Salih Mirzabeyoğlu bir vicdan, bir ümittir. Salih Mirzabeyoğlu “Müslüman, bu çağda ne yapacak?” sorusunun cevabıdır.

Salih Mirzabeyoğlu cezaevinde iken, onun hayatı ile ilgili belgesel çalışması için Tayyar Tercan’ın yaptığı mülakatlardan bir kesit olarak, Baran Dergisi’nin Yayın Kurulu Üyesi Kâzım Albay ile derginin ofisinde Ocak 2013 tarihinde yapılan mülakatın çözümünü yayınlıyoruz.

Salih Mirzabeyoğlu ve fikirlerini hangi vesileyle tanıdınız? Kendilerini ilk nasıl gördünüz ve tanışma süreci nasıl gelişti?

1977 yılı... Yüksek İslâm Enstitüsü’nde öğrenciyim... Boykotlar başlıyor! Ben de boykotlarda liderlik yapıyorum... Bu vesileyle Akıncı Gençlik içerisindeyiz, sempati duyuyoruz. Gölge dergisi çıkıyor o süreçte. Gölge dergisiyle irtibata geçiyoruz ve boykot kadrosu içerisinde Gölge dergisinin sempatizanları var. Biz de hareketimize destek olsun diye, Gölge dergisine başvuruyoruz. Sonra Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıyoruz. Salih Mirzabeyoğlu bizim hareketimize alâka gösteriyor, bizden desteğini esirgemiyor. Akabinde Gölge kadrosunu destek için okula gönderiyor. Elli beş günlük bir boykot dönemi oluyor. Tabiî o süreçte Salih Mirzabeyoğlu’nun fikirlerini tanımaya başlıyoruz. Kendisiyle fiilî tanışıklığım çok yakından değil, fakat hareket içerisinde bize verdiği destek sayesinde Salih Mirzabeyoğlu’nun fikrini, ne yapmak istediğini anlamış oluyoruz. Biz o zamanlar bir arayış içerisindeydik.

1975 yılında Salih Mirzabeyoğlu’nun liderliğinde çıkmıştı Gölge dergisi. Gölge, “ilk ihtilâlci ses” olarak kendini duyurdu. Önce Gölge dergisini sonra da Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıdım.

Gölge Dergisi’ne gidip gelirken mi kendilerini tanıdınız?

Arkadaşım Hüsnü sayesinde dergiye gidip geldim. O vesileyle Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıdım. O zamanlar kitapları yeni çıkmıştı. Bütün Fikrin Gerekliliği eseri Gölge dergisinde tefrika ediliyordu. Salih Mirzabeyoğlu Akıncılar’ın fikir babasıdır, bunu belirtmeliyim. Gölge’yi açınca görülür; dergi Akıncı haberleriyle dolu. Moro, Filipinler, Eritre’den Akıncılar’ın haberleri yanında, içeride de akıncı eylemleri ve şehidlerin haberleri yer alır.

Aynı dönemde Necip Fazıl ile de tanıştınız herhalde?

Tabiî, tabiî. O dönemlerde boykotların akabinde, Akıncılar teşkilâtında görev aldım, İstanbul’un ikinci başkanı olarak Gölge dergisi kadrosundan arkadaşlarla Akıncılar’ın yönetimindeydik. Akıncılar’a bir aktivite kazandırma hususunda arkadaşlarla beraber gayretlerimiz oldu. Salih Mirzabeyoğlu’nun, Akıncılar’ın kurucusu olduğunu belirtmiştik; bundan biraz bahsetmek istiyorum. O dönemde Ülkücüler ve Komünistler arasında üniversitelerde, işçi kuruluşlarında, liselerde ve hatta semtlere kadar bir gruplaşma var idi. Mukaddesatçı gençlik, bu ikilem arasında kalmıştı; Ülkücü veya Komünist arasında? Komünizme karşı bir red söz konusuydu. Ülkücülerin ise bir dezavantajı vardı; Komünizme karşılar ama neticede Kemalist düzeni savunuyorlardı. İslâm’a inanan birisi, böyle bir düzenin yanında yer alamaz! Salih Mirzabeyoğlu’nun burada öncü ve çığır açıcı rolünün üzerinde durmak gerekiyor. İmam-ı Gazâlî’nin İhyâu Ulumiddîn isimli eserinde Müslümanlara dair çığır açma mevzuunda çok ehemmiyetli beyanları var. Salih Mirzabeyoğlu Müslüman gençliğin teşkilâtlanmasını ve Akıncılar ismiyle demet hâline gelmesini sağladı. Yani Müslümanların Ülkücü yahut Komünistlerin yedeğine girmemesi çok önemli bir husus. İnancımıza ve gençliğimize tercüman olarak Salih Mirzabeyoğlu’nun fikriyatını bulduk. Zaten Gölge kadrosunun bize gösterdiği tavır, çok öncü ve ilerici bir tavırdı. O sayede yolumuz ve ufkumuz açıldı. Bize sabır, direniş, metod ve fikir aşıladılar. Bu vesileyle Salih Mirzabeyoğlu’nu tanıdım. İfade ettiğim gibi; Salih Mirzabeyoğlu Akıncılar’ın kurucusu, İslâmcı gençliğin bağımsız hareketini sağlayandır. Salih Mirzabeyoğlu sayesinde Büyük Doğu’yu öğrendim. “Büyük Doğu’yu bilmiyor muydunuz?” diyorsanız, evet biliyordum... Ama Necip Fazıl’ı sadece bir kahraman, bir gazeteci, çok güzel şiirleri olan, taviz vermeyen birisi olarak biliyordum. Necip Fazıl’ın aslında İslâmcı harekete bir sistem getirdiğini, bu hareketi başlatan, İdeolocya Örgüsü diye temel bir kitabı olduğunu, bir dünya görüşü ortaya koyduğunu bilmiyordum. Bunları Salih Mirzabeyoğlu’ndan öğrendim...

