Kürtler İslâm milletinin olmazsa olmaz kavimlerindendir. Kürt denildi mi akla tıpkı Türk ve Arap gibi hemen İslâm gelir. Ve Kürt İslâmsız düşünülemez ve Kürt İslâmsız olamaz. Velev ki bu yönde bir temayül oluştu; böyle bir durumda Kürt hem Kürtlüğünü kaybeder hem İslâmlığını. Nihayetinde bugün Kürde dayatılan Batı tipi demokratik sistemler Anglo sakson ürünü olup Kürt Kültürü ile hiçbir ilgisi ve alakası yoktur. Sosyalizm’den Liberalizme, Lenin’den Obama’ya ve Havra’dan Kiliseye kadar hiçbiri Kürd’e Kürd’ün kendi kalitesini ve şahsiyetini tam anlamıyla tüttürebildiği İslâm kadar Kürd’ün kendini gerçekleştirmesine imkân vermemiştir. Kürd İslâmla özgürleşmiş ve 1300 yıldır İslâm’ın tesiri ile dil-ahlak-edebiyat-bilim çalışmalarında hakiki manada çalışmalar ortaya koymuştur. Bugün Batı, Türk’e Ergenekon, Oğuzlar, Gökbayrak vs. diyerek yaptığını(İslâm’dan koparma) Kürt özgürlük hareketlerine provakatif ve propagandatif telkinlerle yaptırmaktadır. Ve böylece Kürtler özgürleşirken aynı zamanda evlatlarını ateşe atmakta, kendi geçmişlerini reddetmekte ve bir başka kültürün asimilesine tabi olmaktadır. Özetle Kürtler üzerine “özgürlük” propagandası yapanlar aynı zamanda Kürtlerin özgürlüklerini ellerinden almakta, bilerek veya bilmeyerek Kürtleri kimliksizleştirmektedir.
Kim ve hangi kavimden olursa olsun Hakkın ve hakikatin şuurunda-farkında olmak, onu yaşanabilir ve yaşatılabilir kılmak, topyekun insanlığı bu mukaddes dava etrafında birleştirebilmek için çaba göstermek zorundadır. Bu, ben Müslüman’ım dedikten sonra dinin olmazsa olmaz vecibelerindendir. Ve yeryüzünde her nerede bulunursa bulunsun her kesimden mazlum ve masumun vicdani muhasebesine sahip olabilmek Türk veya Kürt, Arap veya Ermeni, Boşnak veya Roman hiç fark etmez yücedir, kutsaldır. Meseleye bu açıdan bakıldığında Kürtlük Şuuru veya Türklük Şuuru veya Arablık şuuru, özünde Ümmet şuuru ve varoluş şuurundan başka bir şey değil. Kürd’ün de, Türk’ün de kendisini ifade edebildiği ve mânâlandırabildiği, zamana ve hayata dair hâkim tavır sergileyebildiği tek bir menbâ vardır. O da İslâm’dır. O hâlde, Müslüman Kürt’te Müslüman Türk’te asli vazifesine, hakiki istikametine, gerçek özgürlüğüne, Batıyı ve Yahudi’yi ürküten işbirlikçileri korkutan hakiki iman şuuruna bağlı olarak hareket etmek borcundadır. Mukaddesatçı Kürd’ün de Mukaddesatçı Türk’ün tüm işi ve fikri, özellikle son ikiyüzelli yıldır zihinlerini kirleten Batıcı ve Yahudici necasetten ve ucuzculuktan temizlenmektir.
Birkaç başlıkla mevzuyu açalım;
ZERDÜŞTİLİK
Zerdüştçülük, Zerdüştilik, Mecusilik ya da yerel dilde Mazdayasna, dünyanın en eski inançlarından biridir. Yaklaşık 3,500 yıl önce Zerdüşt tarafından İran’da kurulmuştur. M.Ö. 600 ve MS 650 yılları arası Pers İmparatorluğu’nun resmi dini olmuştur. İranlıların müslümanlıktan önceki dini olarak bilinir. Ayrıca bölge halklarından Ermenilerin büyük bir kısmı Hiristiyan olmazdan evvel bu dinden idiler. Avedis Ahoranion’a göre, Primitif Arkaik Ermeniler ateşe tapıyorlardı, "ateş, iyilik ve kötülük prensibine dayanan bir din, antik İran Zerdüştlük dininin bir koludur. Ermeni mitolojisinde mevcut olması İran’dan geçmesi şeklinde değil de Ermenilerin etnik niteliklerinde var olmasındandır. Ermenilerin Hint-Avrupa menşeyîi bir toplum olmadıklarını bizzat Ermeni tarihçileri bilhassa sanat tarihçileri izah etmişlerdir. Ayrıca Kürtlerden de hatırı sayılır bir kesim de Zerdüştlüğün tesiri altında idiler. Bunda işgale uğradıkları kavimlerin tesiri, Pers imparatorluğunun Zerdüşti olmasının büyük bir anlamı vardır. Kürtler Müslüman olmadan önce kendilerine İslâm teklifi götürüldüğünde İbrahimî dinlere ve tek tanrıcılık şeklinde tezahür etmiş sade bir inanca sahip olduklarından İslâm’ı kolayca kabul etmişlerdir. Nihayetinde Mezopotamya Peygamberler diyarıdır. Hz. Nuh’tan Hz. İbrahim’e, Hz. Eyyub’tan Hz. Şit’e sayısız peygamber ve veli bu toprakları bereketlendirmiş, bölge halklarının ruh ve fikir dünyasına zengin bir medeniyet ve kültür miras bırakmışlardır.
