Türk Lirası’nın hızlı bir şekilde değer kaybetmesi ve Amerikan Doları başta olmak üzere yabancı para birimleri karşısında aşağı yahut yukarı bir değerde kararlı hâle gelememesi, zaten son derece kırılgan bir yapısı olan Türkiye ekonomisini krize sürükledi.
Yaşanan krize sebeb olarak birçok faktörden bahsediliyorsa da, bir süredir üzerinde durduğumuz üzere, bize göre bunların başında Türk Lirası’nın paradan beklenen fonksiyonları yerine getirememesi geliyor.
Son gelen rakamlara göre döviz cinsinden tasarruf mevduatlarının toplam içindeki oranı %55,6’ya, yâni 249,9 milyar dolara yükselmiş bulunuyor. Türk Lirası geçen hafta dolar karşısında 2001 yılı sonrasındaki en iyi haftasını geçirdi ve kur 8,57’den 7,60’a kadar geriledi; fakat böylesi bir haftada bile vatandaşlar ve şirketler TL yerine doları tercih etmeye devam etti ve dört günlük zaman zarfında döviz cinsinden tasarruf mevduatlarında 1,9 milyar dolarlık bir artış meydana geldi. Hatta bunu Türk Lirası’na karşı dövizi tercih etmek değil de, TL’nin değer kazanmasının döviz alım fırsatına çevrilmesi şeklinde de okuyabiliriz.
Siyasî İktidarın İçine Düştüğü Paradoks
Geçtiğimiz hafta sağlık gerekçesiyle istifa eden Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın döneminde cari açığın kapatılmasına odaklanılmış ve bunun yolu olarak da düşük faiz, yüksek döviz kuru metodu benimsenmişti. O zaman da, Türkiye’de tamamen yerli ve millî imkânlarla üretilen malların bile fiyatlandırmasının dövizle yapılıyor olması, üretimde kullanılan ara malların birçoğunun zaten ithâl olması ve tasarrufların Türk Lirası yerine döviz cinsinden mevduat hesaplarında tutuluyor olması dolayısıyla yalnız Türk Lirası’nın değerini düşük tutmak suretiyle bu işin üstesinden gelinemeyeceğini ifâde etmiştik.
Cumhurbaşkanı Receb Tayyip Erdoğan “faiz enflasyonun sebebidir” derken doğru söylüyor; fakat Türkiye’nin benimsediği iktisat rejimi dolayısıyla düşük faiz yüksek kur anlamına geldiği ve kurda meydana gelen her birim artış direkt olarak fiyatlara yansıdığı için bu da enflasyona sebeb oluyor.
Kur düşük, faiz yüksek olduğunda artan finansman maliyetleri dolayısıyla enflasyon yükseliyor. Faiz düşük, kur yüksek olduğunda ise üretimden başlayarak tüketim noktasına ürünün sevkine kadar geçen süreçteki her kalemin maliyeti arttığı için yine enflasyon yükseliyor.
Bu pencereden bakıldığında görüleceği üzere, Türkiye ekonomisinin içine düştüğü krizden kurtulması için bunların dışında üçüncü bir seçenek gerekiyor.
Yerli Üretim Palavrası
Ekonomik kriz, kur, faiz ve enflasyon gibi konular hakkında ne zaman bir tartışma olsa çözüm olarak birileri çıkıyor ve hemen “üretim”den dem vuruyor. Oysa ki, mevcut iktisadî rejim dolayısıyla üretimin finansmanı noktasında dışarıdan gelecek dövize bağımlı, üretimde kullanılan ara mallar için ithâlata bağımlı, üretilen malların fiyatlandırması noktasında da yabancı para birimlerine endekslenmiş bir piyasada, zihniyet değişikliğine gidilmediği sürece üretimde meydana gelecek her bir birim artışın Türkiye ekonomisini değil, tüm bu sürecin hâkimi konumundaki para cinsinin sahibi kimse onu kalkındıracağını anlamak için iktisatçı olmaya lüzum var mı?
Bizde siyasîler ve iktisatçılar piyasadan uzak oldukları ve hadiseyi kuru istatistikler ile bir takım matematik hesaplar üzerinden anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştıkları için bu gerçeği bir türlü idrak edemiyor, bu sebeble de iktidarından muhalefetine kadar hepsi aynı ağızdan “üretim” teranesini tellendirip duruyorlar.
Ki biz Türkiye’den bahsediyoruz, yâni bu üretici dediklerimizin büyük çoğunluğunu da yabancı yatırımcı teşkil ediyor ve Türkiye’nin memlekette yabancı yatırımcı tarafından yapılan üretimden tasarrufu işçilerin aldığı maaşın ötesine bir türlü geçmiyor. Başta TÜSİAD üyeleri ve Ak Parti iktidarlarından nemalanarak servet sahibi olan “yerli” yatırımcının ise elde ettiği bütün tasarrufu zaten bir şekilde Batı’ya aktardığı artık herkesin bildiği sır.
O Zaman Üretim Yapılmasın Mı?
