"Sen ise jenini esere yansıtamayan bir çorak varlıktın, ölümünü çağıran buydu. Ürünsüz bir jeni bu dünya üzerinde dolaşan en tehlikeli ve acılı varlıktır. Bu eylem senin ıztırabının dindirilmesi içindi. San'at bu nedenle hâin ve kâtildir, ben san'âtın katiliyim..."
Hâlen Akademya dergisinde yazan Dr. Hakkı Açıkalın’ın son kitabı “San’at Katildir”in son sayfasının son cümleleri… Başından anlatmaya kalksak işin içinden çıkamayacağımız için, sondan başladık. Kitab, aslında bir roman. Birbiriyle bağlantılı cinayetlerin (eylemlerin) peşinde bir dedektif romanı gibi başlasa da, mesele, dünyaya hâkim olmaya başlayan fikrin ayak seslerini, cinayet-eylemler vasıtasıyla şifreli mesajlarla duyuran esrarengiz eylemcinin ve etrafında gelişen hadiselerin “sıra dışı” bir anlatımı. Yukarıdaki sözler de eylemcinin son eyleminden sonra bıraktığı nottan…
Yazar kitabında, psikolojiden tarihe, resimden müziğe, mitolojiden iştikak ilmine kadar pek çok konudan oluşan bir ziyafet sofrası kurmuş. Okuyucuyu kitabın içine çeken, “acaba şimdi ne olacak?”tan ziyade bu olsa gerek. Meselâ, bir roman kahramanından en son ne zaman şöyle sözler duydunuz:
- «Hipokratis tıbbın babasıydı ve dönemin gerçeklikleri itibariyle psikiyatrinin de babasıdır. Hekîm ALLAH’ın elidir diyerek tıbbın kadrını çok net çizdi. Hipokratis’in en büyük aforizması budur. Tabâbet’in de en büyük propagandası da, paradigması da budur.
Büyük Akıl, “Madde Nedir” isimli eserinde şunları yazdığında şiirimden bir sürü şeyi alıp götürüverdi:
Nefs tezkiyesinde, iç içe, ruh-nefs ve nefs-beden (madde) arasındaki ilgiyi en güzel şekilde gösteren de İmâm-ı Gazâlî Hazretleri’dir: Tıbb ilmini bilmeyen, hakikat yolunda ilerleyemez!..
Sözün söyleniliş gayesi anlaşılmak üzere, tıbb ilmi her şey demektir; fizikten san’âta kadar her şeyi kapsar.
Bu sözler cinnetimi şiirimden koparıp aldı, Büyük Melekler’in kâfirlerin canlarını söküp almaları gibi şiddetli bir ölüm yaşadım. Ben yenilenen bir savaşçı olarak şeytandan ayrılmıştım. Hayatım boyunca zaten yazılı bir şiiri yazmayı aradım. Peki, rithmin ve kadansın eş-tabi’âtlı olması çok mu hayret uyandırıcıdır? Rithm cinnet ve kadans şiirdi(r). 200 yıl sonra bugün, cinnet bir “kendilik fikri”, şiir ise bunun kâidesi, fil ayağı. Yıllar evvelki filinta ben meğer şimdi olmuşum bir boulimia hastası, öküz iştihasıyla yiyen Roma usûlü vomitariumlara kusan ve kendini de “boulimie de savoir” yani –sözde- bilme iştihası ile kandırıp geceleri boşuna uykusuz kalan âdem. Takıldığımız elojlar, gecekondu mahallelerinin derme çatma evlerinin bahçelerinde sallanan çamaşır ipleri, apolojiler ise teneke barakalarmış.» (s. 187)
Roman tahlilini ehline bırakarak bu romanın dikkat çekici başlığına yine kitabtan açıklık getirerek yazımızı noktalayalım:
- «Perili bir eserde şunlar yazılıydı:
Ars Longa ise Vita Brevis’tir.
San’ât uzundur. San’ât en ince kalemden de ince, keskin, alımlı, hoş, güzel ve kadın, yani yine kâtil. Kâtil olduğu için ömrü uzundur, hattâ sonsuz. Denklemde “vita brevis”tir. Aslında kısa olan hayat sıradan adamların, ordiner varlıkların hayatıdır. Büyükler hayatları da uzun olanlardır. Denklemde “kısa” olan taraf niye o duruma düşmüştür? Onu kısaltan nedir? Cevabı denklemin içinde buluyoruz, “Ars Longa”. Kısaya yol açan, kısaltan yani uzun olandır. Uzadıkça uzayandır. San’ât bir şeyleri kısaltıyorsa, orada başvurulan bir silah (kesici âlet) olmalıdır. San’ât insandır ve insan eşitlikçi olamaz, demokrat falan hiç. Kendini uzatmak zorundadır ve bunu yaparken hâliyle başkalarını kısaltacaktır. En keskin ve en rafine neşter san’ât oluyor ve insanın en fazla uzayabildiği methoddur. O uzun şeridin üzerinde ise, kısaların canhıraş çığlıkları ve safra, kan ve salya izleri vardır.
Sanki o bandın üzerinde akıl almaz mücadeleler ve boğuşmalar yaşanmış ve ortalık birbirine girmiştir. Girmiştir; san’ât ruhundan çıkardığı bisturiyle varlığı “kısa”lara ayırmış, parçalamış ve lime lime etmiştir. Kara gözlü, sürveyan, sağır ve dilsiz, canî bir sanat perisi şuurların üzerinde sürekli keşif uçuşu yapar. San’ât ajandır, istihbaratçıdır ve sayısız muhbir çalıştırır maiyetinde. Egemendir ve dayatmacıdır. Ölmez, ölümsüzdür. Bıçağı şahdamarınıza dayalıdır. Tedhişçidir, saldırgandır ve korku salar. Kısaların altından kalkacağı bir iş değildir. Eğer direnmekten söz edilcekse san’âta karşı, Casus Belli’nin kumandanlık makamına oturtulacak irâde san’âtın üzerinde olabilmeli ve onu “Ars Brevis”e dönüştürebilmelidir.
Var mıdır böyle bir irâde? Olmalıdır. Arayıp bulmak gerekiyor. Tarihin en büyük devrimi san’âtı katletmek, san’âta kılıç çekmek ve san’âtı boğazlamak suretiyle kısaltıp dumura uğratmaktır. Kadük olmalıdır. Kısaların lânetinin temsili makamında bir müntakîm gibi durmak. San’âta dikilmek…» (s. 120-121)
“San’at Katildir”, Hakkı Açıkalın imzasıyla Şubat 2011’de, 199 sayfa olarak, Cinius Yayınları’ndan çıkmış. İstanbul’da ikamet edenler, Sultanahmet’te Türk Ocağı karşısındaki Netkitap’tan (eski Sosyal Yayınları) 9 TL’ye indirimli alabilirler.