Kâinat sonsuz sırlarla dolu. Derinleştikçe derinleşen, karıştırdıkça daha da derinleşen, uçsuz bucaksız, sonu gelmeyen mücerret bir âlem. Bu karmaşıklar âleminde maddeyi incelemeye çalışacağız. Madde, mahiyeti hareket olan, sonsuz bir mücerret halinde her an değişim gösteren bir unsur. Klasik fiziğin ve yeni fiziğin açıklamakta güçlük çektiği, her an yeni bir şey söylemek zorunda kaldığı, söylenenlerin teoriden öteye gidemediği, teorilerin ise sır içinde bir sır olduğunu göstermiştir madde.

Klasik fizikte hareket eden parçacıklar ve dalgacıklar ayrı olarak addedilmiş, yeni fizikte ise parçacıkların elektromanyetik dalgalar olduğu, değişim gösterdiği ortaya konulmuştur. Maddenin dalga olabileceği savunulmuştur. Anlaşılan, parçacık olarak adlandırılan her türlü unsur, dalga olarak da vardır. "Schrödinger'in Kedisi"ndeki misalde olduğu gibi, kuanta’nın sadece kendilerine baktıkları zaman parçacık olarak görünmekte olduğuyla karşılaşılmıştır. "Sonsuz ve çok ihtimalli kuantum dalga fonksiyonu, görüldüğü veya kaydedildiği anda tek ve sabit bir gerçeklik olarak görülür. Kedi, ölü bulunmadı, ona bakıldığı anda öldü; kediyi müşahede öldürdü." Kuantum teorisinde gerçekliği, ihtimaller kanununa bağlayan Batılıya göreyse, kedi ne ölü ne de diridir. Böylece fizikçilerin arayışlarında atomaltı parçacıkların devamlı değişim halinde olduğu müşahede edilmiştir.

Bu durum da yine fizikçilerde ihtimaller kanunundan öteye gitmemiştir. Eski ve yeni fiziğin ortaya döktüğü dokümanlara baktığımızda neredeyse bir adım bile ileri gidilemediği aşikârdır. Kuantum mekaniği, atom altı parçacıklar, elektromanyetik dalgalar ve sair her biri teoride kalmış, kuantum bilmecesi çözülemediği gibi spekülatif tartışmalara yol açmıştır. Nitekim bir fizikçinin âlemde bulduğu şeyle bir başka fizikçinin aynı yerde bulduğu şey aynı olmayabilmektedir.

Maddenin en son yapı taşı olarak ne keşfedilmişse onun son olmadığı başka çalışmalarla ortaya koyulmaktadır. Düne kadar atomlar son yapı taşı iken onun üstüne yine yeni yapı taşları çıkmıştır. Her bir madde yine bilmediğimiz unsurlardan müteşekkil olduğu için ne kadar çaba sarf edilirse edilsin her bir bölünen parça yine bölünebilirlik taşıyor ve bu da sonsuza kadar gidiyor. İbda Külliyatı'ndan öğrendiğimize göre her şey gerçekleşmeden önce mümkün olma özelliği ile vardır ve mümkün varlıklar, yokluktaki asılları üzerine sabittirler.

Elbette bu durum insanı da miskinliğe, aramamaya, araştırmamaya itmemeli. Fizikçilerin bu evren için ortaya koyduğu çalışmalar bize Allah'ın hikmetinin, sırlarının sonsuz olduğunu göstermek ve acziyetimizi görebilmemiz açısından son derece önemli. Hiçbir araştırma boşa değil, gereksiz değil. Maddeye de "İslam'a ait bir hikmet ve kıymetlendirme" hükmü altında bakmalı, yerini İslam'dan göstermeye çalışmalıyız.

Madde, insan aklında şekil-biçim-formlara bağlı olarak bilindiği sanılan varlıklar. Maddeyi maddeleştiren insanın beş duyu organı. İnsan düşüncesinde şekillendirilmiş, tasavvur edilmiştir. Zihnimizde bilgi halindedir. Çünkü akıl maddeyi katı görmek ister, ruh ise maddeyi katılıktan soyutlar. "Tabiat, aslında metafizikîdir ve metafizik gerçekleri tasavvur (tahayyül, zihinde canlandırma) imkânsızdır, ancak kasdı açıklanmak üzere 'kavrayabileceğimizi' ve insan bilgisinin sadece hasse planına bağlı bir teessürî-hissî düzen ile sınırlı olmadığını söyleyebilir."(1)

Maddenin gördüğümüz şekliyle kavranamadığı, onun esîr oluşu yani bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan latif bir madde halini alışı, İbn Arabi'nin sözüyle "eşyanın gölgesinin bile olmayışı", maddenin latifleştikçe görünmemeye başladığı, bir sır halini aldığı ve maddenin manaya kıvrıldığı; bu sırrın da bedahetlerle, ilahi keşiflerle bilinebileceği aşikârdır. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun "Madde Nedir?" eserinde atomaltı parçacıklara mücerret olarak bakılması gerektiği, neticede bütün versiyonlarıyla bunların "vahdet-i vücud"a işaret ettiği ve vahdet-i vücut'un da bir bedahet olduğu tespiti yapılır. Ki bu da zevken idraktir. İbda Mimarı'nın "Velilik bir mecburiyettir" dediği gibi, bu idrake ermek de insanın mecburiyetindendir. 

