Top şimdi "bağımsız ve tarafsız Türk adliyesi"nin sahasındadır. Top mu çevirecekler, gol mu atacaklar, dışarı mı vuracaklar, kendileri bilir.

Önce bir "etimolojik bilgi" yazalım. 

"Gerilla" kelimesi İngilizce'de "düzensiz savaş", "gerilla savaşçısı" anlamındaki "guerrilla" kelimesinden geliyor. İspanyolcada da "küçük savaş" anlamındaki "guerrilla"dır; ayrıca İspanya'da Napolyon harbi esnasında kullanılan "düzensiz savaş yöntemlerine" verilen isimdir. İspanyolcadaki "guerra-savaş" kelimesinin küçültme haliymiş. Çok eski Germence dilinde "werra-kavga, kargaşa, savaş" kelimesinden geliyormuş kökü. "Werra" da, artık kullanılmayan "wers-kargaşa" kelimesinden türemiş. 

Kelime'ye bakıldığında görülen, "düzensiz savaş" ve "karmaşa" anlamlarından hareketle elbette, hangi mevzu ve kim olduğu önemsiz, Haklı'nın Haksız karşısındaki "kuvvet dengesizliği" durumunda başvurduğu "yıpratma faaliyeti" olarak anlamak mümkün. 

Buradan çıkan, "Gerilla-Guerrilla" olmak için, Haklı olmak, açıktan savaşa (düzenli savaş/ordular) girebilecek kuvvete sahip olmamakla beraber, belli bir kitleye sahipliktir. Bahsi geçen kelimeyi kastediyoruz; kimin beslediği belirsiz "paramiliter grupları" değil. 

Haksız olanın yıpratılması

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, "Marifetname"de ve konuşmalarında "gerilla"yı, "kendi motivasyonunu kendi bulan" diye tarif eder. 

Haklılık başlı başına bir motivasyon olmasına rağmen, "kitleyi" diri tutmak için Gerilla, bazen geri çekilmeler olsa da, "sağına, soluna bakmadan" haksız olana karşı ister silahlı ister sivil "kapsamlı" faaliyetlerde bulunur, "yıpratır." Gerilla, kendi haklı olduğu mesele haricinde başka bir mevzuyla ilgilenmez, "reel politik" denilen çirkefliğe hiç bulaşmaz, tek "politik" mevzu olan kendi meselesini daima öne çıkarıcı "faaliyetlerde" bulunmaktan kaçınmaz. 

"Herşeyin herşeyle alakası vardır"; bugün altı-yedi "adım"da Çorum'daki biriyle Alaska'daki birinin "irtibatını" sağlayabilmek-bulmak, aslında "öyle" gösterebilmek "mümkün"ken, aman şu olmasın, böyle olur, aman bu olmasın, şöyle olur diye "tereddüte düşmek", Gerilla'nın kitabında yazmaz, çünkü tek gerçek kendi "Meselesi"dir, hayati olan odur, halledilmesi gereken odur, bitirilmesi gereken odur, "isterse kıyamet kopsun", gerisi önemsizdir. 

Aslında, seslendirilen "haklı faaliyet veya talebin", vakti değil, zamanı değil denilerek engellenmesinin GEÇERSİZLİĞİNİ gösterir Guerrilla-Gerilla kelimesi, "düzensiz savaş ve karmaşa" anlamındadır çünkü. Gerilla varsa, lügatlarda var, o halde vakti değil, zamanı değil mazeretleri de KANALİZASYONDAKİ YERİNE GÖNDERİLİR üzerine sifon çekilerek. Sesini yükseltmezsen, o "vakit" hiç gelmez, sesini çıkarırsan da, belki önce görmemezliğe gelinir fakat ısrar ve inatla yürümeye devam edersen, "vakit gelir" ve mesele de halledilmeye başlanır. 