Peki, Salih Mirzabeyoğlu yaşça sizden büyük mü?

Yedi yaş büyüktür benden. Salih Mirzabeyoğlu altmış sekiz kuşağıdır...

Daha samimi olması bakımından biraz daha derine inelim. “İBDA-C terör örgütü” diye bir örgütün var olduğunu söylüyorlar. “İBDA-C terör örgütü lideri Salih Mirzabeyoğlu” ifadelerine de tanıklık ettik.

Ben de “İBDA-C terör örgütü mensubu” olduğum iddiasıyla on yıl yattım.

Peki, size atfettikleri bu “terör” suçunun mânâsı aslında neydi? “İBDA-C terör örgütü” dedikleri, belinde silah, kahvehane basan, meyhaneler basan, bir yerlere bomba yerleştiren insanlar olarak lanse edildi. O zamanın şartlarında televizyonlar ve gazeteler sizi hep böyle gösterdi. “İBDA-C” aslında nedir?

İBDA-C, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dışında, İBDA’ya bağlı, hatası ve sevabı kendine ait cephelerdir. Birbirinden bağımsız hareket eden, İBDA fikriyatına bağlı cepheler... Bu cepheler legal de olabilir, illegal de. Herkes kendi üslubunca faaliyette bulunur. Hatası ve sevabı kendine aittir. Cepheler bağımsızdır. İBDA cephelerinde dikey cepheleşme yoktur, yatay örgütlenme vardır. Bu örgütlenme modeli İBDA’nın ortaya koyduğu orijinal bir harekettir. Niye yatay örgütlenme peki? Aslında bu iş hayatında da geçerlidir. Yatay örgütlenme ile inisiyatif alarak çalışmak daha iyi değil midir? Yani dikey, tepeden aşağıya doğru faaliyette bulunmakla kıyas edin. Salih Mirzabeyoğlu bunu 1980’lerde cepheleşme modeli olarak sundu. Herkes emeğini bu çarşafa döksün gibi. Dolayısıyla mizaç ve faaliyet farklılıkları olabilir. Aynı dava için, farklı alanlar kullanılabilir. Bu alanlar içerisinde, kanunî alanlar da olabilir, kanun dışı da. Diyelim ki, mahallenin yakınına kadar bir birahane geldi. Kanunlara göre bu birahaneyi tahrip etmek, taşlamak yasak... Fakat sen bunu kabul etmiyorsun ve bu birahaneyi taşlıyorsun. Buna benzer iman öfkesinden doğan başka olaylar... Bu olabilir, başka şeyler de olabilir. Herkesin yaptığı kendinedir. Herkes İslâm’a zarar verici bir şeye karşı gelebilir. Allah Resûlü’nün ve Sahabe-i Kiram’ın hayatlarından buna benzer misaller görmek mümkün. Kimse buna “yoktur” diyemez. Suç olsa da “hak yol İslâm” diyeceğiz ve suç olsa da “hak yol İslâm” yazacağız. Biz bu marşı söyleye söyleye geldik, Akıncılar, Millî Selamet Partisi döneminden beri bunu herkes bilir...

Salih Mirzabeyoğlu siz ve sizin gibi insanları bir şekilde fikriyle etkiliyor. “İslâmî zuhur” dediği bir ideoloji. Siz o fikri benimsiyorsunuz.

Evet.

Bu sebeple, devlet tarafından “suç unsuru” sayılan şeyler yapıyorsunuz öyle mi?

Seküler ve Batıcı devlete göre evet. Ancak benim inandığım kitaba göre bir suç tanımı var, Kuran ve sünnete bakarım ben.