İslâm’la birlikte içinde Zerdüştiliğin de olduğu sapık inançlar on yıllara varan bir zaman diliminde kaybolup gitmiş ve mensubu olan bir inanç sistemi olarak etkisini kaybetmiş, tükenmiştir.
YEZİDİLİK
Yezidilik ise, Ortadoğu kökenli olup dinden daha çok mitolojik bir inanç sistemidir. Kendilerini tek başına farklı bir millet olarak ifade eden Yezidi’lerin Yahudilik gibi aile ağacına dayalı bir üreyişi söz konusudur. Şöyle ki; “Yezidi olunmaz, yezidi doğulur.” Ancak bu yönde çalışmaları olan birçok ilim adamı bu görüşe katılmaz. Yezidilerin Türk, Kürt, Arap ve eskiden kalmış birkaç Hıristiyan köyün Yezidi kültürünü benimsemesi sonucu oluştuğunu söylerler.
Suriye, Türkiye, İran, Gürcistan ve Ermenistan’da da cemaatleri bulunan Yezidiler’in bugünkü toplam sayısının 500.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca başta Almanya ve İsveç olmak üzere Avrupa ülkelerinde de bir çok göçmen Yezidi yaşamaktadır. Diaspora kılığı ile Kürtlerin dini Zerdüştiliktir diyerek Avrupa’dan seslenen bir çok Kürt, kendi dinini “yezidilik” diye söylediği için haksız değildir. Hali hazırda Kürtlerin içinde ‰ 1 gibi azınlığa sahip olan bu grup % 97 ‘si İslâm dini mensubu ve bunun neredeyse % 90’ı Sünni ve Şafii olan Kürtler karşısında fikren, ilmen ve ahlaken aciz ve çaresizdirler. Ancak batılı dostlar edinmede, Sovyet batılılaşması ve Ermeni kaynaşması ile güç ve kudretini artırma noktasında aldıkları destekle göz planındadırlar. Nihayetinde bu sebeptendir ki bu % 1’lik kesim, Kemalist zorbaların Türk’e yaptıklarını Kürt’e yapmaya çalışmaktadır.
Küfre has genel bir karakteristik davranıştır; başka çaren yoksa kabul etmiş görün ve tahrif et… Müslümanlığın yayılması ile başlayan ve insanların kitleler halinde akın akın İslâm’a koştuğu zamanlarda, bir kısmı kendilerine bir zarar erişmesin diye diğer bir kısmı ise Müslümanlıkla birlikte zenginleşeceğini ümit ederek, eski dinlerinden vazgeçmeden yeni girdikleri dinden de işlerine geleni alarak bir anlayış geliştirdiler. Bunu yaparken de İslâm büyüklerini kullanarak kendilerini maskelemekten, onlar hakkında yalan yanlış iftiralar ile –güya methediyor görüntüsünde-  abartılı ve ahmakları avlayıcı beyanlarda bulunmaktan çekinmemişlerdir. İslâm’ın reddettiği tüm batıl anlayışlara bakıldığında bu ortak yön rahatlıkla görülmektedir.
Kutsal saydıkları iki kitapları vardır; Mashaf-i Reş (Mushaf-i Res-Kara Kitap) ve Kitab-al Cilva (Kitab-i Celve). Her ikisininde 12 yy’da yazıldığı fakat yazarının belli olmadığı söylenir. Yezidiler tarafından bu eser Adiyy bin Müsafir’e atfedilse de, ilgisi olmayan bu ithaf, gelecek tepkilerden korunmak için Büyük Veli’ye atılmış bir iftiradır.
Adiyy bin Müsâfir Hazretleri adı Y(ezidi) olarak bilinen bir topluluğun, ismini istismar ederek kendilerine yol gösterici olarak kabul ettiği  bir şahsiyettir.
