Bir süredir Türkiye merkezli baş döndürücü bir diplomasi trafiği yaşanıyor. Geçtiğimiz hafta Antalya’da düzenlenen “Demokrasi Forumu” ve ona eşlik eder mahiyette Batılı devletlerin liderlerinin ardı ardına gerçekleştirdiği ziyaretler dikkat çekiyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya müdahale süreci, Batılı siyasîler ve medya tarafından, henüz başlamadan evvel “geldi, geliyor, gelmek üzere” şeklinde duyurularak başladı. Rusya Ukrayna’ya girdikten sonra da yine Batılı siyasetçi ve medyadan bu savaşın birkaç güne biteceği, Ukrayna’nın Rusya tarafından tamamen ele geçirileceği duyuruldu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, Rusya’nın Ukrayna’nın işini birkaç günde bitiremediği, bu savaşta başarısız olduğu da yine batılı siyasetçi ve medya tarafından duyuruldu.

Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesini Batılı enformasyon makinesine dönüşmüş televizyonlar, haber siteleri ve sosyal medya hesaplarından takib edenler, belki tüm bu yaşanan süreci Rusya’nın tarihî çaptaki mağlubiyeti şeklinde idrak ediyor olabilirler; fakat gerçek şu ki, Amerika’nın başı çektiği Batı bloğunun desteklediği ve türlü vaadlerle öne sürdüğü Ukrayna, Rusya tarafından işgâl edilmiş, vatandaşları mülteci hâline gelmiş, her gün şehirleri havadan ve karadan bombalanmakta ve şehir çatışması için gün saymaktadır.

Yâni, Yahudi-Anglosakson ittifakı bir müttefikine daha verdiği sözlerde durmamış, onun Rus ayısı tarafından paramparça edilmesine seyirci kalmıştır.

Batı menşeili medya organlarını takib edenler tüm bu yaşanan hadiseleri Rusya’nın hezimeti şeklinde idrak ediyorlarsa da, devletlerde hâlâ “akıl” kırıntı kadar da olsa kalmış olacak ki, yaşanan hadisenin, içinde bulundukları ittifak dolayısıyla kendileri açısından vahametini idrak edebiliyor ve mevcut münasebetlerin yeniden düzenlemek, hiç olmazsa gözden geçirmek üzere davranmak zorunluluğu hissediyorlar.

Yahudi-Anglosakson ittifakı dün nasıl Afganistan’daki işbirlikçilerini yüzüstü bırakıp defolup gittiğinde Türkiye düşmanı Arablar nasıl Türkiye’nin kapısında sıraya girmişse, Ukrayna’nın Rusya işgâli vesilesiyle bunun biraz daha geniş kapsamlısı yaşanıyor.

Bu dediklerimizden, “herkes kayıtsız şartsız bağlılığını bildirmek üzere Büyük Türkiye’nin kapısına geliyor” gibi bir anlam çıkmadığını biliyorsunuz. Biz diyoruz ki, değişen konjonktüre göre herkes kendi zaviyesinden bir yeniden değerlendirme içine girmiş bulunuyor ve bundan sonrası için fırsat ve risk değerlendirmesi yapıyor. Mevcut konjonktürde askerî, coğrafî ve iktisadî bakımdan “kilit” konumda olan Türkiye’nin nabzı da yalnız bölgedeki değil, yaşanan hadiselerden etkilenen bütün dünya için önem taşır hâle gelmiş bulunuyor.

Dediğimiz gibi, şartlar Türkiye’yi yeni bir konuma getirmiş bulunuyor. Bu ziyaretler, belli bir hedef belirlenmediği ve bizi bu hedefe götürecek vasıtalar tayin edilmediği sürece, siyaset magazini yapıp kuru kuruya övünmekten başka hiçbir mânâ ifade etmiyor!