Biz şu an Kapitalist sistem ile yönetiliyoruz. İslâm’ı bu topraklardan defetmeye çalışanlar Batıcı-lâik bir sistem getirmiş. Müslümanlar esir konumunda. Öyle ki irtica ithamı altında yani. Başörtüsünden tutun, ibadetlerine kadar birçok şey yasaklanmış. Biz güç sahibi olup, bu durumdan kurtulup, Necip Fazıl’ın ortaya koyduğu Başyücelik Devleti’ni kurmaya çalışıyoruz. Bunu tesis etmek için, güce karşı güç olmak gerekir. Bu meydanda... Tabiî ki kan dökmeyi kimse temenni etmez. Fakat karşı taraf seni ezmek istiyorsa, varlık bulabilmek için senin de güç kullanman gerekiyor.

Peki, siz kan döktünüz mü?

İBDA cephelerinden veya fertlerinden kanun dışı yolu benimseyenler olabilir... Suçların şahsîliği ortadadır, herkesin yaptığı kendine aittir. İBDA-C genel zümre adıdır. Mesela Baran Dergisi, İBDA’nın bir cephesidir! Legaldir... Bunun gibi başka yayın organları, başka kuruluşlar vardır. Birisi bir şey yapmak istiyorsa, kanunlar nezdinde muhatap alınacak yine kendi şahsıdır.

Salih Mirzabeyoğlu hangi tavrı benimsedi peki? Sadece fikriyatıyla mı mücadele etmeyi tercih etti?

Salih Mirzabeyoğlu; İBDA’nın kurucusu, fikir, sanat ve aksiyon adamıdır. Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’ın ekolünü, mirasını devam ettirendir. Salih Mirzabeyoğlu, pazarlıksız Allah ve Resûlü davasını, çağımızda sistemleştiren, bunu fikirde ve hareket plânında örgüleştiren bir kişidir. Kimseye talimat vermesi söz konusu değildir; polisçe de itiraf edilen bir husustur... 28 Şubat sürecinde hukuksuz olarak cezalandırıldı. Hiçbir delil yokken! Mirzabeyoğlu İslâm’ın iktidarını isteyen, Necip Fazıl’ın şahidi olan, bu hususta her türlü çileyi çekmiş, fikir, sanat ve aksiyon adamıdır. O, basit tanımlamalara sığmaz.

Mirzabeyoğlu’nda ne buldunuz?

“Ben kimim?” derken Mirzabeyoğlu’nu buldum! Akıncılar’dan bahsederken bunu söylemiştim. “Çağımızda nasıl bir İslâmcı mücadele lâzım? Çağımızda nasıl bir İslâmî şuur edinmeli?” diye kendime sorarken, Salih Mirzabeyoğlu’nu buldum. Diyeceksiniz ki, “ben kimim?” demeyle Salih Mirzabeyoğlu’nun ne ilgisi var?” Birçok sorunun cevabını, “hayat nedir, ölüm nedir, varlık nedir, oluş nedir, zaman ve özgürlük nedir”in izahını Salih Mirzabeyoğlu’nun fikriyatında buldum. İnsan, inandığı sistem için savaşır. Bu hususta da her şeyi göze alır. Biz de göze aldık! Salih Mirzabeyoğlu dik duruşuyla, İslâm’ın taviz vermez yönüyle bir İslâm büyüğü olduğunu gösterdi. Bunun tarihte birçok örneği var. “Kur’an mahlûk” demediği için kırbaçlanan İmam Ahmed bin Hanbel, Şehid İmam-ı Azam yine aynı şekilde kırbaçlanıp zindana atılmıştır. Sahabenin ve Ehl-i Beyt’in şehadetlerinden daha birçok misal var. Salih Mirzabeyoğlu 28 Şubat’ın en önemli mağdurudur, o süreç dik duruşa misaldir. Kısa bir kronoloji yaparsak tüm mücadelesinde bu gözükür. Batıcı, sömürücü sisteme karşı dik duran, İslâm bayrağını açan, Müslüman gençliğin toplanabileceği, herkesin kendini ifade edebileceği bir teşkilâtlanmaya yol açan Salih Mirzabeyoğlu’dur. Şimdi görüyoruz işte: “Ilıman İslâm”, “liberal İslâm”, “demokratik İslâm”dan tutun bir sürü eğilip bükülenler ve dönenler... Salih Mirzabeyoğlu’nda böyle bir şey söz konusu olamaz!

Salih Mirzabeyoğlu’nun halk nazarında karşılığı nedir?

Salih Mirzabeyoğlu’nun halk nezdinde karşılığı medyanın gösterdiği gibi değildir. O’nun çilesi ve dik duruşunun halk nezdinde derin bir karşılığı vardır, bu ifade edilmese de. Ama bir parti başkanı değil Salih Mirzabeyoğlu.

Peki, tam olarak kimdir?