Elbette ki üretim yapılmasın demiyoruz. Biz, mevcut iktisadî rejim içerisinde kalmak ve zihniyeti muhafaza etmek suretiyle, her ne yapılırsa yapılsın bu Türkiye’ye değil, kullanılan para birimi kimin elindeyse ona yarıyor, diyoruz.
1948 Senesinden Beri Motoru Çalıştırmayan Marş
Geçtiğimiz haftalarda da ifâde ettiğimiz üzere, Türk Lirası’nın paradan beklenen fonksiyonları bir türlü yerine getiremiyor oluşu bugünün meselesi değil. Marshall yardımlarından beri kendi değerini tamamen dışarıdan gelecek finansmana endekslemiş bir para birimidir Türk Lirası. Şu son yıllarda sıkça konuşulan “yerli ve millî” perspektifinden bakacak olursak, Türk Lirası ne yerli ve ne de millîdir bu bakımdan.
Dışarıdan gelecek “sıcak para”yı dört gözle bekleyen iktidar ve muhalefet saflarından siyasetçiler ile iktisatçılara, tam da burada bir parantez açmak gerekiyor. Dışarıdan gelen para tabiî olarak kimsenin babasının hayrına gelmiyor. Gelen para burada yapılacak yatırımları finanse ediyor, doğru; ve fakat yapılan yatırımlardan elde edilecek kazanç ile bu kazançtan sağlanacak tasarrufu giderken peşinden sürükleyip götürüyor. Kısa vadede belki marşa basmak için dışarıdan gelecek sıcak paraya başvurulabilir; fakat 1948 senesinden beri dönen marş eğer ki motoru çalıştırmamışsa orada bir durmak gerekmez mi?
Türk Lirası’na Paranın Fonksiyonlarını Kazandırmak
Para, en umumî tabire göre mübadele, değiş tokuş vasıtası. Paradan yerine getirmesi beklenen fonksiyonlar ise mübadele vasıtası olması, standart kıymet ölçüsü olması ve tasarruf vasıtası olması. Gerek bu yazımızda gerekse daha evvelki yazılarımızda üzerinde durduğumuz üzere Türk Lirası paradan beklenen fonksiyonların hiçbirini yerine getiremiyor.
Şartlar göz önünde bulundurulduğu takdirde, Türk Lirası’nın paradan beklenen fonksiyonları yerine getirebilmesi için kullanılabilecek herhangi bir dolaylı yol görülmüyor. Doğrudan itibar kazanma bahsini açacak olursak, Türk Lirası’nın bugün yeniden paradan beklenen mübadele, değiş tokuş ve standart kıymet ölçüsü olma fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için kendisinden daha büyük bir itibara/şahsiyete irca edilmesi gerektiği ve bunun da paranın aslı olan altına endekslenmesi yoluyla mümkün olduğu açıktır.
Türkiye’nin İktisat Politikası
Türk Lirası’na paranın haiz olması gereken fonksiyonlar kazandırılmadığı sürece, Türkiye’de ekonomik mânâda atılacak adımların hiçbir netice vermeyeceği açıktır. Dolayısıyla memleketin iktisat politikasını belirleyenlerin başa alması gereken mesele paradır. İnsan vücudunda dolaşan “kan”ın kimyası bozulduğu takdirde kan değerlerini düzeltmek dışındaki tıbbî müdahaleler nasıl ki hiçbir netice vermiyorsa, ekonomideki deveranı sağlayan paranın kimyası düzeltilmediği sürece de alınacak iktisadî tedbirlerin hiçbir netice vermeyeceği açıktır.
Yeni Ekonomi ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası başkanları eğer ki başarılı olmak ve hatta sergiledikleri performansla Türkiye tarihine geçmek istiyorlarsa, Türk Lirası’nın altına endekslenmesi onlar için de fırsattır.
Madem ki Cumhurbaşkanı Erdoğan acı reçeteden bahsediyor, o zaman mevcut emisyon hacmine göre Türk Lirası’nı Merkez Bankası ile diğer bankalardaki altın rezervine uygun bir şekilde endeksleyelim ve ilk planda piyasada yaşanacak sıkıntılar dolayısıyla o acı ilacı biz, emisyon hacmiyle bir daha keyfe keder oynayamayacağınız için de siz için. Böylelikle Türkiye’nin makus talihi hâline gelmiş ekonomik kriz döngüsünü kıralım ve gerçekten de memleketin, vatandaşın faydasına olacak şekilde mal ve hizmet üretebilir, finansman bulabilir ve ticaret yapabilir hâle gelelim.
***
Bahsettiğimiz şekilde yeni bir ekonomik rejime yataklık edecek inkılab çapında hamlelere girişmek yerine günü kurtarmak adına bugün faizi yükseltelim kur düşsün, yarın faizi düşürelim kur yükselsin kafasıyla devam edecek olursanız, o anlı şanlı dış güçlerin yiyemediği iktidarınızı piyasa ekonomisinin yalayıp yutmakta tereddüt etmeyeceğini de peşinen söyleyelim.
Baran Dergisi 723.Sayı