Adına “millî” dedikleri kimi şeylerin arkasında kendisini gizleyen bir güç var. O güç her şeyi çekip çeviriyor, o güç ortalığı kasıp kavuruyor. Ama taktığı maskenin güzelliğine tutkun “boş” insanlar bu durumu “hoş” karşılıyor. Mesela, “Milli Piyango” rezaletinin her sene bir toplumu nasıl bünyesine katarak peşinden sürükleyip perişan ettiği gerçeği…

“Piyango, size de çıkabilir!” cümlesi işgal ettiği zihinlerdeki madde bağımlılığının ulaştığı merhaleyi göstermesi açısından önemli. Herkes paraya tav oluyor ya… Onu avlamanın peşinde! “Devlet” dediğimiz aygıt ta tabiî ki bu işin fiilen içinde. Her yerde, “Böyle gelmiş böyle gider!” anlayışı hâkim. Piyango geliri için kendi halkının böylesi bir bataklıkta çırpınmasına çanak tutan anlayışın adı nedir?

Adına “millî” dedikleri eğitim sistemiyle Milli Piyango, madde bağımlılığının ulaştığı merhaleyi gösteriyor. Uyuşturucudan daha ötede etkileri var.

İnsanları kapitalizmin sunduğu imkânlarla kafesleyen sistem meşru değildir.

Kapitalizmin madde bağımlısı yaptığı her fert, bilerek veya bilmeyerek onların boyunduruğu altına girmiş demektir.

Maddeye bağımlılığı aşılayan devlet, o esaretten kurtulma mücadelesi vermesi gereken milletin zihin dünyasını Milli Piyango ile kelepçeliyor.

Bu hastalıktan kurtuluş için bilet alanların suçlanması abesle iştigalden başka bir şey değildir. Onlar, kendilerini “millî” maskesi altında gizleyenlerin kurduğu tuzağa yakalananlar. Öncelikle bu tuzakları kaldırıp imha edeceksin. Maddeyi “kurtarıcı Rabb” olarak gösterdiğin insanlar, mihraplarda bile olsa ona secde etmeye devam ederler. Hayatlarını buna ayarlı kılar, şeklen olmasa da fiilen onun esiri olurlar… Ve bu insanlara karşı söylenen hiçbir şeyin tesiri olmaz. Sözün gücü kaybolur! Tam bu noktada söylediğin doğrular bile bir işe yaramaz.

Küfrün kaynağını bilmeden onunla boy ölçüşmek mümkün mü?

El cevap: Değil.

Milli Piyango belâların yalnızca birisi. Diğerleri ile birlikte hepsinden kurtulmak da ancak İBDA ile mümkün.

Yoksa, Cehenneme giden yollar çoktan döşenmiş… “Gitmem!” demek mümkün; ama oraya doğru meyletmek niye?..

İşte İşkence; “Şimdi biz o kadar muazzam bir işkence içindeyiz ki, ruhun kurtuluşu gibi bir davada, acı duyma ıstırabını bile unutmuşuz!.. İşkencenin şiddetine bakın!.. Kendimizi suçlamayı bilelim: Nefsin kucağında o kadar rehavet içindeyiz ki, ruhumuz işkencede, işkence altında... Bize Cehennem'e giden yollar döşenmiş iken, bu statü uygulanırken... Umurumda da değil; kanun sınırını dikkate alırken, tavır konulacak yeri de bilmek lazım... Yâni bir kısım ödlek ve ahmakların anladığı şekilde "kanun sınırlarına dikkat", ihlal etmeme gayesi değil, taktik bir davranış meselesi olarak bahis mevzuudur... Biz içinde bulunduğumuz Kemalist rejimde, bu türlü bir işkence yaşıyoruz... Ve yine Necip Fazıl'ın bir sözünü aktarıyorum size:

-"Arslanlara atılan İsa Peygamber'in havarileri, bugün bizim çektiğimiz işkenceyi çekmiş değillerdi... Biz kendi ülkemizde bu hâle düştük; onlar ise yayılmaya çalışıyorlardı!" (1)
 
 
1-Salih Mirzabeyoğlu, “İşkence ve Filistin Meselesi”, Üç Işık, İbda Yayınları, İstanbul 1988, s. 80

Baran Dergisi 676. Sayı