Düzen mağdurlarına süt servisi

Ak Parti hükümeti boyunca, belki ilk seneler hariç sayılabilir, Anadolunun ESAS SAHİPLERİ’nin MOTİVASYON EKSİKLİĞİNE DÜŞTÜĞÜNDE hiçbir kuşku yoktur herhalde. "Reis"le beraber "KAHPE DÜZEN"in yıkılacağını düşünen insanımız, "önce Sultanahmeti doldurun" yollu cevaplar aldığı Ayasofya'nın GECİKEN AÇILIŞINDAKİ esas saikleri de görüyordu. Millet bastırınca, Sultanahmet'in "dolmasına" gerek kalmadan Ayasofya "camii" haline dönüştürüldü: "Reel politik" mazeret ve "korkuların" bir hükmü kalmadı. 

Yine, 2023 seçimleri öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu'nun açıklamasıyla HERKES gördü, bu ülkede hala "başörtüsü sorunu" VAR, bunu Ak Parti de "canım o kadar da değil ama kanuni düzenleme tekfini kabul ederiz" diyerek itiraf etti. Peki, Kılıçdaroğlu "olmayan sorunu" var olarak göstererek mi bahsetti? Değil tabii. Hükümet bahsi geçen düzenlemeyi HALA yapmadığı için de, bugün "kamu"da başörtüsü HALA bir "sorun" ve her an da "patlatılabilir." 

20 senelik Ak Parti hükümetleri boyunca falanca ve filanca maddelere "sığınılarak" sağlanmış bir "başörtüsü özgürlüğü" var demektir bu durumda! 

20 sene önce bunu "halletmek" için ortaya çıkan, mitingler yapan Ak Parti'nin "temeli" olan siyasetçiler bir yana, koca koca STK'lar ne durumda o zaman?

"Sütçülük" yapıyorlar, bol bol "zekât ve fitre" topluyorlar, "kurbanlık hayvan tröstü" kuruyorlar! O kadar! 

Hükümet ile birlikte "büyüdüklerinden", onun açık hatalı olan faaliyetlerine dahi ses çıkarmıyor, "görmemeye" çalışıyorlar. Hayatları boyunca falanca ve filancanın "tefsirlerini" okumaktan başka bir şey yapmayanlar, arada bir iki "kafa gösterip" imalı laflarla video çeken "hocfendiler" de, "siyasi lider" numaralarıyla ahkam kesiyorlar. 

Oysa çok açık değil mi?

20 sene boyunca SUSTUNUZ, ara ara açıklamalar yapmanız ise "maden suyu efekti" sadece. 

Hiç kuşkunuz olmasın, çok azı istisna, Gazze meselesine de böyle bakıyor bunlar; "aman ağzımızın tadı kaçmasın!" 

Hükümetin eli güçlü bunların karşısında; bu ülkede moda tabirle "gizli ajandası" olmayan yok, bu sebeple ara ara yoldan çıkan STK veya "akademisyen ve hocfendiler" olursa, hükümet de hemen hiç uğraşmadan "musluğu" keser gibi yapıyor, mevzu kapanıyor. 7 Ekim'den bu yana ekranlarda, meydanlarda, youtublarda, salonlarda ah vah Gazze demekten ve yardım toplamaktan başka ne yaptılar bunlar? Elbette hamasetin ve yardımların bir faydası olacaktır Gazze'ye, fakat bunların ifade edilişi acaba başka hususların perdelenmesi için yapılıyor olmasın? Veya "yüreksizlik"ten sadece hamaset kolaycılığıyla? 

Gazze'deki kuşatmayı sivil faaliyetle "yarmak", hiç değilse oradaki kuşatmanın dehşetini deniz üstünde de göstermek için düzenlenecek iki deniz seferi vardı. Biri belli standartlara sahip "yat"larla Gazze limanına girme teşebbüsü, diğeri de en büyük sütçü ola İHH'nın düzenleyeceği büyük gemi filosu. 

Ne oldu bunlara? 

Herhalde "görülen lüzum üzerine" kapatıldı? 

Kapatıldı ama şekillenen "Gazze yardımı sektörü" üyeleri de bu esnada bitlerini kanlandırmıştır herhalde; normal bir durumdur bu "sektör"ün ortaya çıkması, hakiki'nin yanında hemen sahte'si türer, hiç değişmez. Bu "sahte"liğin sadece Gazze üstünde olduğunu zannediyorsanız, yanılırsınız da. 

