İnsan, önem verdiği şeyleri önce kendisi yaşayacak. Yaptığı her eylemde onu arayacak ki, kendine bir şeyler katabilsin... Öyle ya, bir insanı tanımak için nelere değer verdiğini seyretmek anlamak lâzım. Davranışlarını esaslı değerlere dayandırmayan insanlar başarılı görünebilirler belki; ama bu uzun vadeli bir sevda değil, günübirlik, hakikatten uzak bir açlıktır! Batı insanının bugünkü ahvâli de bu değil mi zaten? İnsanlar “refah” içerisindeymiş gibi gözünse de, özlerinde yalnız ve yardıma muhtaçlar. İngiltere’deki “Yalnızlık Bakanlığı” bunun bir göstergesi değil mi?
Batılılar bir yerlerde hata yaptıklarının, bir şeylerin ters gittiğinin farkında. Problemlerini çözmek hususunda “harcadıkça varolacaklarını” zannediyorlar. Hudut tanımaksızın hakir görmek, ırkçılık, hakikate mugayir hareket etmek onların yaptığı en iyi işlerden bazıları... Tabiî her ferd ve düşünce için böyle demiyoruz. İslâm’ın özünden süzülmüş hakikat ve değerleri kendince pazarlayanlar da var.
2000’li yılların başlarında ABD’de birtakım istatistikler yapılıyor. Bunun üzerine fark ediyorlar ki; toplumdaki şiddet her geçen gün artıyor. İlkokul öğrencileri okula silah götürüyor. Boşanmalar artıyor. Suç eğilimi artıyor. Amerika çok zengin ve varlıklı bir devlet fakat neden bunlar oluyor, neden mutlu değil diye sorgulamaya başlıyorlar. O dönemin Federal Hükümeti bu sorun için binlerce dolarlık bir bütçe ayırıyor. Amerikalı psikolog Martin Seligman ve ekibini bu mesele için görevlendiriyor. Bu ekip, üç yıl sonra “Mutluluk Bilimi” denilen bir “bilim” ortaya çıkarıyor. B çalışma bilimsel literatüre “Pozitif Psikoloji” ismiyle giriyor. 2009 yılında da Amerika’da dünyada ilk olarak Pozitif Psikoloji Kongresi yapılıyor. Daha sonra 2010’lu yıllarda Türk Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan psikolojiye yeni dahil olan bu bilimi inceliyor. Ve görüyor ki; bizim kültürümüzden, bizim medeniyetlerimizden, bizim değerlerimizden kaynak göstermeden, referans belirtmeden aşırdıkları bilgilerle ortaya çıkarmışlar çalışmayı. Doğu kültüründen, tasavvuftan, Anadolu irfanından aparma... En fazla da Hazreti Mevlana’nın Mesnevi’sinden yararlanmışlar. Bu noktada Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl Kısakürek’in “Güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanları” hitabını bir kez daha hatırlıyoruz. Ve biliyoruz ki, hazinenin üzerinde oturduğumuz fakat hazineden mahrum olduğumuz damarlarımıza kadar hissedilmediği, bir şeyler yapılmadığı sürece bu hitabı daha çok hatırlayacağız. Elbette “Tabiat boşluğu kabul etmez!” Bir yerlerde bir ihtiyaç varsa bir şekilde giderilmesi gerekir. Üzücü olan hakikate yaklaşmanın güzelliği yanı başımızdayken bunun anlaşılamaması, görülememesi, başka yerlerden medet umulması.
Sadece akılla hareket etmenin doğru yol olduğunu söyleyen zihniyet, böyle olmadığını kabul etmek zorunda artık. Bilim adamları duyguların önemsenmemesi, dikkate alınmaması gerektiğini söylüyordu. Fakat bugün beyinde duygularla ilgili aktif alanlar bulundu. Duygular bilimin menziline girdi. Ve “duygusal zeka” denilen bir zekâ türü kabul edildi. Mevlâna Hazretleri’nin öğretisi de bu zekâyı harekete geçiriyor. Psikolojide “dejavu” denilen bir kavramdan bahseder psikiyatristler. Dejavu: Görülmeyen bir şeyin görülmüş gibi hissedebilmesi. Mevlâna’nın Mesnevisi tam olarak bu özelliği taşıyor. Mesnevi’yi biraz olsun okuma fırsatı bulanlar bunu fark edecektir. Mesnevi hikayelerde kişi kendi ruhî profiliyle ilgili bir yansıma görebilir. Ayrıca hikayeler insanın ruhî gelişimine dair büyük öneme sahip. Geleneğin eski kuşaklardan yeni kuşaklara taşımasını da sağlıyor. Mevlâna Hazretleri, Kur-an’ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in sünnetini referans almış, Ehl-i Sünnet yolunda bir âlimdir! Dolayısıyla öğretisi evrenseldir! Yalnızca yaşadığı çağa değil bütün çağlara hitap ediyor.
Psikoterapide kullanılan “halk terapisi” tekniğinde hastalara belirli hikayeler veriliyor ve zihnî dönüşümleri sağlanıyor. Bu sürece de “bibliyoterapi” deniliyor. Mesnevi hikayeler de bu yöntemde kullanılıyor. Mesnevi hikayeler korku, şüphe ve önyargıları azaltan hikâyeler... Kişinin asla yalnız olmadığını, her türlü noksandan uzak bir sahibi olduğunu hep hatırlatıyor. Alternatif düşünme yeteneği sunuyor. Kişi, böylece içinde bulunduğu durumun dışına çıkıp, daha geniş ve daha bütüncül bir bakış kazanabiliyor. Dolayısıyla tedaviye dönük değişimi sağlayabiliyor. Kişinin travması kolaylıkla çözümlenebiliyor. Dünyevî problemleri karmaşık hâle getirmeden basitçe çözebileceğimizi gösteriyor. Bununla birlikte beyindeki sağ ve sol lobun birlikte çalışmasını sağlamak Mesnevi hikayelerin önemli diğer özelliği. Sol lob matematiksel, mantıksal işlevleri düzenliyor. Bir şeyi sadece sol beyinle öğrenmek ezberci bir zihin kazandırıyor yalnızca. Sağ lob ise sanatsal, duygusal, estetik işlevleri idare ediyor. Ve sağ lob ile diğer bir deyişle duygularla, değerlerle bütünleşerek öğrenilen bilgiler daha kalıcı ve daha anlamlı.
Modernizmin getirdiği en büyük yalanlardan biri de insana hep olumlu düşünmesi gerektiğini söylemesi. Oysa bu mümkün değil, insan fıtratına da ters bir durum. Olumlu-olumsuz şeyler zıddıyla verilmiş insana... Sevgi var ama nefret de var... Cesaret var ama korku da var... Mühim olan ruhumuzu hangi tarafa yöneltebildiğimiz. Hangi tarafa dayandığımız. Hangi tarafımızı ortaya çıkarabildiğimiz. Zira “Ameller niyetlere göredir.” buyuruyor Hazreti Peygamber... Duyguların ve düşüncelerin niyetlere, niyetlerin de eylemlere dönüşme ihtimali yüksek. Ve eylemlerimiz de bizim sorumluluğumuzda. Mevlâna Hazretleri resmi bütünüyle görebildiği için insan fıtratına uygun bir yol çizmiştir. Ve bu sayede insanda iyinin, güzelin, doğrunun ortaya çıkmasını sağlıyor...
Aylık Dergisi 195. Sayı Aralık 2020