Şehir Tiyatroları 2012-2013 repertuar listesi açıklandı. Bu listeye göre geçen senenin repertuarıyla bu senenin repertuarı arasında hiçbir fark yok. “Günlük Müstehcen Sırlar” isimli oyun bile hâlâ yerini korurken en başta Üstad Necip Fazıl Kısakürek olmak üzere Müslüman Anadolu insanının kültürünü yansıtması gereken hiçbir oyun yok.

Geçtiğimiz aylarda etrafında çok konuşulan bürokrat ataması olarak isimlendirilen hadisede, tepki gösteren “laikçi” tiyatrocuları “statükocu” ilan eden, onları “CHP zihniyetinin” bir ürünü olduğunu savunan –ki öyleler- mevcut yönetim, şimdi, bir nevî geri adım atıyor ve listeye hiç ellemiyor. Madem “aynı tas aynı hamam” devam edecekti her şey, niçin bu kadar velvele koparıldı o halde? Belirtisine bakıp hastalığı teşhis etmek bâbından şunu söylemek gerekiyor ki, Mevcut İBB Şehir Tiyatroları yönetimi, Kültü Bakanlığı ve bakanın kafasıyla, Kültür Bakanı’nın faaliyetleri de mevcut hükümetin yönetim biçimini pek güzel yansıtıyor.

Bu, ne çekingen ve korkakça bir politika biçimidir. 28 Şubat ile hesaplaşma başta olmak üzere, her yapılan iş, yaraları sarmak, problemleri çözmekten çok eski mevcut hükümetlerin rejimi sürdürme telaşesinden başka hiçbir şeyi andırmıyor.Böyle olunca da kangren daha da derinleşiyor.

İBB Şehir Tiyatroları’nda yapılan atama sonrası çıkarılan o kadar gürültüye hesapta pabuç bırakmayan zihniyet, birkaç ay sonra eski pörsük zihniyetlerin bile hayal edemeyeceği bir tavırla aynı repertuarı ısıtıp önümüze koyuyor. Herşeyi kuru bir oy malzemesi ve bulunduğu makamın hakkını vermekten öte günü geçirici bu tavır aslında ne kadar alçakça.

Hem, siz kim oluyorsunuz da fikir babalığını her fırsatta göğsünüzü gere gere altını çizdiğiniz Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ı görmezden gelecek kadar küstahlaşabiliyorsunuz?

Komünist bir idare ile yönetilseydik hâli hazırdaki Kültür İşleri Müfettişi kendi fikrinin namuskârlığı adına Necip Fazıl’ı Nazım Hikmet’in yanıbaşına koyardı; demek ki, bunların fikirden yana bir neseb problemi var. Öyle ya!

İşin siyasî tarafında durum böyle olduğu gibi, bir de Kültür-İrfan tarafından bakmaya çalışalım mevzuya…

Büyük Doğu Mimarı tiyatro için “sanat şekiller içinde bence en büyük keşif tiyatro…” diyor;

Bir memleket ve bir millet için tiyatro bahsi, ekmek kadar, su kadar, içimize çektiğimiz hava kadar mühim;

Yine Büyük Doğu Mimarı’nın ifadesiyle “toplumu bir saate benzetecek olursanız, onun tik-takları gibi bir şey…”

Fakat, heyhat!

Noel Baba hayranı, Hırıstiyan kankası bakanın kültür işlerinden sorumlu olduğu bir memleketin tiyatro repertuarlarından aksini beklemek hata olur:

Ayasofya mevzuunda yaptığı müptezelliklerden tutalım, kilise ayinlerinde papazların da önünde yer almak için Londra’daki atletler gibi koşuşturan bu adamın o koltukta oturması, başta başbakan olmak üzere bütün milletimize ayıp olarak yeter.

Yürüyen Büyük Doğu - İBDA Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu “Parakut’a” eserinde şöyle diyor: “… Kıymet vahidi olan manevî paraya, yâni ruh ve akıl kıvamına irfan demek lâzım.”

