Bir sanat eseri ya da moda akımı; bilimde bir şeyin yararlı ya da zararlı olması veya cinsiyete dair bir fikre sahip olmak ancak iktidarın izin verdiği kadarıyla düşünülebilir hâle gelir.

Oxford Dictionaries tarafından 2016 yılının kelimesi seçilen post-truth’un Türkçe karşılığı olarak ‘hakikat sonrası’ ya da ‘hakikati aşma’ ifadeleri kullanılmaktadır. Henüz Türkçe kullanımı noktasında bir mutabakat olmasa da kelime anlamına dair bir şöyle bir tanım verilmektedir: İnsanların ‘gerçeklere’ dayalı bir argüman yerine duygularına ve inançlarına dayalı bir argümanı kabul etme olasılıklarının daha yüksek olduğu bir durum.(1)

Batı açısından ‘post’lu tartışmalar yeni değil. Son 50 yılda post-modernizm ve post-hümanizm gibi kavramlar, akademide ve akademi dışında tartışılagelmiş halde. Bu tartışmaların ana teması ise cihan harpleri ertesinde artık modern dünyaya ait değerlerin taşınamaz hale gelmesi ve Batı’nın düşünce dünyasının istikametinde insanın varlık konumunun dağılmasıydı.

‘Düşünce dünyasının istikametinde’ dememin esas sebebiyse şu: Batı’da modern dünyayla ortaya çıkan en temel problem ahlak ve bunun getirdikleriydi. Bilim devrimleriyle klasik dünyaya ait metafizik görüşler terk edildikçe düşünce dünyası çıplaklaşmaya başlamış ve uygulamalı bilimlerlerdeki ilerlemeye kıyasla ahlâk alanında adeta geriye dönüş yaşanmıştır. Bu anlamda Hume, Kant ve Hegel gibi filozoflar en derinde ‘nasıl yaşamalıyız’ sorusunun cevabını vermek üzere felsefi teoriler geliştirmeyi hedeflermişlerdir.

Ancak hedefler yerlerini bulmamış. Avrupa felsefesinde zaman geçtikçe görünen tablo şu olmuştur: Bilgi, ‘gerçeğin’ (fact) bilgisidir. Gerçek ise hissedilebilir ve duyulabilir şeylerden müteşekkildir. Kısaca hakkında konuşulan şey gözle görülmeyip, işitilmiyorsa o şeyin var olduğunu söylemek -ve söylememek de- saçma olacaktır. Çünkü o şeyin hakkında konuşmak için elimizde yeterli ‘veri’ yoktur.   

Bu düşünceyi genelde Tanrı, ruh, cennet ve cehennem gibi metafizik tartışmaların sahne dışına çıkartılması bağlamında okumuşuzdur. Ancak madalyonun öteki tarafı da bir o kadar vahimdir: Aynı zamanda iyi ve güzel hakkında konuşmak da imkansız hâle gelmiştir. Çünkü bunların doğrulamasının duyularla yapılması mümkün değildir. Bu nedenle ahlâk hakkında konuşmanın bir anlamı yoktur. Çünkü ahlâk, dışta, duyusal dünyada olmayan bir şeydir.  

Böylesi bir düşünceyi başta Viyana Okulu ve Anglo-sakson geleneği gibi çevrelerden kabul edenler olsa da kısa sürede karşı da çıkılmıştır. Ancak burada artık yeni bir istikamet ortaya çıkmıştır: Ahlâk hakkında konuşmanın gereği ve anlamı nedir? Biz neye dayanarak güzel, çirkin, iyi veya kötü hükümlerine varırız? İşte bu sorular yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemiş ve ‘post’lu dediğimiz akımları meydana getirmiştir.

Girişte ifade etmiş olduğumuz post-truth kavramı ise tüm bu tartışmaların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bilhassa dijitalliğin artması, internetin yaygınlaşması ve sosyal medyanın tüm dünya tarafından erişilebilir hâle gelmesiyle ‘gerçeklik’ karşıtı söylemlerin varlığından bahsedilmiş, internetin yalan bilgi çöplüğü haline geldiği iddia edilmiştir. Bu tartışmanın merkezindeki isim ise Trump olmuştur. Trump üzerinden ABD sağ kesiminin ‘bilime’ aykırı görüşleri eleştirilerek ‘hakikat karşıtları’ yaftası vurulmuştur.

Alakalarını belki de ilk bakışta kurması zor olacak bu kavramların birleştiği nokta ise şudur: Hem post-truth hem post-modernizm hem de ‘modern’ düşünüş, kendi hakikatini kendisi belirler. Bilimsel devrim ve Aydınlanma felsefesi Kant’ın ifadesiyle çocuğun anne babasına bağlı olması gibi metafiziğe ve dolayısıyla dine bağlıyken artık bu çocuk yetişkinliğe ermiş, kendi ayakları üzerine durabilir hale gelmiştir. İnsan artık tüm varlığın ‘merkezindedir’.

“Merkezdeki insan”a kimileri kıstaslar getirmek istese de bir kere bu mevkie geçtikten sonra konumunu kimseye bırakmaz. Bu kimi zaman akademinin ruhban sınıfı gibi hayatın tüm şartlarını belirlemesi anlamında cemaatvari, kimi zaman bilginin kriterini sadece duyuyla gelen bilgilerle sınırlı tutması gibi indirgemeci, kimi zaman da bilginin kriterini kendi duygusuna ve hayallerine bağlaması anlamında bencil olarak görünebilir.

Bu durumun en açık görünümü ise pandemi süreciyle kendini gösterdi. ‘Bilim insanları’ kimliği altında çalışan bazı insanlar, para kaygısı güden şirketlerle işbirliği yaparak, üretmiş oldukları aşıların kesin çözüm getirdiğini iddia ettiler. Zaman geçtikçe hastalığa ve aşıya dair ortaya çıkan aksi göstergeler reddedildi, yasaklandı veya üstü örtüldü. Karşı iddiaları ifade edenler bilim camiasından olsa da süreç aynı şekilde işlendi.

İngiliz düşünür Francis Bacon’ın (ö. 1626) çağımızın mottosu haline gelen “Bilgi, güçtür” ifadesini de artık tersten okuyabiliriz: “Güçlü olanın bilgisi”. İyinin, güzelin ve doğrunun kıstası artık güçlü olanın kararlarıdır. Bir sanat eseri ya da moda akımı; bilimde bir şeyin yararlı ya da zararlı olması veya cinsiyete dair bir fikre sahip olmak ancak iktidarın izin verdiği kadarıyla düşünülebilir hâle gelir.

Tüm bunlardaki esas sorun bir insanın varlık konumudur. İnsan ya tüm varlığın efendisi gibi her şeye hükmederken bir yandan da adeta bir böcek muamelesi görecek ya da âlemin kemalinin remzi olarak cismiyetle Allah arasında berzah konumunu kabul edecektir. Yoksa yıllar geçtikçe hakikat, doğruluk gibi hayatın merkezinde olması gereken şeylerin tamamen eriyerek ortadan kalktığını, şu anda elimizde olan kırıntıların da uçtuğunu göreceğiz. Girişte bahsettiğimiz post-truht’a da bu mânâda bir Batı eleştirisi olarak “hakikatin aşınması” demek yanlış olmayacaktır.

Dipnot

1- “relating to a situation in which people are more likely to accept an argument based on their emotions and beliefs, rather than one based on facts”, Cambrigde Dictionary.

Aylık Baran Dergisi 1. Sayı Mart 2022