ADİYY BİN MÜSÂFİR HAZRETLERİ
Adiyy Bin Müsâfir Hazretleri büyük bir Ehli Sünnet alimi ve kıymetli bir Velidir. Öyle ki; Adeviyye Okulunda yetişen Hakkari halkı ve Revadiye Kabilesi, Kudüs’ün Haçlılardan kurtulması için oluşturulan ordunun komutan, lider ve askerlerinin çoğunluğunu teşkil etmekteydiler. Bunların başında Selaheddin Eyyubî’nin ailesi gelmektedir. Adeviyye okulundan çok etkilenen bu aile Azerbaycan’daki Dovin şehrinden Revadiye kabilesindendir. Revadiye; büyük bir Kürt kabilesidir. Adiyy Bin Müsâfir Hazretleri yetiştirdiği nesil, bu neslin Haçlılara karşı elde ettiği büyük zaferler ve Kudüs’ü Haçlılardan geri almaya muvaffak olmasından yola çıkarak Adî b. Müsafir’e Kudüs’ün manevî fatihi demek mümkündür.
Künyesi Ebû Fadl olup, ismi, Adiyy bin Müsâfir bin İsmail bin Mûsâ bin Mervân el-Emevî bin Hasen bin Mervan bin İbrâhim bin Velîd bin Abdülmelik bin Mervan bin Hakem bin Ebi’l-Âs bin Osman bin Affân’dır. Adiyy bin Müsâfir hazretleri Ba’lebek civarında Beytü Kar denilen yerde 467 (m. 1074) senesinde doğdu. 555 (m. 1160) senesinde Hekkariyye’deki tekkesinde vefât etti ve oraya defn olundu. Soyu Hz. Osman’a(r.a) dayanmaktadır. İnsanların Kürt veya Arap olmasının hiçbir değerinin olmadığını, Kürtlük ve Türklük gibi mefhumların ruha giydirilmiş elbise olduğunu ve İslâm’ın ruhçu olduğu ve cesetçilik-ırkçılığı reddettiğini önceki yazılarımızda beyan ettik. Malum olduğu üzere kişinin herhangi bir ırktan olması ona bir değer katmadığı gibi olmaması da hiçbir anlam ifade etmez.
İbn-i Şühbe bir eserinde; “O, âlim, fakîh bir zât idi. Mücâhede yolunun büyüklerinden biri olup, sabrı çoktu. Başkaları bu mertebeye ulaşamadı. Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri kendisini çok medhü senâ etti ve evliyâullahın ileri gelenlerinden olduğunu söyledi” diye anlatmaktadır.
 Adiyy bin Müsâfir hazretlerinin İtikâdü Ehl-üs-sünnet vel-cemâat ve Vasâya adında bilinen iki eseri vardır.
Adiyy Bin Müsâfir Hazretlerinin irşad ve eğitim okulunda yetişen talebeleri, onun davasını bıraktığı yerden devam ettirdiler. Böylece kendisine nispet edilen Adeviyye Tarikatı ortaya çıktı. Bu tarikatın kolları olan Hakkari halkı, meşhur Revadiye kabilesi ve Musul civarı Kürtleri arasında faaliyetlerini uzun bir süre sürdürdüler. O’nun talebeleri; Hakkari, Musul ve Şam çevresinde ilmî, siyasî ve askerî görevlerde bulundular. Tarikat bakımında mis­yonunu sürdüren birçok akrabası oldu. Bunların ilki yeğe­ni Ebulberekât Sahr b. Müsafir idi. Ondan sonra halk nezdinde çok sevilen mutevazi ve saygın olan Ebulberekât’m oğlu Adî b. Ebu’l-Berekât bu görevi sürdürdü. Ondan son­ra da Tacu’l-Arifin lakaplı Şeyh Hasan b. Ebu’l-Berekât bu misyonu üstlendi. Şeyhü’l-Ekrâd/Kürtlerin Piri lakabıy­la da bilinen Şeyh Hasan, babalarının yolunda Ehli Sünnet çizgisinde devam etti. Ancak tabilerinden eski inanç ve kültürlerine özenen bir grup, onu ve atalarını yüceltme yo­luyla tarikatın içine birçok bid’at ve hurafe soktular. Başlangıçta tam manasıyla Kur’an ve sünnet çizgisinde sünnî bir tarikat olan Adeviyye, böylece İslâm dışı bir tarikat, daha doğrusu bir inanç haline geldi. Yukarı da değindik; İslâmı olduğu gibi kabul etmeyip, bir kısmı üzerinden kabul noktaları oluşturarak terk etmedikleri eski dinle de harmanlayarak bir inanç oluşturdular ve bunun içinde –benzerlerinde olduğu gibi” İslâm ve Ehli Sünnet Camiasından birini kendilerine maske edindiler ve bozuk itikatlarını o kişi üzerinden sürdürmeye çalıştılar.
