Geçen haftaki yazımızda “Son Sömürge: Kadınlar” isimli kitaptan bahsetmiştik. Bu kitapla ilgili bir ayrıntı verelim: 1988’de yayınlanan bu kitap, 20 yıl sonra 2008’de tercüme edilmiş Türkçe’ye. Bu önemli bir vurgu, çünkü bizde “feminizm” hareketi, ister Kemalist, ister sosyalist, ister komünist ideolojik tabanlı olsun, hiçbir zaman beklediği tabanı bulamamış, toplumsal bir hareket haline gelememiştir. Bunun pek çok sebebi var, fakat en önemli sebeblerinden biri de, Batı kaynaklı bu hareketi, bizdeki muadillerinin hep 20-30 yıl geriden takip etmeleridir. Bahsini ettiğimiz kitap, bir tezi olan, bu tezini de güçlü argümanlarla besleyen bir kitap. Bizdeki “Tek Tanrılı Dinlerde Kadın” gibi kitaplarla, İslâm’ı da diğer dinlerle “aynı” kabul eden, basit ve sığ kitaplardan değil en azından. Feminizmin temel çıkış noktası Hristiyan ahlâkının ve Yunan aklının, kadını temelde “dışlayan” ve “yok sayan” bakışıdır ya, bizdekiler de aynı argümanı İslâm üzerinden dillendirmeye çalışırlar. Bizdeki Feminist hareket bu anlamda sığ ve taklitçidir. Batı’da tabiî bir süreç hâlinde gelişen hareket (Hristiyan dogması, Yunan Aklı, Sanayi devrimi), bizde zoraki, itekleye itekleye gelişmeye çalışmıştır. Sonra da mevzu bir cinsel kimlik dayatmasına dönüşmüş, “kadın bedeni” ekseninde gündeme gelmiştir. 
Bahsini ettiğimiz kitap şu soruya cevap arıyor: “Gerçekten temel soruları ötekiler, yani ekoloji hareketi, alternatif toplumsal hareket ve kadın hareketi soruyor: Yağmalanmış bir doğada tam anlamıyla beşeri bir varoluş söz konusu olabilir mi? Kökleri insanların ve doğanın sömürüsüne dayanmayan toplumsal ve ekonomik örgütlenme modelleri oluşturabilir miyiz? Fakat, asıl olarak çevreci ve alternatif hareketin önerdiği ileriyi gören modeller bile Beyaz Adamın -hem Batı hem de Doğunun endüstriyel uluslarının - fikrî ufku ve de somut hayatı içinde tuzağa sıkışıp kaldı.”
Ben Türkiye’de bu suali soran bir “feminist hareket” henüz göremedim. Aslında bırakın feminizmi, “başka bir ekonomik sistem mümkün” diyen, (İbda hareketi dışında) herhangi bir ideolojik hareket bile göremedim. Hâlâ kadının kılık kıyafeti, bedeni üzerinden tartışmalar ve suni gündemlerle meşgul oluyoruz.
Öyleyse Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyetin ilk yılları sürecinde bizde ortaya kadın hareketlerinin içinde, pek de bilinmeyen bir hadiseden bahsetmek, sanıyorum, ülkemizdeki feminist hareketlerin seyrini anlamak için de ufuk açıcı olacaktır.
Nezihe Muhiddin. Kimdir bu kadın? 1889 yılında İstanbul, Kandilli'de doğar. Serasker Ağa Hüseyin Paşa'nın torunu, savcı Muhiddin Bey'in kızıdır. Eğitim hayatı Kandilli mahalle mektebinde başlamış, sonrasında kardeşiyle birlikte evde devam etmiştir. Farsça, Arapça, Fransızca ve Almanca ile bu dillerin edebiyatını özel öğretmenlerden öğrenir. Kadın sorunları üzerine düşünen, aynı zamanda ilk kadın gazetesi Hanımlara Mahsus Gazete'nin Zekiye takma adıyla aktif yazarlarından olan Nakiye Hanım ile annesinin edebiyat ve toplumsal sorunlar üzerine yaptıkları tartışmalar, Nakiye Hanım'ın evde düzenlediği toplantılar, ilerideki düşüncelerinin ilk tohumlarını atacaktır. Henüz sekiz yaşındayken, annesiyle birlikte kadınların kurdukları hayır derneklerinin çalışmalarında bulunur; Nakiye Hanım vesilesiyle Fatma Aliye ile tanışma fırsatı yakalar. Fatma Aliye Hanım ile ilişkileri uzun yıllar sürecektir. Yüksek öğrenim görmediği halde kendi kendini yetiştirecek, yirmi yaşında Maarif Nezareti'nin fen sınavını kazanarak fen bilgisi derslerini vermek üzere Kız İdadisi’ne atanacaktır. Aynı zamanda İttihat ve Terakki Kız Sanayi Mektebi'ne müdür olur. Maarif Bakanlığı'na eğitim hakkında raporlar yazar; birçok okulda müdürlük, ilkokul ve yabancı okullar için müfettişlik yapar. İki kere evlenir. Ancak edebi yaşamı boyunca ikinci evliliğinin soyadını değil, babasının soyadı olan Muhiddin'i kullanacaktır. 1911 ile 1944 yılları arasında ulaşılabilen 17 romanı, 300 kadar öyküsü yayınlanmıştır.