Salih Mirzabeyoğlu bir vicdan, bir ümittir. Salih Mirzabeyoğlu “Müslüman, bu çağda ne yapacak?” sorusunun cevabıdır. Tamam, Müslümanız elhamdülillah. Kur’an, sünnet, icmâ, kıyas belli. Peki, ne yapacağız? Bunları nasıl hayatımıza tatbik edeceğiz? Demokratik nizama mı uyacağız? Hayır uymuyor! Başyücelik Devlet modeli demokratik nizamı reddeden, İslâm’ı orijinalitesiyle, asliyetiyle savunan bir düzenlemedir. “Akıncılar olarak ne yapacağız?” dedik ve Salih Mirzabeyoğlu ile beraber sorularımızın cevabını bulduk. Düzenin bize empoze ettiği bazı şeylerle yaşayabilir miyiz? Küfre rıza ayniyle küfürdür. Kumandan Mirzabeyoğlu bize iş, aksiyon, zaman, estetik idrak, hukukî nizam ve ahlâkî nizamı öğretti. Dahası tüm bâtıl rejimlere İslâm’ın cevabını gösterdi. Asırlardan beri bozulmamış, fakat son bir asırdır bozulmak istenen İslâm’ın Ehl-i Sünnet çizgisini aslî yerine koyan biridir Salih Mirzabeyoğlu. Tasavvufun ne olduğunu Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu sayesinde öğrendik. Kötü örneklere bakıp, tasavvufa burun kıvıranlar da var; bu yanlıştır tabiî. Bize tasavvufun asliyetinin ne olduğunu onlar gösterdi. Allah korusun başka yollara da düşebilirdik. Doğru yol ve aksiyon BD-İBDA sayesinde önümüzde parıldadı. Çile karşısında Müslümanın dik durması gerekir, bunu gördük.

Salih Mirzabeyoğlu’nun karşısında kim var? Salih Mirzabeyoğlu, sistem içerisinde egemen olan ve şu anki hükümete “muhalif” kişiler tarafından mı halen hapiste tutuluyor? Yoksa “dış güç”lerin de bunda bir parmağı var mı?

Salih Mirzabeyoğlu Batı ile hesaplaşmadır. Zaten kendisi de söylüyor, “Batı ile hesaplaşmadan İslâmî iktidarı kuramayız!” Tanzimat’la başlayan, ancak bozulmanın başlaması olarak Kanuni’den bu yana bir hesaplaşma var. Dolayısıyla Batı, Tanzimat’tan beri burayı izliyor. İslâm’a karşı buradaki tetikçilerini kullanıyor. Cumhuriyetin kuruluşuna gitmemiz lâzım. Nasıl kuruldu? Lozan neyin karşılığında yapıldı? Kemal Tahir’i okumak lâzım. Altı asırlık bir imparatorluk, bir günde Lozan’da tasfiye edildi. Bu nasıl bir hâdisedir: Bir bakkal bile böyle tasfiye edilemez? Çıkar çevreleri, bu sistemden beslenenler Salih Mirzabeyoğlu’na düşmanlık duymuştur. Bu arada kullanılan, sindirilen İslâmcılar da var. Salih Mirzabeyoğlu’nun Ehl-i Sünnet çizgisinden dolayı husumet duyanlar da olabilir.

Salih Mirzabeyoğlu neden evrensel bir hitap şeklini benimsemiyor? “Ya bizdensin ya onlardan” deniliyor ya hani. Birini düşünün, Ehl-i Sünnet değil, İBDA fikriyatını da benimsemiyor. Fakat bir şekilde Necip Fazıl’ı da hor görmüyor.

Üstad Necip Fazıl’ın “mücerred fikir istidadı tam” diye takdim ederek “güvenebileceğim bir adam” dediği şahsiyet Salih Mirzabeyoğlu’dur. “Bir genç arıyorum, gençlikte köprübaşı” dediği şahsiyet de O’na denk gelir. Bakın bugün Necip Fazıl’a çok ihtiyaç olduğu söyleniyor fakat kim olduğu gerçekte bilinmiyor. Bu çok önemli bir husus. Ve Salih Mirzabeyoğlu’nun bir Necip Fazıl tanımlaması vardır: “Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte içinde bulunduğumuz çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nispetle heykelleştiren adam!” Davanın aşkını, vecdini, diyalektiğini, estetiğini, dost ve düşman kutuplarını işaretleyen, hedeflendiren, istikametlendiren, İslâm’ı eşya ve hâdiselere tatbik edebilmenin “nasıl”ını çerçeveleyen adam... İslâm’a muhatap anlayışın dünya görüşünü örgüleştiren adam. Necip Fazıl’ın bütün hakikatini bu tanımlamadan görüyoruz. Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’ın misyonunu ön plâna çıkarıyor.

Peki Necip Fazıl kimin misyonunu ön plâna çıkarıyor?