Oysa Hakkari bölgesinde Şeyh Adî’ye nispet edilen Adeviyye Okulunda yetişen Hakkari halkı ve Revadiye Kabilesi, Kudüs’ün Haçlılardan kurtulması için oluşturulan ordunun komutan, lider ve askerlerinin çoğunluğunu teşkil etmekteydiler. Bunların başında Selaheddin Eyyubî’nin ailesi gelmektedir. Adeviyye okulundan çok etkilenen bu aile Azerbaycan’daki Dovin şehrinden Revadiye kabilesindendir. Revadiye; büyük bir Kürt kabilesidir. Selaheddin’in babası Eyyub, Dovin’de dünyaya geldi. Eyyub, babası Şazi ve kardeşi Eseduddin Şirkuh ile birlikte Bağdat’a intikal etti. Oradan da Tikrit’e geldiler; Şazi burada öldü ve torunu Selaheddin de burada doğdu. Bilahere iki kardeş Eyyub ve Şirkuh Musul Atabeyi İmadudin Zengi’nin hizmetine girdiler.
Daha sonra Adî b. Müsafir ekolunun etkileri, Hakkari halkının Selaheddin Eyyubi’nin ordusunda oynadıkları rolde kendini göstermiştir. Onlar Eyyubî ordusunda en önemli birliği oluşturdular ve birçoğu zafer elde eden, fetihleri gerçekleştiren komutan ve emirlik makamlarını işgal ettiler. Bunların başında Emîr Seyfuddin el-Maştub el-Hakkârî gelir. En büyük emîr unvanıyla anılan Seyfuddin, Selahaddin tarafından Akka’ya atandı. Bu esnada Haçlıların saldırısına maruz kalıp esir düştü. Sonra esaretten kurtulan Emîr Seyfuddin, Selahaddin ile özel bir görüşme yaptı ve üç ay sonra Kudüs’te vefat etti.
Ziyauddin İsa b. Muhammed el-Hakkârî de bunlardan biridir. Büyük bir fakih olan Emîr Ziyauddin; Haleb’te Hafız İbn Asâkir gibi büyük zatlardan ders almıştır. Eseduddin Şirkuh’un yardımcılığını yapmıştır. Mısır’ın fethine katılmış ve Şirkuh’ten sonra Selaheddin’in başa geçmesinde büyük rol oynamıştır. Orduda namaz imamlığını yapardı. Büyük bir cesarete ve askerî dehaya sahipti. Selahaddin ordusunun en büyük komutanı oldu. Akka Muhasarası esnasında hicrî 585’te ölünceye kadar böyle devam etti.
Selahaddin Eyyubî’nin ordusunda büyük rol oynayan komutanlardan biri de Emîr İmâduddin Ahmed b. Maştub el-Kurdî el-Hakkarî’dir. Hicrî 610’da Harran’da vefat etmiştir.
NİHAİ SÖZ
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’yla 1991 yılında ZendPress Medya’nın yaptığı bir röportajdan bir metinle mevzuumuzu nihayetlendirelim;
«”Kürtlerin sık sık ilk dinleri olan Zerdüştlük’e irca etmelerini nasıl yorumlamak gerekir?”sualine gelince…“Zerdüşlük’e irca edilmelerimi” denmek isteniyor, yoksa “Kürtlerin kendilerini Zerdüşlük’e irca etmelerimi?.. Birinci şıkta, Batı’da Türkler’in İslâmla alakasını pörsütmek üzere Bizans artıklarından Frigya çanaklarına kadar her şeyi “Anadolu Kültürü” hikâyesiyle kaide yapmak gibi, Kürtler’in İslâmla alakasını perdelemek üzere şovenist, dinsiz taktik… İkinci şıkta ise; Kürtler’in –bahse değmez azınlık hariç-, kendilerini Zerdüşlük’e irca etmelerine dair bir müşahade sahibi değilim… Aslında kibar cevap verdim, hakikatin incinmemesi için şöyle demem gerekir: İstisnanın kaide yerine konması gibi, bu çok uydurma bir genelleme olur… Eğer denildiği şekilde bir durum olsaydı, o zaman da cevabım şu olurdu: Bu Kürt kavminin ahmaklığını gösterir ve ziyafet sofrasından kalkıp solucan atıştırmaya benzer bir hâldir… İşin en başında söylemem gerekende şuydu: Zerdüştlük putperest bir din, Kürt de bir kavim olduğuna göre, din ve kavim birbirine irca edilebilir unsurlar değildir… Yezidîlik?.. Maymun seyri kıymet derecesinde bir folklorik özellik olarak ele alınabilirse de, derinliğine ve genişliğine bahse değer bir keyfiyet değil!..» (Adımlar, Salih Mirzabeyoğlu)
XWEDÊ HEYYE, ĞEM TINNE (ALLAH VAR GAM YOK)


Baran Dergisi 289. Sayı