Seneler evvel, bir takım tayfanın kaptan olmak için düşman gemileriyle yaptıkları anlaşma ve bu anlaşma gereği gemiyi karaya oturtmak şartıyla elde edilen kaptanlık.

Burada bahsettiğimiz karaya oturtulan gemi Anadolu. Kaptan olmak için düşmanla anlaşanlar bugün varlığını idame ettiren rejimin dönem dönem değişen aktörleri. Yapılan anlaşma Lozan’dır! 
Son dönemde seçim ekseninde cereyan eden gerilim, karaya oturtulmuş Anadolu'da  kaptanlık(!) yapmak isteyen oligarkların (sermayenin) ve onların mayın eşeği olan cemaatin maskesini düşürürken, diğer bir taraftan da geminin oturtulduğu kayalıklardan kurtularak hareket ediyor olduğunun gözle görülmesinin vesilesi oldu. 

Evet, Anadolu 90 senedir oturduğu kayalıklardan 1999 senesinde kurtuldu ve yol almaya başladı... Henüz  kaptanı dümene geçmemiş, rotası belirsiz, köhne anlayışın elinde paslanmış motorları rektifiye edilmemiş, güvertesi temizlenmemiş, tayfalar arasındaki hainler güverteden denize doğru uzatılmış tahtalardan denize doğru kılıç zoruyla itilmemiş, forsaları kurtarılmamış, safra atmamış bir gemi... 

Bugünkü manzarayı herhâlde bu şekilde tasvir edebiliriz, yaşanan gerilim ister istemez geminin yol almakta olduğunu gösterdi. Bundan sonra gemiyi yeniden karaya oturtmak da pek mümkün görünmüyor. Ya geminin ilerlemesini durdurmak için gemiyi kendileriyle beraber batıracaklar, ya denize doğru uzatılmış tahtanın üzerinde hizaya geçip sıralarını bekleyecekler. Artık türlü sahtekârlığın en girift hatlarının işlediği suratlarına geçirdikleri maskenin arkasına sığınıp af dileyip fırsat kollamaya yer yok. 

Bundan sonrası için biz inanıyoruz ki bu geminin dümenine lâyık olduğu kaptan geçecek, evvelâ bütün defterler dürülecek, tayfaya dirlik düzen-nizâm getirilecek, rotasını kutlu istikâmete döndürecek ve vira bismillah diyerek yola koyulacak... 

*

Bu sayımızda Ak Parti'nin girdiği seçim yarışını muhasebe etmek gerekiyordu belki ama geçtiğimiz sayı bu işi yaptığımız için, seçim sonrasıyla devam edelim.

Anadolu'yu karaya oturmuş bir gemi olarak düşünecek olursak; İslâm Dâvâsı'nın amiral gemisi olan Anadolu, İslâm hâkimiyetini sona erdirmek isteyen Batılılar tarafından, gemi tayfasındaki işbirlikçilerin marifetiyle karaya oturtulmuştu. Bu yazımızın konusu, hareket etmeye başlamış gemiye hız kazandırmak için safra nevînden denize atılması gereken işbirlikçilerdir.

Karada geçen 90 senenin gemide, tayfaların ve forsaların hâlet-i ruhaniyesinde büyük tahribatlara yol açtığını söylemek mümkün. Karaya oturmuş bir gemide de olsa "kaptan biz olalım" diyenlerin 90 senedir  milletimize reva gördüğü eziyet malum; ruh kökünün kurutulması için yapılan inkılâblar, ruh kökünü kazımak için kurulan İstiklâl Mahkemeleri, askerî darbeler, post modern darbeler, çeteler, hukuksuzluklar, arsızlıklar ve ahlâksızlıklar ve gemi karaya oturmuş olsa da zincirleri çözülmemiş forsalar, milletimiz...

Seçim falan derken oligarşik yapının hükümet ile girdiği iktidar çatışmanın neticesinde geminin hareket hâlinde olduğu anlaşıldı, forsa mahallindeki milletimiz de zincirlerini kırıp attı.
Burada bahsi biraz açmak gerekiyor. Geminin karadan kurtulmasının da, milletimizin zincirlerini kırmasının da ölçüsü Ak Parti'ye büyük oranda oy vermesi değildir. Zaten geminin karadan kurtulması da bugünün meselesi değildir esasında. Bugün biz yalnızca artık gözlerimizle geminin denizde yol aldığını müşahede edebiliyoruz. Yoksa gemi 1999 senesinde karada saplanmış olduğu yerden kurtuldu. Tek mesele biz gerçekleşen sarsıntının geminin yeniden yol almasından kaynaklandığını ancak bugün anlayabiliyoruz. 

*

Gelelim gemideki safralara ve nasıl atılacaklarına... Üstad Necib Fazıl'ın "İdeolocya Örgüsü" adlı eserinin "Beklediğimiz İnkılâbın Yönleri" ana başlığı altındaki "Siyaset" başlığında bu işin nasıl yapılacağı çok net bir şekilde ortaya konuyor:

- "İslâm İnkılâbının iç siyasetini mutlaka toplu ve merkezî teşhise kavuşturmak lâzımsa, ona, birinin tasfiyesi ve öbürünün ihyası bakımından, biri düşman ve öbürü dost, iki kutup gösterilebilir. Bunlardan düşman kutup iki şubelidir: 1 - İslâma, iman dairesinin dışından musallat, tam 100 senelik, dinsizler köksüzler, şahsiyetsiz mukallitler nesli ve bütün yardımcıları... Bunların fâal yardımcıları, manevî sömürge ustası Garplılar, Yahudiler, Masonlar, dönmeler, melezler ve kozmopolitler... 2 - İslâma, iman dairesinin içinden musallat, tam 400 senelik, aşksızlar, vecdsizler, kuru ezberciler, nefsanî tefsirciler, insan ve dünya murakabesinden uzak nasipsizler, dinin zahirî bâtınî ruhuna yabancı ham ve kaba softalar nesli ve bütün yardımcıları... Bunların yardımcıları ise bugün faaliyetini kaybetmiş, fakat ananevî bir insiyakla her ân türeyip üreyebilecek soydan umumî cahiller..."

