Âdeta uzay ve zamanda geziniyoruz, ayağımız yerden kesiliyor. Hayali bile insanı heyecanlandıran teori ve fikirleri dinliyoruz. Newton fiziğini alt-üst etmiş adam! Zamanın başka boyutlarına dalmış adam, izafiyet kavramıyla determinizmi yıkmış adam, Einstein! Uzayda zaman farklı... Hızlı yaşayan geç yaşlanıyor… Üstad Necip Fazıl’ın, zaman ve mesafeler hakkındaki şiirleri uçuşuyor kafamda, Çile’den:
“Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?”
Einstein, bir çok keşfine ve insanların ufkunu açmasına rağmen, kâinatın bilmecesini çözemedi. Bize birçok devrim çapında güzel buluşlar vermesine rağmen buna gücü yetmedi.
Einstein’ın hayatını anlatan kısa tanıtım filmindeki şu cümleler bana-umarım size de- dramatik geldi:
“Birleşik Teori’de asla başarılı olamadı. Hatta kendi çalışmalarından bile kuşku duydu. Yaşamının son otuz yılı böyle geçti.”
Devrim çapında buluşlara imza atan bir dehâ, Kâinatı (sadece fizik âlemi) bütün olarak izah edecek bir teori kuramıyor ve hatta kendi buluşlarından şüpheye düşüyordu. Tabiî ki buluşlarından şüpheye düşmeye gerek yok, laboratuar kesinliğinde çünkü. Fakat bilimsel çalışma ve buluşlarla kâinatı ve insan, bütün olarak izah etmek mümkün değil. Bizce Einstein’ın son otuz yılı boşuna geçmedi, bunun mümkün olmadığını ispatladı. Einstein’ın ve bütün fiziğin hesapladığı şundan öteye geçemiyor: “Bir şey kımıldıyor”.
Tutku derecesinde meraklı ve “düş gücü bilgiden daha önemlidir” diyen Einstein. İki veya üç ipucundan dev sıçrayışlar yapabilirdi, fazla ipucuna ihtiyacı yoktu.
Burada önemli bir hususu açalım. Dehaların öyle fazla kitap okumalarına gerek yoktur lisan bilmeleri de şart değil. Nasıl ki “Fakih” için Arapça bilmek şart değil. Dinde de anlayışlı olmak, bu melekeyi kazanmak şart. Lisan âlimi ya da kütüphane ezbercisi olmak değil. İmam-ı Gazali Hazretleri’ne soruyorlar: “Fıkıh için ne kadar Hadis bilmeli?” Şöyle cevap veriyor: “Bilmeyi bilecek kadar”.
Yoksa iş ezberlenecek Hadis sayısıyla ölçülür ki, buna Fakihlik değil Hafızlık denir.
İslam’a Muhatap Anlayışı yenileyen BD-İBDA Mimarlarına (Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu) neden Fakih dediğimizi de izah etmiş olduk.
Şunlar Einstein’ın güzel düşleri:
“Bir ışık hızının sırtında yolculuk etmek…”
“Zamanın yavaşlamasını düşünmek…”
 “Dünyanın merkezine düşmek…”
Ve Necip Fazıl’a kulak verelim, düşlerle hayatı barıştıran adamın mısralarına:
“Öteler, öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.”
Einstein’ın yetiştirilme tarzı, kendine güvenini nasıl kazandığını da cevaplıyor:
“Orta sınıf bir Yahudi aileden doğan Albert Einstein, küçük yaşta büyük bir zihinsel disiplin gösterdi. Çocukken kendi kendine saatlerce oynardı. Einstein çifti, oğullarına, kendi kendine güvenmeyi öğrettiler ve yeni ergen Albert’in eğitimi, kariyeri, dini ve hatta vatandaşlığı hakkında kendisinin karar vermesine izin verdiler. Einstein, bu entelektüel bağımsızlığı bilimsel başarılarının temeli olarak benimsedi.”
Einstein, “dünya vatandaşıyım” diyor ama, siyonizme hizmetten de geri kalmıyordu, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren çıbanbaşı İsrail devletinin kurulmasını destekliyor hatta ilk devlet başkanı teklifini bile alıyor fakat kabul etmiyordu. Atom bombasının yapılmasında da Einstein’ın büyük katkıları söz konusu ve ordusu yenilmiş Japonya üzerinde iki kere atom bombası deneniyordu. Einstein bütün bunları hesaplayamazdı fakat, “Dünya Vatandaşlığı” ile siyonizm nasıl buluşuyor?