Kadınlara oy hakkı, “hak verilecekse biz veririz” diyen tarafından henüz “verilmeden” 10 yıl kadar önce, 1923 yılında Cumhuriyet tarihinin ilk partisini kurmuştur. Kadınlar Halk Fırkası. Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmadan evvel. Tabiî ki, onay verilmemiş, onun bu girişimi engellenmiştir. “Parti kurulacaksa biz kurarız” diyen tarafından. 8 ay partisinin onaylanmasını beklemiş ve fakat beklediği onay gelmeyince, Türk Kadınlar Birliği adı altında dernekleşme yoluna gitmiştir. Kadınların oy hakkı için mücadele etmiş, meclise teklifler sunmuştur. Çeşitli dergiler çıkarmış, makaleler kaleme almıştır. Gelin görün ki, bu faaliyetleri Atatürk tarafından yasaklanmış, CHP’nin gazetesi Cumhuriyet’te ise “Havva’nın kızları, meclise girip yılın manto modasını tartışacak” şeklinde alaya alınmıştır.
Nezihe Muhittin, siyasi hareketi engellenip, savunduğu fikirler “çok sert” bulunduğu için kendi kurduğu dernekten de çıkarılmış, hakkında yolsuzluk davaları açılmış, itibar suikastına maruz bırakılmıştır. Yazılı basında hakkında olur olmaz bir sürü haber çıkmış, savunduğu şeyler karikatürlerle alaya alınmıştır. Kadın derneği ise, kadınlara oy hakkı “verildiğinde”, “artık derneğimizin kuruluş amacı gerçekleşti” denilerek kendini feshetmiştir. Nezihe Muhittin, bu süreçte, kendi içine kapanmış, edebi alanda eserler vermiş, hikâyeler, tiyatrolar romanlar yazmış ve tek başına bir akıl hastanesinde ölmüştür.
Bu olaylardan kısa bir süre sonra kurulan İstiklal mahkemelerinde, oy hakkı “verilen” kadınlardan biri, yine fikirleri sebebiyle, “şapka kanununa muhalefet ettiği gerekçesiyle”, idam edilmiştir. Bu kadın da Erzurumlu Şalcı Bacı’dır. Darağacı yolunda şaşkınlık içinde, "Kadın şapka giye ki asıla!" dediği rivayet edilir. Bu idamın, kadınlara şapka giyme yolunun hazırlanmasında fayda sağladığından söz edenler olur. Hatta derler ki, Erzurum’da Vali ve Kumandan Paşa bir araya gelmiş, ‘Şapka Kanunu’nun “muhayyilelere dehşet salmak” suretiyle kabulü için bu kadını asmak gibi bir karara varmışlardır. 
Cumhuriyet tarihinden, Cumhuriyet’in hışmına uğramış iki kadın. Biri cumhuriyet değerlerine sahiptir fakat söz dinlemez, itibar suikastına maruz kalır, diğeri ise halktan garip bir kadındır, ibreti âlem için idam edilir.
Türkiye’deki feminist hareketin “cumhuriyet kadınları” tarafından filan başlatıldığını iddia etmek, “Batılı pek çok ülkeden evvel biz kadına oy hakkı verdik” demek abesle iştigaldir. Cumhuriyet ideolojisinin, Kemalizm’in desteklediği kadın hareketinin muhtevası budur çünkü. 
Gayet açık bir şeyden bahsediyoruz, tarihimizde bir kadın “şapka giymeye muhalefet ettiği için” idam edilmiştir. Bugün, kılık kıyafetin, yani bedenin, kadın hareketlerinde bu kadar “merkezi” rol üstlenmesinin temelinde yine bir kadının “ölü bedeni” yatmaktadır. 
Baskı ve zorbalıkla kadına dayatılan “benim istediğimi giyeceksin”, “benim dediğim gibi düşüneceksin”e dair iki açık örnektir Nezihe Muhittin ve Şalcı Bacı. Türkiye’deki feminist hareketin temeli bundan ibaret…
Son tartışma Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğinin de göstergesi: Harp Okuluna kabul edilen bir başörtülü kadın için, “modernizmin başarısıdır bu, dinin başarısı değildir” diye keskinlik yapan bazı İslâmcılar ile “cumhuriyet değerlerimiz dinamitleniyor” diyen Kemalistler ortak paydada buluşmuş görünüyor. Sistemin “izin verdikleri” üzerinden tartışmaya devam. Kadının kapitalist, laik, cumhuriyet sisteminde kapladığı yer, eğer başörtülüyse şu kadar, açıksa bu kadar. Tartışma bundan ibaret. Tekrar başa dönüp soralım: “Başka bir sistem mümkün değil mi?”

Baran Dergisi 560. Sayı