Sayın Muzaffer Doğan’ın daveti ile katıldığımız Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Üstad Necib Fazıl Kısakürek Sempozyumu”, salonun dolup taştığı, insanların yerlere oturduğu, hatta kapıların önünde büyük bir kalabalığın biriktiği bir “izdiham” içinde gerçekleşti. Halkı, genciyle-yaşlısıyla bu sempozyuma çeken cazibenin adı şübhesiz Üstad Necib Fazıl’dı. Sempozyumu bu gözle izleyince, daha anlamlı bir hâl aldı.
Muzaffer Doğan, “Necib Fazıl bir kahramandı” sözleriyle başladığı konuşmasında, Üstad Necib Fazıl’ın, “anlaşılmadan benimsenmekle, tanınmadan dışlanmak” arasında sıkışan bir yalnızlık kesitinde yaşadığını söyledi. Her iktidar döneminde yargılanıp sorgulandığının, hapis yattığının altını çizdi. Necib Fazıl’ın kelimenin tam anlamıyla “kahraman” olduğunu belirterek, “büyük şair, büyük mütefekkir, ve büyük inkılabçı”nın; “hâkim bir dava mahkûm bir edayla anlatılamaz” diyerek, aynı zamanda Müslümanlara dik duruşu, cesareti, Allah’tan başka kimseye boyun eğmemek gerektiğini öğreten bir muallim olduğunu belirtti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Ahmet Selamet de, Necib Fazıl’ın yalnızca bedenen değil fikren de mahkûmiyet yaşadığını belirterek, “öncüsü olduğu Büyük Doğu hareketine dair yayın yapan Büyük Doğu dergisi, yayın hayatı boyunca tam 16 kez kapatılmıştır. Eserleri toplanmış ve basımı da yasaklanmıştır” dedi. Selamet, modern Türk şiirinin kurucularından birisi ve aynı zamanda bir “mücadele adamı” olan Necib Fazıl’ın, yılmaz mücadelesiyle sergilediği duruşun gönüllerde yıkılmaz bir taht kurduğunu söyledi. Necib Fazıl’ın “devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak lâzım” sözünü hatırlatan Selamet, onun karıncalar gibi çalışarak, birçok alanda 100’e yakın eser verdiğini belirtti.
Oturum Başkanı Mustafa Miyasoğlu, Sokrates’ten bu yana pek çok fikir adamının yönetimlerin çıkardıkları zorluklarla karşılaştıklarını belirterek, Necib Fazıl’ın da bunlardan birisi olduğunu söyledi. Miyasoğlu, “Üstad, bize biz olmayı öğretti. Müslüman Türk’ün şahsiyetli iç ve dış politikasını o anlattı. O bize tarihî misyonumuzu kuşanmamızın yaratılış hikmetimiz olduğunu söyledi. O, bizim bilmemiz, öğrenmemiz gereken şeyleri söylüyor, ruhumuzu seslendiriyordu” dedi. Necib Fazıl’ın üç kişiyle nasıl konuşuyorsa üç bin kişiyle de öyle konuştuğunu belirten Miyasoğlu, bunun bir “dava ciddiyeti” olduğunu kaydetti. Miyasoğlu, Necib Fazıl’ın, “Sokrates’ten bu yana zulüm görmüş olan büyük mazlumların belki de son örneği olduğunu” söyledi. Miyasoğlu, “Üstad, son 200 yılda ekseni değiştirilen Türk devlet ve toplumunu tekrar kendi eksenine oturtmaya yönlendiren kişidir. Bu bakımdan da tarihimizin en önemli fikir adamıdır” dedi.
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş da, sempozyumu organize eden Muzaffer Doğan’ın, belediye başkanlığı döneminde bir liseye ilk defa Necib Fazıl isminin verilmesini sağladığını belirtti. Prof. Yalçıntaş, açılış konuşmasında Necib Fazıl’ı “kahraman” olarak nitelendiren Muzaffer Doğan’ın bu nitelemesinin isabetli olduğunu belirterek, “sözlerini tasdik ediyorum. Necib Fazıl, hem şiirde, hem davada gerçek bir kahramandı” dedi.
Daha sonra söz alan İsmail Kıllıoğlu ise, Necib Fazıl’ın hikâyeleri ve romanları hakkında bilgi verdi. Necib Fazıl’ın hikâyelerinin az yahud çok olmasının değil, onun hikâye üzerinde de durması olduğunu kaydeden Kıllıoğlu, “Necib Fazıl’ın şiiri, edebiyat alanındaki diğer eserlerinin bir yandan besleyici kaynağı, ama bir başka açıdan da onları gölgede bırakan bir işlev de görmüş gibi duruyor. Oysa bu meseleyi daha yakından tahlil etmeye başladığımızda, şiiriyle diğer metinleri arasında alttan alta ciddi bir şekilde birbirini besleyen, birbirini etkileyen bir damarın sürüp gittiğini söyleyebiliriz. Şöyle de düşünebiliriz; eğer Necib Fazıl sadece şair kimliğiyle kalmış olsaydı, deyim yerindeyse, tek ayak üzerinde duran bir kişi olarak ortaya çıkardı” dedi.