Batın ehli kahramanları zamanüstü yaşarlar. Dünya da onlar için manadır ve madde ayakları altından kayıp gitmektedir. Onlar için madde yoktur. Her an her yerde olabilme istidatına sahiptirler. Bu mevzu hakkında kuantum fiziği profesörü Fred Alan Wolf'a aynı anda iki farklı yerde olmak istenildiği sorusu sorulur. Wolf, bedenin değil ama zihnin olabileceğini söyler. Fakat burada materyalistçe bir yaklaşım söz konusudur. Zihnin fiziki bir olgu olmadığından dolayı her yerde olabileceğini belirtir fakat madde de fiziki bir olgudan ziyade metafizikî bir olgudur. Doğu kültüründe ise bir yerden bir yere gitmek, tayyi mekân vardır. Batın ehli kahramanları her an her yerde olabilirler. Hz İbrahim'in ateşte yanmaması maddenin metafiziki boyutunu gözler önüne seriyor. Maddenin latifleşmesine velilerin hallerinden bir misal verelim. "Büyüklerden biri Abdullah Yafir Hazretlerinin halvethanesine girer girmez orada iki yabancı görür. Kapısının önündeki incecik kum tabakası üzerinde hiçbir ayak izi bulunmadığı için hayretler içinde kalır. Bu harikulade insanlar onunla biraz sohbet edip duvara doğru yürür ve duvarın içinde kaybolup giderler. Giderken 'Selamımızı Abdullah Yaferi'ye eriştirin' derler."(2)

Abdullah (Şeyhi İlahi) Hazretleri, Şahı Nakşibend Hazretlerinin mezarı başında mevsimlerce murakabede kalıyor; nihayet mezar yarılıyor ve Şahı Nakşibend Hazretleri ayniyle hayatta bulundukları şekilde meydana çıkıp uzun uzun Şeyhi İlahi ile sohbet ediyor.(3) Zamanüstü yaşayan batın ehli kahramanların, velilerin geçmiş ve geleceğe gitmesi bu yüzden muhal değildir.

Pîri Reis'in haritasını düşünelim; çizdiği harita, haritadaki Akdeniz, Lût Gölü çevresi, Kuzey ve Güney Amerika kıyıları, Antarktika, kıtaların dış hatları, dağlar, doruklar, adalar, nehirler, ovalar vs. Günümüz teknolojisiyle çekilmiş uydu fotoğraflarındaki haritayla aynı. Pîri Reis bu haritayı nasıl çizdi? O döneme baktığımızda böylesine teknolojik imkânlar olmadan nasıl her yer birebir çizilmiş? Yunus Emre'nin "Nice bin yıllık yoldan bir anda vara gelen" sözü de bize batın ehli kahramanların metafiziki âlemde, zamanüstü âlemde maddesiz biçimde hareket ettiklerini gösteriyor. Batılı deterministler gibi de bakmıyoruz metafizik kavramına. Onlar "ruha ait verileri bile maddenin değişmiş şekli gibi markalıyorlar."(4)

Maddenin incelip kaybolması aynı zamanda bize dünyanın bir rüyadan ibaret oluşunu da idrak ettiriyor. Allah Resulü'nün "İnsanlar uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar" buyurduğu, Üstad Necip Fazıl'ın "Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor / Mekanı bir satıh, zamanı vehim / Bütün bir kâinat muşamba dekor / Bütün bir insanlık yalana teslim." şiiri, Salih Mirzabeyoğlu'nun "Gösteriş ve iriliği olduğu halde, hiçbir değeri olmayan" dediği, İbn Arabi'nin "Bil ki sen hayalsin. Bütün bir varlık, hayal içinde hayaldir" sözü, Einstein'ın geçmiş ve geleceğe hayal demesi ve Baudrillard, Şekspir, Schopenhauer gibi filozofların da dünyanın bir rüya olduğuna dair düşünceleri dünyanın koca bir kütle, korkunç bir hayal, hayalimizde kurduğumuz bir şey olduğunu gösteriyor. Bizim asıl işimiz ise bu hayalin ardında, dışında. İnsanın ölmeden önce ölme sırrı da burada yatıyor. Batın ehli kahramanları da ölmeden ölenlerdir. Allah dostlarından Abdülkadir Cengiz Efendi Hazretleri'ne "Nasılsın" sorusuna "Şu an iyiyim" demesi de onların üzerinde bulunduğu işin zamanı içinde olduklarını göstermektedir. Âlimler peygamberlerin varisleridir. Âlimlerden kasıt batın ehli kahramanlarıdır. Onların her hali, her sözü zamanüstüdür. Kitaplarda olmayan birçok hikmet de onların zamanüstü tavırlarından müteşekkildir. Çünkü "Batın ehli kahramanlarının bütün sözleri Kur'an sırrındandır."(5) O değil, ondan sırrı. Tıp ilminin temelinin rüyalara dayalı olduğu söylenmektedir. Günümüzde ele alınan tüm ilimler de böyle şekil bulmuştur. Rüya, ilham, keşif ve tecrübe ile. "Mesele 'Hakikati Ferdiyye' davasına ve 'zamanüstü hakikat' yolunun yolcuları İslam'ın batın kutbu kahramanlarına ait verilere dayalıdır."(6) Bizler ruha, zamana, madde ve manaya dair ne biliyorsak batın ehli kahramanlardan biliyoruz. Fusûsu’l Hikem'de İbn Arabi'nin madde ve manaya dair keşfettiği ilimler, Erzurumî İbrahim Hakkı Hazretlerinin insan anatomisine dair ortaya koydukları gibi ilimlerin asırlar sonra Batılılar tarafından bulunup yeni keşif olarak sunulması gibi…