Otuz Üçüncü Altun Halka Esseyîd Abdülhâkîm Arvâsî Hazretleri... Necip Fazıl, Arvâsî Hazretleri’nden icazetli, eğitimini oradan almış... Büyük Doğu ve İBDA bu yoldan gelir. Abdülhâkîm Arvâsî Hazretleri’nin silsilesi, Seyyid Fehim Hazretleri, Seyyid Talha Hazretleri ve Mevlânâ Halid Bağdadî Hazretleri, İmam-ı Rabbânî Hazretleri, Şah-ı Nakşîbend Hazretleri, Hz. Ebubekir, Allah Resûlü’ne kadar gider.

Halife gibi mi?

Nisbet mânâsında evet. Basit mânâda bir şeyden bahsetmiyoruz burada. Ben Salih Mirzabeyoğlu’nu bir İslâm büyüğü olarak görüyorum. Bence kanı ve canını şeriata feda etmiştir. Ben keramet aramıyorum! Salih Mirzabeyoğlu’nun şeriata bağlılığının tam olması, bana yeter. Keramet aramaya da gerek yok. Tavizsiz bir şekilde şeriatı harfi harfine savunan ve bunun ideolojisini ortaya koyan birisidir... İslâm’ı bulandırmaya çalışanlara karşı canla başla mücadele vermiştir.

Peki, özeleştiri yapıyor musunuz? Salih Mirzabeyoğlu, davasını güden arkadaşlarına özeleştiri yapmasını söylüyor mu? “Şurada yanlış yaptık”, “şöyle olsaydı daha iyiydi” gibi.

İBDA cephelerinin yaptıklarının hatası ve sevabı kendilerine ait. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere, bir özeleştiri yapılması gerekir... İBDA fikriyatı, Necip Fazıl’ın yetiştirmesiyle ortaya koyulan bir fikriyattır, ona bağlıdır. Salih Mirzabeyoğlu, “Necip Fazıl’ın fikriyatına karşı müstakil bir hürriyetim yoktur” diyor. Necip Fazıl’ın bağlı olduğu yeri de saydık. Bu kapı, büyük ve sağlam bir kapıdır. Mensupları bu kapıya layık mıdır? Hayır, ben kendi adıma öyle bir iddiada bulunmuyorum! Ben kendi gücüm, şuurum ve anlayışım nisbetinde İBDA’ya bağlıyım. Tavır ve davranışlarımla bunu yansıtmaya çalışıyorum. Eğer doğruysa yaptıklarım, İBDA’nındır. Yanlış ise bana aittir. Müslüman’ın bakışı da böyle değil midir? Hiçbir Müslüman İslâm’a mutabık olduğunu iddia edemez ki? Bu iddia çok büyük bir edepsizlik olur.

Peki, “doğru yaptıysam Allah’tan, yanlış yaptıysam nefsimden” diyen insanla aynı çizgide mi bulunmuş oluyorsunuz?

Kesinlikle öyle. Akıncı Güç çıktığı zaman bir deklarasyon yayınlandı. Orada geçiyor: “Kim ki pazarlıksız olarak Allah ve Resûlü diyorsa, o bizdendir, biz de ondan!” Bitti... Pazarlık olmayacak... Bugünün bütün hareketlerine bak; İBDA’nın kiminle bağı var? Ya da İBDA veya İbdacıların kime gebeliği var? Hangi hareketten destek alıyor, nereyle ittifakı var? İBDA Anadolu’da doğmuş bir öz hareket olduğu için kimseye bir bedel borcu yoktur. Ama bizim Çeçenistan’da da, Kırgızistan’da da ve Bosna’da da, Irak’ta da gönüldaşlarımız var... Bizim emperyal-besleme hiçbir güçle ilişkimiz yok! İBDA yüzde yüz yerli bir harekettir... Hakka bağlı halkla mutabakatı olan bir dünya görüşü... Bin yıllık bir gelenekten bahsediyoruz. Alp Arslan, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim kime kul köle oldu? Allah’a ve Resûlü’ne... Gölge Dergisi’nden bir manifesto: “Ne uzlaşma, ne teslim, ne hiçlik! Yalnız Mutlak Fikir’de birlik!” İşte bu yüzden Salih Mirzabeyoğlu cezaevinde.

Salih Mirzabeyoğlu’nun serbest kalmasıyla alâkalı bir beklentiniz var mı? Son dönemde hastaneye sevk edildi, “ben suçlu değilim niye affedileyim?” diye bir açıklama yaptı.

Bu mevzuları avukatlarla da konuşmuşsunuzdur. Salih Mirzabeyoğlu’nun bu noktada kimseye bir talebi olmayacağını, tanıyanlar söyler! Salih Mirzabeyoğlu’nun fikriyatıyla, duruşuyla böyle bir talebinin olmayacağı da açıktır. Bunu biliyorsunuz. Ancak Salih Mirzabeyoğlu’nun bir dakika dahi içeride kalmaması gerekir.