Fizik ve sezgi, birbirine zıt gibi görünüyor değil mi? Hiç de öyle değil. Fizik dehası Einstein, sezgilerine güvenirdi ve düşlerinin zenginliği onu buluşlara, yeni keşiflere itmişti. İtici güç sezgiler ve hayal gücü. Bunlar olmadı mı yeni keşif olmaz. “Yaşayabileceğimiz en güzel deneyim, gizemli olandır.” Bu söz Einstein’ın.
Kuantum Teorisi’ne de yol açan Einstein, daha sonra Kuantumun derin sularında yüzmemeye karar verdi.
İlimde derinleştikçe maddenin mânâya kıvrılışı, maddenin latifleşmesi. “Esîr” kavramı. Fizik, biyoloji, kimya vs. içinden, bunun gösterilmesi ve ispatlanması. “Halkın aklı gözündedir(halktadır)” hesabı bu çok önemli. Fiziğin yetersiz kaldığı veya lüzumsuzluğu değil, bilakis “sırrın” oradan da ispatı. Zaten bizim maddî varlığımız da bu değil mi? Maddî varlığımız manevî varlığımıza delil değil mi? Vücudumuzun üzerine çıkıp kendimize tepeden bakıp muhasebe yapabiliyoruz, vücudumuzdan ayrı bir varlığımızın-düşünce-şuur-ruh- apaçık değil mi? Salih Mirzabeyoğlu’nun tesbiti ile: “Madde bir mânâ nevî”.
“Her çağ kendi sırrını fısıldar” tesbitini yapan İBDA Mimarı Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu başta “Sefîne-Suver-i Hayâl Âlemi” eseri olmak üzere  eserleriyle bu mevzuları da tefekkürüne yakıt olarak katar, madde üzerinden mânâyı yakalar, böylece maddesine tahakküm eden ruhçuluğunu gösterir. Zaten Einstein dememiş miydi:
“Bilginin tamamı, düşüncenin saflaştırılmasından başka bir şey değildir.”
Farklı açılardan da olsa, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun son çıkan eseri İman ve Tefekkür’den:
“Beynin düşünceyi üretmesinden ziyâde, beyni üreten düşüncedir.”
Uzay ve zaman ve biz… İzafiyet Teorisi, Kuantum fiziği ve Kaos Teorisi… Maddenin şuuru var mı? Elektronların şuuru var mı?.. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Sefine isimli eserinde cevapladığı sualler… İman ve Tefekkür adlı eserinden:
“Kâinat, kendisini gözlemek için, kendisini GÖZLEYEN ve GÖZLENEN şeklinde ayırmalıdır!.. En başta işaretlediğimiz hakikatin, eşyaya aplike edilerek söylenmiş hâli; gözleyen Kâinat ve gözlenen o. Benim-insanın-şuur sahibi oluşu malûm; Kâinatın da… Ben o şuurun bir parçası mıyım? Hayır. Kısaca, Kün-ol” emrine nisbetle, “Emr Âlemi” ve “Halk Âlemi”ne âit işler ayrımı ve ilgisini hatırlatalım.”
Bir gazete haberi, gözlerimi göklere çeviriyorum: “Gecenin yıldızı Mars”. Yıldız değil gezegen, mecazi mânâda yıldız demek istiyor. Mars Gezegeni (Kızıl Gezegen)dünya ile Mars’ın daha fazla yakınlaşmasından ötürü Aralık (2007) ayı boyunca gökyüzünün en parlak cismi olarak kendini gösteriyor. Einstein Sergisi sonrası bir anekdot.
Sergi 2 Marta kadar açık. Doğuş Oto Motıon Power Center Alışveriş Merkezi. Maslak mah. G:45 Ahi Evren-Polaris Cad. no:4 Şişli/Maslak/İstanbul. (Maslak Atatürk Sanayi Sitesi altı) Giriş ücretli 9 milyon, öğrenci-öğretmene indirimli. Ziyaret  saatleri hafta içi 09:00-19:00 Hafta sonu 10:00-19:00 tel: 0 212 366 51 51



Baran Dergisi 50. Sayı