"KAHPE DÜZEN"i yıkmak için yola çıkanlar, 20 yıllık hükümet döneminde, Erdal İnönü'ye muhalefetteyken devamlı red oyu verirken, Demirel ile kurulan koalisyon hükümeti ardından tezkeresini hazırlayıp savunduğu "Çelik Güç"'deki tavır değişikliğini soran gazetecilere söylediği "devlet gerçeğiyle tanıştık" lafı gibi bir durumla burun buruna geldiler herhalde ki "KAHPE DÜZEN"i yıkmak yerine ABDEST ALDIRARAK "TAKDİS" ETME safhasına geçenlerin "her haline" bakın da görün bunu. 

Sebebi nedir bunun?

Çok basit aslında: FİKİR'leri YOK; Fikir olmayınca HAYAL'leri de YOK; Hayal olmayınca MOTİVASYON'ları da YOK! 

Böyle olunca da, Milli Mücadele esnasında kurulan TBMMdeki "2. Grup" gibi SÜMÜK MENDİLİ pozisyonundan başka bir halleri de olmuyor, aslında azınlıkta olan "1. Grup"un birtakım "eli silahlı unsurları"ndan (misal Topal Osman) çekinip ya uzlete ya sürgüne giden, oradan döndüklerinde de mevcut iktidar ile uzlaşma içinde nefes alıp verenler gibi, açılmış sahada "yancılık" ile meşgul olmaktan başka bir faaliyetleri olmuyor. 

Fikir, Hayal, Motivasyon olmayınca "kurum ve sahipleri"nde, tabii olarak BEREKET de olmuyor. Önceden iki üç yabancı devlette "yardım faaliyeti/süt dağıtımı" ile meşgul olurken, 20 yıl sonra "dünyanın pek çok yerinde" sütçülük yapmaya başlamak da "muazzam İslâmî faaliyet" oluyor tabii!

"KAHPE DÜZEN" hala ayaktayken, onun mağdurlarına süt servisi yapmak, işte gelinen aşama bu. 

Düzene uymak varken niye çatlak ses olsunlar?

Bırakalım Ak Parti hükümetini, 20 senede dehhameleşen STK'lar ve "hocfendiler", sayısız sayıda çevrelerindeki insanları resmi veya gayr-ı resmî kurumlara sokmuş, bürokrasi ("KAHPE DÜZEN"in Çarkı!) içerisine girmişlerdir. Sadece sütçülük faaliyetleri üzerinde duracaklarına, bürokrasi içerisindeki "unsurları" eliyle, Gazze daha doğrusu Filistin Devleti'nin CAN YAKICI MESELELERİNİ niye devamı anlatmazlar? Filistin Devleti'nin HUKUKİ GERÇEKLİĞİ, mesela sadece Akdeniz'deki enerji kaynaklarının paylaşımında bir konu başlığı olarak heryerde gündem yapılamaz mı? Bu sadece bir konu başlığı hem.

Dile kolay, ama 20 senelik dehhameleşme ve arkasında bıraktığı izler sebebiyle de, bahse konu STK'lar bu mevzular içerisine "sakıncalı meseleler" olduğu için giremezler, girseler de ancak başlık olarak zikretmekle yetinirler. Mavi Marmara hadisesi delildir buna. Kaç sene geçti hadise üzerinden, anlaşması üzerinden de sekiz sene geçti, bir iki "çatlak ses" dışında bu mevzuyu bahseden mi var? Hele 15 Temmuz ertesinde "Fetö kolaylığı" da çıkmışken, mahkemenin kararına rağmen kırmızı bülten çıkartılmamasını "Fetö'ye atıp" çıkmak, tüm menfilikleri ona bağlamak varken, "devletle uyumlu çalışma" mümkünken, niye "çatlak ses" olsunlar, değil mi?