Neden?

Bu bir zulümdür. Salih Mirzabeyoğlu bu milletin kurtulması ve yücelmesi için canla başla mücadele eden, yol gösteren bir mütefekkirdir. Onun fikirlerine, stratejisine ihtiyacımız var. Onun içeride olması, bizim istediğimiz Türkiye’nin içeride olması demektir. Batıcı rejimin ayakta kalmasını bir Müslüman isteyemez. Ayrıca hukukî olarak da ortada bir zulüm var.

Salih Mirzabeyoğlu’nun neden içeride olduğunu tek cümleyle ifade eder misiniz?

Salih Mirzabeyoğlu, İslâm’ın yanına hiçbir şey katmadığı, boyun eğmediği ve Türkiye’de İslâmcılığı söylemde değil, gerçek mânâda Türkiye’de sahiplendiği için içeride.

Dışarıya çıkması fiilî bir zulme son verir. Ama fikrî zulüm devam eder. “Vatan dediğin fikrimin coğrafyası, fikir yoksa vatan toprak parçası.” Salih Mirzabeyoğlu’nun fiilî özgürlüğünün sağlanmasını cânı gönülden istiyoruz. Bu iktidarın vebalidir. Hem 28 Şubat ile hesaplaştığını söylüyor, hem de bu hususta ağırdan alıyor. Biz fikrimizin özgür olmasını istiyoruz. Vatan dediğin fikrimin coğrafyası... Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA budur!

Salih Mirzabeyoğlu ile aynı koğuşta yattınız değil mi?

Bolu Cezaevinde iken sosyal alanlarda birlikte bulundum, aynı koğuşta yatmadım.

İsyandayken birlikte miydiniz peki?

Hayır, o süreçte ben Bandırma Cezaevi’ndeydim.

Orada da isyan çıktı tabiî.

Evet, yaralılarımız vardı, şehid de verdik... 1999-2000 yıllarında Salih Mirzabeyoğlu’nun 28 Şubat’a karşı dik duruşunu ezmek istediler. Biz zaten onun dik duruşundan güç aldık. Yoksa ben Salih Mirzabeyoğlu’na fiilî olarak yakın bir insan değilim. Onun İslâm’a bağlılığını örnek alıyoruz... Şeriata en büyük saygıyı gösterdiği için onu örnek alıyorum, şeriata saygı göstermezse ona bağlı olmama gerek yok! Lider veya cemaat takım tutar gibi olmaz! Burada mesele şeriat! Salih Mirzabeyoğlu’nun, estetik ve diyalektik yönünden bahsediyoruz... Necip Fazıl diyor ki, “Umulur ki 15. İslâm asrının yenileyicisi -İslâm’da estetik- planı başa alsın... Zira güzellik, hesap kitap sordurmadan yakalayıcı, zapt ve fethedicidir.” İBDA’nın bize, yani muhatablarına dönük yüzü, estetiktir. Cepheleşmesi bile orijinaldir. Dikey değil, yatay; herkesin emeğini yan yana koyabileceği bir aksiyon alanı.

Kast sistemi yoktur yani?

Kesinlikle. İktisad, ahlâk, sanat, siyaset, kuantum fiziğine kadar çalışanın hakkını alacağı bir nizam. Sömürünün söz sahibi olmadığı bir dünya görüşü. Ve bütün kapitalist-komünist sistemlerdeki gibi insanın insan arkasına kuyrukçuluğu yoktur. Ben Kumandan’ın insanî yönünün (duygu ve fikir) çok güçlü olduğunu söylemek istiyorum. İnsanî derinlik var Kumandan’da... Çağımızın insanının bütün çilesini, arayışlarını ve bâtıl yollara niye saptığının muhasebesini yaparak, kritik ederek; dışımızdakini de kritik ederek... Çünkü “Batı’yı bilmeden İslâm’ı bilemeyiz.” diyor Kumandan. Eğer eleştirel bir süzgeçten geçireceksek çok iyi tanımamız lâzım, tıpkı İmam-ı Gazâlî’nin devrinde bâtıl cereyanları kritik etmesi gibi. Kumandan’ın beşer yönü, insanî derinliği çok güçlü. Fikirlerinde de, aksiyonunda da, yaşayışında da, nezaketinde de bunu görebilirsiniz.

Bu arada neden Kumandan deniyor kendisine?