Kültür-İrfan… “Ruh ve akıl kıvamı”…

Müslüman Anadolu insanının bu aziz toprakların yetiştirdiği en büyük san’at, fikir ve aksiyon adamının eserlerine ambargo koyan zihniyetin ruh ve akıl kıvamının ne türlü bir sefalet içinde olduğunun altını çizmek lâzım.

Victor Hugo, “Sefiller” isimli eserinde o günün Fransa’sını anlatırken “fakir bir parça yiyecek ekmeği ve başının üstünde derme çatma da olsa evi olana, sefil ise bu ikisine de sahip olmayan insanlara denir” diyordu; memleketimizdeki bu kültür adına işlenen cinayetleri görseydi acaba bu sefalete nasıl bir sıfat yakıştırırdı.

Bir yandan İslâm düşmanı zihniyet olarak ortaya çıkan güruha karşı oluyor ayağı ile oy avcılığı yaparken, diğer yandan Batılıların kurduğu ve yönettiği sistematik yapıyı-düzeni ve köhne yapılarını sürdürmek tek kelimeyle politik zaaf ve korkaklıktır; ve bu kılık içinde Batıcı zihniyet ile en büyük işbirliğidir.

Tiyatro gibi mühim bir san’at şubesinin bu derece ruh ve akıl kıvamından yoksun bulunduğu başka bir memleket var mı bilinmez; olsa olsa Afrika’nın derinliklerindeki birkaç yamyam kabilesinin topraklarında buna rastlanır herhalde?

Üstad Necip Fazıl gibi son 200 yılın bütün buhranının çözümlerini işaretleyen büyük bir mütefekkir niçin Millî Eğitim Bakanlığı’nın müfredatında bulunmaz. Türkçe’yi; Türk Dili’ni fevkalade bir biçimde kullanan ve aynı zamanda dil mevzuunda yeni terkibî hükümleri ortaya koyan; kendi tarih muhasebemizi yapan bilim, fikir, san’at ve aksiyon adamının bu denli hor ve yok görülmesi korkunç bir yobazlıktır. Diyanet İşleri Başkanlığı, fikrî bir ilmihal olan “İman ve İslâm Atlası” eserini nasıl görmezden gelebilir. Hem de bütün cami hocalarının neredeyse başucu kitabı olduğu halde.

Bu mevzu “dindar nesil yetiştireceğiz”den tutalım birçok meselede neyin nasıl yapılacağının bilinmediğinin yanı sıra, hakikaten bir şey yapılmak istenmediğinin donelerini de bize veriyor; keşke haksız çıksak ve tersi olsa ama bu kafa yapısı ile memleket eski hükümet devirlerinden daha kötü bir ortama sahip oldu ve olmaya devam ediyor. Müslüman görünümlü “imansız İslâmcılar” ile “Müslüman” adı altında papaz diyalogcuları sardı her yanı; arada da, “yağma Hasan’ın böreği”ni kanunî usuller içinde yemeye bakan “çayları sağdan dağıtalım”cılar.

Taşıdığı “mutlak iman” yüzünden o günkü Türk (!) tiyatrosu Üstad Necip Fazıl’a kapılarını kapatmıştı; mevcut iktidar ise “CHP zihniyeti” diyerek bir yandan tu kaka ediyor görüntüsü halinde o zihniyeti bugün öyle bir şiddetle yaşatıyor ki CHP zihniyetine rahmet okutuyor.

Bu mevzuun kıymet hükmünü Üstad Necip Fazıl’ın söylediği ile buraya not düşelim:

“Bugün dünyanın her yerinde hafakanlı bir buhran yaşayan tiyatro, bir gün bizim tiyatromuz kurulursa, belki mide gurultusu seslerinden ve o güzelim mikâp içinde, camlarda uçuşan sineklerin başıboş kıvrımları kadar serseri gidip gelişlerinden kurtulur, mânâya ve aksiyona kavuşur.”

Kaynaklar
Necip Fazıl Kısakürek – Reis Bey
Salih Mirzabeyoğlu – Parakut’a
Victor Hugo – Sefiller 

Baran Dergisi 293. Sayı