T.C. vatandaşı Yahudiler

Sosyal medyada aleni olarak, İsrail ordusuna katılarak Gazze'deki katliama iştirak ettiklerini yazan "T.C. Vatandaşı Yahudiler" meselesinde de "devletle uyumlu çalışmak" için, ilk günlerdeki "ateşli" hallerini terketmeleri de ibretliktir. Milleti İncirlik ve Kürecik üslerinin önüne yığmaktan çekinmeyen bu arkadaşlar, tamamen T.C. Mevzuatını bağlayan ÇİFT VATANDAŞLIK müessesesini ilgilendiren mevzuu niye "bayraklaştırmazlar?" 

Şikâyet etsek de birşey çıkmaz mı diyorlar acaba? 

Hodri Meydan gazetesinin yönetmeni Hasret Yıldırım bu mazerete veya "oto sansüre" sığınmadı, iki çifte vatandaş kimlikli siyonist hakkında "gereğinin yapılması" muhteviyatlı dilekçeyi savcılığa teslim etti. 

Söz uçar, yazı kalır; T.C. kimliği taşıyan siyonistlerin hukuk mevzuatı karşısındaki hallerinin tespiti için sadece laf yapan ve "oto sansür" uygulayanları kenara attı ve "şimdi savcı ve hâkim düşünsün" dedi. Mevzuatta çok açık maddeler var, bu maddeler karşısında şikâyet edilen İsrail ordusunda askerlik yapan İKİ YAHUDİ DİŞİSİnin durumunu adliye çözsün, dedi. 

Atanan savcı, ortada delil yok diyerek tek cümle ve sayfayla şikâyeti reddetti. 

Bakın tüm mesele ÇARKI ÇEVİRMEKLE ilgilidir; Hasret Yıldırım dilekçesiyle çarkı çevirmeye başladı, bu safhadan sonra da dilekçesine dair her karar bir "içtihat" olacaktır. Savcı soruşturmaya gerek yok dedi ama itiraz üzerine üst mahkeme, "hiçbir araştırma yapmadan, mevzuata da aykırı şekilde red verilmesi hukuka aykırıdır" diyerek red'di reddetti. Top şimdi "bağımsız ve tarafsız Türk adliyesi"nin sahasındadır. Top mu çevirecekler, gol mu atacaklar, dışarı mı vuracaklar, kendileri bilir. 

Hasret Yıldırım'ın hamlesi "kıymetlendirilmesi" gereken bir faaliyettir. Girişte bahsettiğimiz "Guerrilla" kelimesinin MANASI’na da denktir, kullanabilecek olanlar için. Müslüman avukatlar aynı minvalde dilekçeler verseler veya ön ayak olsalar, "guerilla hamlesi" en beklenmedik yerleri sarsabilir. Aynı zamanda bu hamle, 20 senelik "uyuşturulmadan" da müslüman kitlenin sarsılarak çıkmasına vesile olabilir. 

Hasret Yıldırım'ın dilekçesi, herkesin gözü önünde ve savcılığın re'sen harekete geçme hakkı olmasına rağmen sessizlikle "uyutulmaya" bırakılan meseleye, "düzensiz" bir hamledir. Bu "düzensiz" hamleye, onlarca STK ve avukat derneği olmasına rağmen hiçbirinin hareket geçmeyip "sessizlik düzeni" ile cevap vermesi de "ibretlik"tir. 

Hasret Yıldırım, bir kağıt parçasıyla "guerilla war" başlattı. Müslüman camianın "hukuk" zeminindeki motivasyon unsurunu sağlayıcı "guerilla"sı oldu.

Sarsacaktır. 

Sarsacağız "KAHPE DÜZENİ VE KUYRUKÇULARINI!" 

Not: "Kahpe Düzen" ifadesi, 12 Eylül öncesinde Müslüman camiada çokça kullanılan bir terkiptir, bahsedilmesinin sebebi "dün-bugün realitesi" sebebiyledir. "Gerilla Savaşı" tabiri de "anlam" olarak geçerlidir, "baba yiğit" terkibinin anlamı belliyken "TOGG'un babayiğitleri" denilmesi gibi'dir. Eblehlere yazayım dedim bu notu.