Bu âlem bir sır çerçevesi içerisindedir. Her yer bu sırla kaplıdır. "Sır içinde sır, sır üstünde sır, bir içinde bir, bir üstünde bir; ve sonsuz sayılar boyunca sır ve bir... Kelam yalama oluyor; ve bütün dava zevken idrakte."(7) Nitekim bu mevzu da akıldan ziyade akılüstü bir anlayışla kavranır, hissedilir, anlaşılır ki; akıl anlamı itibariyle bağdır ve mücerredi aklın kuşattığı şekle hapseder.

Madde özü itibariyle hareketli, donuk olmayan her an değişim halinde olan bir unsur. Özünde hareket olduğu için metafiziki boyut taşımaktadır. Madde, madde ötesidir. Maddenin mahiyetinin hareket oluşunu en güzel şekliyle zaman ispatlamaktadır. Madde zamanla biliniyor, onunla anlaşılıyor. Maddeyi de zamanın mekânda tecelli edişiyle kavrıyoruz. Nitekim "Topyekûn varlık ve oluş, sırrın sırrı zamandadır. Zaman sırra ilişik bir keyfiyet.(8)

"Tasavvufa göre zaman, bir varlık-bir yokluk temposunda, sürekli ve arasız dönüşte tecelli eder; bu öyle bir hızdır ki, yokluk varlığın-varlık yokluğun aynıdır. Ve halk âleminin her an 'var' ve her an 'yok' oluşu içinde zaman tecelli etmektedir. Her an, yokluğun peşini varlık, varlığın peşini de yokluk takip edince, uzun bir süre her şeyde varlık devamlı sanılır."(9)

İnsanın en büyük sırrı olan Allah'tan bedahet halde ilim keşfi de "an" ile olur ki, "an" geçmişle gelecek arasındaki sırdır. Bu mesele de ruh ile anlaşılır. Çünkü berzah âleminde zaman değil "an" vardır. Varlık ve oluş hikmeti de bu "an"da yatmaktadır. Ruh ise "zorunlu varlık âlemiyle imkân âlemi arasında bir berzahtır."(10)

Zaman da madde gibi ölçülebilir, hesaplanabilir, ilerisi ve gerisi olmayan bir mefhumdur. Fizikçiler zaman konusunda da kısır bir döngüye girmişlerdir. Zaman boyutları, zaman yavaşlığı gibi mevzularda işin içinden çıkamamışlardır. Zaman bahsine dair yukarıda verdiğimiz kıssalarla birlikte Ashabı Kehf hadisesi güzel bir örnektir. Kehf ashabı 309 yıl uyudu. Uyandıklarında ya birkaç saat ya da birkaç gün uyuduk dediler. Zamanın farklı boyutuna geçtiler. Zamanı aştılar ve “an”da kaldılar. Zaman aşıldı mı, zamanın ilerisi gerisi kalmaz. Geçmiş-gelecek olmaz, "an" olur. Batın ehli kahramanları da bu “an” içinde yaşarlar.

Kaynak

1- Salih Mirzabeyoğlu, Madde Nedir?, İbda Yayınları, İstanbul, 2007, s. 112

2- Salih Mirzabeyoğlu, Yağmurcu, İbda Yayınları, İstanbul, 1996, s. 71

3- Mirzabeyoğlu, Yağmurcu, s. 185

4- Mirzabeyoğlu, Madde Nedir?, s. 110

5- Salih Mirzabeyoğlu, İslama Muhatap Anlayış, İbda Yayınları, İstanbul, 1987, s. 41

6- Mirzabeyoğlu, Yağmurcu, s. 254

7- Mirzabeyoğlu, İslama Muhatap Anlayış, s. 24

8- Mirzabeyoğlu, İslama Muhatap Anlayış, s. 24

9- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İbda Yayınları, İstanbul, 1982, s. 51-52

10- Salih Mirzabeyoğlu, İman ve Tefekkür, İbda Yayınları, İstanbul, 2007, s. 83

Aylık Dergisi 195. Sayı Aralık 2020