Bazı şeyleri anlayabilmek için senaryosu önceden yazılmış bir filmi tetkik edercesine hadiseleri seyretmek lazım. Daha “fragman”ına bakarak bile, filmin konusunu aşağı yukarı anlarsınız.

Mesela filmin adı “kusursuz cinayet” olsun... Olayların akışı gereği iyi bir dedektif ince eler, sık dokur, eninde sonunda düğümü çözer. Önceleri kim olduğu belli olmayan katil sonunda bulunur. Ancak, suçun faili bulununcaya kadar herkes zanlıdır. Bu yüzden katil hariç herkes suçlu imiş gibi birbirinden kuşkulanır!

Neyse, neticede meseleye el atan dedektifin üstün gayretleri mutlu sonu getirir. Geride kalanlar içlerini kemiren şüphe illetinden böylece kurtulur.

Gerçek hayatta da milletin hayatını tarumar eden katiller vardır. Onlar milyonların katilidir ama suç aletleri farklıdır. Bunlar kitap, gazete, film, müzik, içki, kumar, fuhuş ve sair şeylerden de öte aletler kullanır. Adına “yasa”, “demokrasi” derler, çağdaşlık maskesi giyerler, her yerden medeniyet balonu uçururlar... Çeşitli propaganda vasıtalarıyla zihinleri işgal ederler... Ve böylece celladına aşık nesiller yetiştirirler.

“Öldük bittiydik bizi o kurtardı” dedirtirler... İşi öyle noktalara vardırırlar ki, “Olmasaydı olmazdık!” bile derler. Ağzı laf yapan adamlar vasıtasıyla yere göğe sığdıramazlar. Her vücuda bir iz bırakır, bir paslı çivi çakarlar. Bu zombiler başka kılık değiştirerek başka kılıkla halkın arasında dolaşır...

Dişlerini geçirdikleri kişinin kanını emmek onların işidir.

Burada görülmesi gereken şey şudur: Sağcı-solcu, Alevi-Sünnî, Kürt-Türk, İslâmcı veya değil, ateist yahut deist, herkesin katili bellidir, her tarafta onun parmak izi vardır. Ama neredeyse kimse kendisinde olan bu izi teşhis ederek katile ulaşmak gibi bir yola girmeye teşebbüs etmiyor... Herkes birbirini suçlamakla, bir yere varacağını zannediyor... Bu tabii ki mümkün değil...

Bu kötü gidişten sadece İBDA müstesnadır vesselam...

“Tam olarak karşılıkları olmasa” da, teori, nazarî, nazariye... Pratik, amel, marifet... Aksiyon; ahlâk, marifet.

Şeriata yapışanlar, marifet sahibidirler... Yapışmaları ne kadar çok olursa olsun, marifetleri de o kadar çok olur; gevşeklik gösterenlerin ise, marifetten nasibleri yoktur...

***

Şeriatın reddettiği, beğenmediği her şey, zındıklık ve sapıklıktır...

Şer’i, istidlâlî, (muhakeme ve delil getirmeye dayanan) ve nazarî ilimlerden maksat, dindeki gizliliklerin açık edilmesi... İcmâl yollu (toplu) olan marifeti tafsile getirmek ve nazariyattan zaruriyata çıkarmak... Bâtın marifetinden maksat da o; ve o marifetin içinde, tecridi teşhis için olan ilimlere mukabil teşhisi tecrit için olan ve sanat izâfe edilen tefekkür... Şiir idrakini temsil eden bir “doğrulayıcılık usûlü” olarak tefekkür, yöneldiği alâka alanına nisbetle, hususî bir keşif ve zaruriyata çıkarma işidir.

“Gücün yeter, çünkü mükellefsin, mecbursun, mes’ûlsün”; işte zaruriyata çıkmış idrak ve irâde... “Gücün yeter, çünkü idrak ettin!”...

“İnsan, madem ki halifedir - memurdur, gücü yeter. Madem ki halifedir - memurdur, sınır budur!”

Salih Mirzabeyoğlu, Berzah “Bütün Dalların Birleştiği Kök’e”, sh. 277-279

Baran Dergisi 712.Sayı