Üstad Necib Fazıl'ın ifâde ettiği düşman kutbunu bugünün planında müşahhaslaştırmak için sıralayacak olursak en başa Tüsiad'ı almamız icab eder. Öyle ya, Türkiye'de hukuk üstü imtiyazlı zümrenin, kendisini milletten üstün görenlerin, urlaşmış sermayenin kulübü Tüsiad değil mi? Eğer ki mevcud hükümet, milletin kendisine oy vermesine neden olan duygu ve anlayışı hâkim kılmak istiyorsa, en başta Tüsiad denilen kulübü hedef almalıdır. Başbakan diyor ya "inlerine gireceğiz, inlerine" işte "in" burasıdır.

Cemaat bugün her ne kadar sanki millete zıt kutbu temsil makamındaymış gibi görünüyorsa da, urlaşmış sermayenin devir devir kullanıp attığı mayın eşeğinden ibarettir. Tıpkı Ergenekon gibi işi bitince tasfiye edilecek ve yerine yenisi ikâme edilecek... Tüm bu mayın eşeklerinin aslî vazifesi, Tüsiad'ın temsil ettiği urlaşmış sermayenin hayat tarzını, çıkarını korumak, kollamak, milletin ruh kökünde yer alan ve urlaşmış sermayenin adî çıkarlarını, hayvandan aşağı zevklerini tehdit eden İslâm hâkimiyetine mani olmaktır. Bugün Türkiye'de cereyan eden iktidar kavgasının künhünde, urlaşmış sermayenin, tıpkı millet gibi Ak Parti'de İslâm Dâvâsı'nı vehmediyor oluşu yer almaktadır. Öyleyse atılacak safra listesinin başına cemaati değil Tüsiad'ı yazalım.

 Ardından, Tüsiad'ın temsil ettiği urlaşmış sermayenin yardımcılarıyla devam edelim. En başta bürokrasiye yerleşmiş uzantılar. Dünün Türkiye'sinde Kemalist anlayışı benimsemiş olanlar sivil ve askerî bürokrasiye hâkim olmuşlardı. Sivil bürokrasi de, başta yargı olmak üzere, urlaşmış sermayeyi hukuk üstü görüyor ve kamuda âdeta onların iş takipçiliğini yapıyorlardı. 28 Şubat'tan sonra Kemalistler tasfiye edildi, yerlerine 1980'li yıllarda planlandığı üzere cemaatçiler yerleştirildi. Onlar da aynı vazifeyi bugüne kadar ifâ ettiler. Aynı şekilde askerî bürokrasiye yerleşmiş olan uzantılar. Milleti dışarıdan gelen tehditlerden korumak için kurulan fakat bunun yerine yurt içinde urlaşmış sermayenin jandarmalığını yapan askerî bürokrasi... Hepimiz hatırlıyoruz, 28 Şubat sürecinde kamuflajın altındaki o çirkin suratı yakından görmüştük. Bugün sessizliğini koruyor olmasına rağmen kadrolarının yetiştirilmesindeki usûl ve bu usûlden hâsıl olan anlayıştan ötürü süpheli!

  İşte devletin bürokrasi kademelerine yerleşmiş olan bu unsurların kökünden kazınması gerekiyor, eğer ki iktidar kendisine oy veren milletin duygu ve anlayışını bu ülkede hâkim kılmak istiyorsa.
Gelelim İslâm'a iman dairesinden musallat olanlara... Bunlar Devlet-i Aliyye'nin son demlerinde türemiş, Türkiye'nin kurulmasıyla beraber devlet tarafından desteklenerek çoğalmış tipler. Bunlar bugün en çok cemaat başlığı altında gündeme gelseler de daha pek çok isim ve kesim saymak mümkün. Hükümet, kendisine oy veren milletin duygu ve anlayışını paylaşıyorsa eğer, en yakınında yer alan nefsânî tefsircilerden, aşksız vecdsiz adamlardan işe başlamalı. Geri kalanı da nasılsa isim isim, kesim kesim belli. 

*

1999 senesinin Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından niçin "kurtuluş senesi" ilân edildiğini hâlen anlamayanlar, gemi güvertesindeki demokrasi çerçeveli sahte ve sathî hâmlelerden müteşekkil kum havuzunda oynaya dursunlar, gemi denizde yol alıyor. Tesadüf yok, tevafuk var. Dün nasıl ki gemiyi duruyor sanıyordunuz da gemi yol alıyordu, bugün de gemiyi kaptansız kılavuzsuz sanıyor ve bir kez daha yanılıyorsunuz. 

Hükümet, bundan sonra ya kendisine oy veren milletin duygu ve anlayışını hâkim kılmak için gerekeni yapıp, ya gemideki safrayı atan olacak, yahut da gemideki safra olacak ve atılacak.
İn belli, ine girilmesinin "meşru" zemini hazır, peki, hükümet "in"e girecek iradeyi ortaya koymaya hazır mı? İşte bütün mesele bu. Göreceğiz...
 
Baran Dergisi 377. Sayı