Sempozyumda, “Sinema ve Tiyatroda Necib Fazıl” konulu bir tebliğ sunan Abdurrahman Şen de, Necib Fazıl’ın gördüğü boşlukları doldurmak istediğini belirterek, “en çok boşluk gördüğü alanlardan biri sinema, bir diğeri de tiyatroydu” dedi. Şen, Necib Fazıl’ın sinemayı tanımlarken “Büyük Doğu inkılabı, en büyük mikyasta kıymet ve ehemmiyet verdiği sinema şubesini de, bizzat himaye ve teşvik edeceği ve her biri yepyeni bir buluş ifade edecek olan yerli filmlerle canlandırmak davasındadır” dediğini hatırlattı. Necib Fazıl için tiyatronun da son derece önemli olduğunu belirten Şen, Necib Fazıl’ın tiyatroyu “sanat şekilleri içinde bence en büyük keşif / Tezin laf olmaktan çıkıp büyü olduğu yer; işte o esrarlı dört köşe” diye tanımladığını hatırlattı. Şen, “Bu sırrı eğer anlamış olsa idik bu ‘telkin kürsüsü’nü, bu ‘tezin laf olmaktan çıkıp büyü olduğu yer’leri anlamış olsaydık, herhalde bugün sinema ve tiyatroda neden Sülüman oynuyor da Kanuni Sultan Süleyman oynamıyor anlayabilirdik ve Kanuni Sultan Süleyman’a lâyık olurduk zannediyorum. Yine Üstad diyor ki, ‘Mutlak iman hâlinde tezlerin tezine sahip olan biz, tiyatrodan üstün ve dokunaklı alet kabul edebilir miyiz?’. Bu soruyu acaba hiç kendimize sorduk mu? Sorduysak, samimiyetle ne cevab verdik?” diye konuştu. Pakistanlı Yazar Mesut Aktar’ın Necib Fazıl’ın tiyatrosunun Shakespeare tiyatrosu düzeyinde bir tiyatro olduğunu söylediğini belirten Şen, “fakat bizler hâlâ bir Shakespeare hayranlığıyla gidiyoruz. Tarihimizi de Kral Lear bakışıyla Osmanlı padişahlarını ekrana veya sahneye getiriyoruz da, Necib Fazıl’ın tarihe ve tiyatroya bakışını göz ardı ediyoruz” dedi.
Vahap Akbaş da “Necib Fâzıl’da Öfke, Hiciv ve Mizah” başlıklı tebliğinde, “Necib Fazıl, fikrini öfkeyle harmanlayan, öfkeye fikrin terkisinde bir mânâ, bir değer kazandıran ender şahsiyetlerdendir. Öfke, onda menfî mânâsından sıyrılır ve önemli, değerli, fikri bileyici, fikre enerji kazandıran bir unsur hâline gelir” dedi. Akbaş, Necib Fazıl’ın meşhur “Muhasebe” şiirindeki “Çok var ki bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç” mısraının, bu yaklaşımın göstergesi olduğunu ifade etti. “Üstad, öfkesiz imanı bile değersiz bulur” diyen Akbaş, onun “Razı mısın olmasın kaşı, gözü simanın / Hiçbir değeri yoktur, öfkesi yok imanın” şeklindeki mısralarına işaret etti. Akbaş, “evet, Necib Fazıl öfkeli bir insandı; ama onun öfkesi basit bir asabî hâlden kaynaklanmıyordu. O, sorumluluk taşıyan bir dava insanı sıfatıyla bu öfkeyi gösteriyordu” dedi.
Akbaş, Necib Fazıl’ın öfkesinin aslında inancı ayaklar altına alınmış, hor görülmüş, baskı altına alınmış olan halkın öfkesi olduğunu ifade etti. Akbaş daha sonra Necib Fazıl’ın hicivlerinden örnekler verdi.
Muzaffer Doğan’ın girişimleri ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü tarafından Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nde düzenlenen sempozyum 2 oturum hâlinde gerçekleştirildi. Sempozyumun öğle arasında Aykut Kuşkaya ve Orkestrası, Necib Fazıl’ın bestelenmiş şiirlerini icra etti; Fazlı Karaman, şiirlerini seslendirdi. Sempozyumun sonunda izleyicilere, Muzaffer Doğan tarafından hazırlanan ve İBB tarafından basılan “Necib Fazıl / Buzdağını Eriten Deha” isimli kitap hediye edildi.
Aylık, Baran, Yeni Devir Hukukçular Derneği, Büyük Doğu Ocakları temsilcilerinin da katıldığı sempozyumda, Akademya dergisi yetkilileri ve Furkan dergisinden bir gönüldaş, Muzaffer Doğan’ın izni ve bilgisi dahilinde Akademya dergisinin II. Dönem 1. ve 2. sayılarını dileyen misafirlere hediye etti. Muazzam ilgi hasebiyle, 150 takım olarak hazırlanan Akademya’lar bir saat içinde kapışıldı, alanlar daha sonra bir de tanıdıkları için almak istedi.
Sempozyum sonunda gönüldaşlarla görüşen Muzaffer Doğan şöyle konuştu:
- “Arkadaşlar, bu daha ilk adım! Hâdise, Büyük Doğu Enstitüsü’ne gidiyor. Hiç merak etmeyin, yakında burada O’nun posterleri her duvarı süsleyecek!”.
Muzaffer Doğan’ı bu güzel organizasyondan dolayı tebrik ediyor, daima yanında olduğumuzu bildiriyoruz.