Kumandan vasfı da onun insanî ve imanî yönünün güçlü olmasının işaretidir. Müslümanlık sadece namaz kılıp odana çekilmek mi? Müslüman çağından mesul değil mi? Kalbinde, yüreğinde hissetmesi lâzım. Müslüman karnı doyunca gidip uyuyacak bir insan olabilir mi? Müslüman çağına sahip ve hâkim olacak. Bu çağda niçin esiriz? Niçin Müslümanların kanı akıyor, mazlumlar eziliyor, niye gelir dağılımında uçurum var, niye bu kadar sömürü var? Bu faiz sistemi niye? Kumandan tüm bunların derdiyle dertlenen bir insan. Dolayısıyla mevki ve makamları da elinin tersiyle iten bir insan. “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik” diyor ya Necip Fazıl, işte o genç Salih Mirzabeyoğlu... Lafla değil; onun için Kumandan. Bunu kim yapabilir; Kumandan vasfı olan bir insan yapabilir. Bu talimat verme-almaya indirgenecek basit bir şey değil. Salih Mirzabeyoğlu bir aksiyon sanatkârı... İnsanî-İslâmî yönünün çok güçlü olmasından bahsederken hem ilm-i ledün sahibi olduğunu, hem yenileyici olduğunu söyleyebiliyorum. Eğer ahir zamandaysak Kurtuluş Yolu’nun bu olduğu, çizgisinden, mücadelesinden hiç bir zaman taviz vermemesinden belli. Salih Mirzabeyoğlu iki kere idama mahkûm edildi. Bu macerası da insanî (yürek) yönünün ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Bu kanunlara göre teröristmiş falan, benim nazarımda bunun hiç bir kıymeti yok. Bu kanunları kim yapıyor, Allah’ın kanunlarını ölçü alıyor mu? Hukukta Batı hukuku okutuyorlar, benim için bunlar üzerine basılıp, yani istifade edilip yükselinecek şeyler. İslâm hukukuna gelince mevcut hukuk sistemi kaçıyor. Oysa, Molla Güranîler, Molla Fenarîler, Ebussuud Efendiler ayarında hakîm-hikmet sahibi var mı? İşte Salih Mirzabeyoğlu hikmet sahibi bir insan.

Salih İzzet Erdiş, nasıl Mirzabeyoğlu oldu?

Soyumuz sopumuz kesilsin diye soyadı kanunuyla koyulmuş etiketler var. Mirzabeyoğlu onun nesebi. Kumandan da onun vasfı ve lakabı.

İlim ve eğitimden bahsedelim. Diyalektik kavramını Marksistlere ait biliyordum, aslını Salih Mirzabeyoğlu’ndan öğrendim. İslâmî ilimleri öğrenelim diye Yüksek İslâm’da okumayı tercih ettim; ama tasavvufu Necip Fazıl’dan öğrendim. İlahiyatlarda mezhep hassasiyeti diye bir şey de yok zaten... Mevcut eğitim sisteminden ne bekliyorsun ki? Daha önce de belirttiğim gibi Salih Mirzabeyoğlu’nda “ben kimim?” sorusunun cevabını buldum. Bir insan “ben kimim?” diye soruyorsa, yolu muhakkak Salih Mirzabeyoğlu ile kesişir. İbda diyalektiğinde muhakkak kendi ifadesini bulur. Ben kimim, bu çağda mesuliyetim ne? Beş asır önce Kanunî devrinde yaşayan bir insan değilim. “Bu devirde ne yapacağım?” diye sorduğumda, hemen iktisadî meselelerle, hukukî meselelerle karşılaşıyoruz. Muhalefet etmezsem benimserim. İmanın üçüncü derecesi kalp ile buğz etmek. İkinci derecesi dil ile, birinci derecesi el ile... Ben el ile olanını tercih ediyorum, kimse bana bir şey diyebilir mi? Denilebilir ki, “kanunlarda şöyle böyle” yazıyor. Peki, o kanunları yaparken bana sordular mı, İslâm nizamına sordular mı, halka sordular mı? Sormadılar. Ben elimle müdahale ederim, cezası varmış; cezasını göze aldıktan sonra kim ne diyebilir? Nasıl anlaşılacağı benim umurumda değil. Benim umurumda olan şey, Allah ve Resûlü davası için ne yaptığım ve yarın Allah’ın huzuruna çıktığım zaman nasıl hesap vereceğim. Yoksa filan iktidarın, falancaların ne dediği önemli değil. Bunun ahlâkını da Salih Mirzabeyoğlu’nda gördük.

Geçmişte, Gölge dergisi çıkarken Salih Mirzabeyoğlu ile tanıştınız.

Gölge ikinci dönemde hasbelkader, fazla idrakinde olmayarak, Gölge’nin misyonunu da tam anlamayarak yanında bulundum.

Nasıl birisiydi?

Yakıcı... Etkileyici... İnsanın kalbine, derinliğine hitap eden birisi. İnsan olmak istiyorsan, insanî hakikatini koruyorsan, mesuliyetini ve memuriyetini arıyorsan Salih Mirzabeyoğlu’na fikrî olarak yakın olmalı, eserlerini tefekkür etmelisin. “Semâ safa, cana şifa, ruha gıdadır!” deniliyor ya, semâ gibi, zikir gibi onun fikriyatını bulursun. Zikir fikirdir. “Salih Mirzabeyoğlu’nun yanında bulunmaya ne kadar layık oldum?” sorusunu ise kendime her zaman sorarım. Rahat Müslümanlık istiyorsan başka kapıya; zehirle pişmiş aşı yemek istiyorsan buraya gel. Ama şunu söyleyeyim; bu zehirle pişmiş aş görünüşte zehirdir, içi ise tatlıdır. Bunu çile çeken birisi olarak söylüyorum. On yıllık cezaevi süresi hayatımın en güzel yıllarıydı dedim, karşımdaki şaşırdı. Ben aynı şeyi söylüyorum, “dünyaya kapalı, Allah’a açık” diyor Necip Fazıl. Bunu çekmeden bilemeyiz, nankörlük yapmadan çileyi çekersen o bir lezzet olur. Nankörlük edersen, kahredersen sana ağır gelir. Allah kolaylığını veriyor, yeter ki Allah’a güvenelim, tevekkül edelim.

Salih Mirzabeyoğlu, kimdir dendiği zaman tek cümle ile ne söyleyebilirsiniz?

“İslâm büyüğü” derim. Özellikle bunu söylüyorum; çünkü İslâm hikemiyat binasının kurucusu, hakîm bir zat. İslâm büyüğü denince, illa molla olacak, Arapça’yı yalayıp yutacak diye bakmamak gerekir, hakîm-hikmet sahibi bir zat... Bunu kılıç, kırbaç, işkence tehdidi altında da sürdürecek adam. İmam-ı Azam gibi... Terör ile ilişkilendirilerek ifade edilemez Salih Mirzabeyoğlu, ki zaten terör tarifi de Batı merkezlidir. Şimdi rahmetli olan bir arkadaşın babasına DGM’nin kapısında ne düşündüğünü anlamak için “oğlun içeride” dedim, “İmam-ı Azam da zindanda yattı” dedi. Ben ona teselli olarak bir şeyler söylemeyi düşünüyordum, o bana moral verdi. Ulema çağın gerekli ilimleriyle mücehhez olacak, bugün ulema dedikleri Arapça tefsirleri tekrar tekrar okuyup duruyorlar. Böyle müfessirlik olmaz ki, bu çağın meseleleri çerçevesinde İslâmî ilimleri nasıl sınıflandırıyorsun? Diyalektiğimizi nasıl kuracağız çağımızda? Necip Fazıl “estetik idraki başa alalım” diyor. Adamın bundan hiç haberi yok, bana tefsir açmış gösteriyor. Ben de onu açıp oradan okuyorum. İslâm’ı hayata nasıl tatbik edeceğiz? Fıkıh, fehm demektir. Ben fıkıh okudum diyelim, hadi tatbik edelim denildiğinde yok. Klasik fıkıh eserleri bizler için abide, örnek alacağımız kaynak eserler; ama bu çağımızda ne yapacağız? Bu kaynakları ortaya koyacağız onlar kendi kendine mi yapacak? Bunlardan özümseyip çağın meselelerine göre tatbikatını yapmak lâzım. Bankacılık sistemini sen kuracak, işçinin emeğinin karşılığını sen ödeyecek, gelir dağılımı adaletini sen sağlayacaksın. Özüne bağlı olarak İslâmî eğitim sistemini sen kuracaksın. Sadece tekkeye gitmekle olmaz; içtimaî bir proje ortaya koymalısın. Kültürü, sanatı, sineması, tiyatrosu nerede? Bu sahaları doldurdun mu? İslâm’ın iktidarını istiyorsun, gençliğe talipsin; ama eğitim sistemin materyalist. Seçmeli din dersine razı olacak pozisyona gelmişiz. Mesele bundan mı ibaret. İslâm’ın iktidarı böyle olmaz, bu kabul edilemez ve hazırlıklı olmak lâzım. Arap Baharı’nda göründü ki Müslümanlar hazırlıksız yakalandı. İsyan ve emperyalizme karşı direniş şuuru var; ama hazırlıklı ve donanımlı olmak lâzım. Dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlara sahip çıkmamız lâzım. Bunu Batıcı bir rejimde yapamayız.

Kumandan'la görüşmek isteyen fikriyatıyla görüşerek, fikriyatını okuyarak onunla görüşebilir. Surat tanımak değil, fikir tanımak, aksiyonu tanımak ve kendini yetiştirmek, kendini bu ideolojıde özümsedikten sonra cemiyete faydalı olabilmek. İbda'nın, Kumandan'ın istediği budur. İbda'nın istediği kendinden zuhurdur. Her sahada ocaklaşmak zorundayız.