Hicrî yeni yıl olan 1432’ye 7 Aralık'ta 2010'da girmiştik.
İslâm âlemi ve Türkiye için, ken­dini arayan insan ve toplumlar olarak, oluş çilesinin gereği çatışmalar, kav­galar içinde diyebiliriz.
2011’e şiddetle girdik, yumurta atanlara polis şiddeti, polis devletine doğru sorusunu sorduruyor. Şiddetin şiddet doğuracağını da...
2011 yılında genel seçimler var.
Ülkede rejim tartışmaları, reform tartışmaları devam ediyor, her ne ka­dar tartışmalar istenilen seviyede ol­masa da ülkede çok şey değişti.
Zaman ve zemin o kadar değişti ki, bu değişikliklere uyması gereken insan kadroları geriden geliyor. San­ki hadiseler bizi bir yerlere sürüklü­yor ve biz hadiselerin gerisinden ge­liyoruz. Büyük değişiklikleri yete­rince idrak edemiyoruz.
Modern hayatın kitleleri uyutma­sının ve köleleştirmesinin de etkisiy­le dünyadaki büyük değişimlikleri yeterince mânâlandıramıyoruz. Ha­kim güçler de bunu istiyor zaten. Onlar statükodan yanalar ama yaşlı gezegenimiz belki de şimdiye kadar hiç olmadığı kadar dinamizmden ya­na. Ahir zaman hızlanması mı, baş­ka bir şey mi, yaşarsak göreceğiz.
Nietzsche 19. Asırda “Tanrı öl­dü” demişti. Gelinen bu noktada (21. asırda) “Tanrısızlık öldü” tesbitini yapmak zorundayız. Fakat “doğ­ru Tanrı anlayışı hangisi” suali cevaplanmalı. Temelde Allahsız olan ABD ve Batı tarafından Allahsız ha­yat dayatılıyor. Emperyalist sömürü düzenine isyan eden ve başta kendi ülkesindeki statükoya savaş ilan edenlerin 2011’de de yeni zuhurları­nı bekliyoruz; kendimizi de bu mânânın içinde ve katılımcı olarak görmek arzu ve iradesindeyiz. Hak­kın Yüce Divanını yeryüzünde kura­cak kadrolar mühim...
“2011 ’den ne bekliyoruz?” diye sormak yerine “ne verirsek onu alı­rız” hesabı neler yapmalı, neleri ne­lere vesile kılmalı, diye muhasebe yapmayı daha doğru buluyorum. Al­lahtan direk veya dolaylı tecelliler her zaman bekliyoruz. Allah diledi­ğinde her şeyin olacağına bir Müslü­man olarak iman ediyoruz fakat yine bir Müslüman olarak beklentiye gir­menin de miskinlik ve atalet olduğu­nu ve işin dedikodusuna döneceğini dikkat çekmek istiyoruz. Kehanetçiliği de hoş karşılamıyoruz.
Ekonomi nereye gidiyor, ne gibi hadiseler nelere vesile olur?
Dünyada azınlık tahakkümü ve ekonomik olarak da fevkalade zalim ve acımasız bir düzen var. Sömürge­ciler için ise çanlar çalıyor; çünkü doymak bilmez iştihalarından dolayı ekonomiyi sanal olarak şişirdiler ve krizlere yol açtılar. Kendi kurdukları sistemin altında şimdi kendileri kalı­yor. Fakat şu da bir gerçek, “sen yıkmazsan, yıkılmaz”.
Seküler Batıcı hayat tarzı insan­ları ruhsuz, kadük ve robot haline çevirdi. İnsan için ne kadar kutsal varsa yıktılar. Çünkü kapitalizm tek kutsal idi onlara göre.
Türkçüler sustu, şimdi Kürtçüler konuşuyor ama Türkçülerin kötü versiyonu olmaktan öte getirecekleri bir teklifleri yok. Aslında hükümet de bunu biliyor ama onların da ya­pacağı fazla bir şey yok. Sıkışınca da rejimin reddettiği İslâma müraca­at ediyorlar, İslâmi değerleri kullanı­yorlar. Doğru suali soran ve bunun cevabını verenlere kulak verilmeli: Türkün, Kürdün, Arabın meselesi ne olmalıdır?
Batıcı sömürge sisteminin içinde bulunan AKP, seküler-dünyevî ve Allahsız hayat tarzının, ekonomi, eğitim, siyaset ve hukukun savunu­cusudur. AKP’nin yaptığı şudur: Eğitim Batıcı sisteme göre verile­cek ama sen vicdanında Allaha is­tersen inan, düzene dokunmadan git camiye veya kiliseye ibadetini yap. İstenen budur!
Muhafazakar görünüp hatta na­mazında orucunda olup da “Allah dünya işlerinden anlamaz” anlayışı ve yaşayışında olanlara “Allahsız İslâmcılar” derken abartmıyoruz. Bu modernist anlayışla İslâm itikadını baltaladılar, İslâmı hayat nizamı ol­maktan çıkartıp vicdanlara hapsetti­ler, “ılımlı İslâm” gibi imansız-aksiyonsuz bir İslâm anlayışı doğurdu­lar. Bunları söyleyen “hocaefendi” olsa bile, bol bol ayet ve hadislerle konuşsa bile, bu anlayış İslâmın içi­nin boşaltılması ve modern kapita­list anlayışa uydurulması demektir, İslâma ve Müslümanlara en büyük hakarettir, “Ilımlı İslâm” gibi projeler.
Allah'ın Müslümana mescit kıldı­ğı yeryüzünü İslâmdan boşaltan böyle bir sakat ve sapık anlayışa dü­şülmesinin sebebi, eşya ve hadisele­re pençesini geçiren, İslâma muha­tap anlayışı temsil eden bir tatbik fikri, bir ideoloji eksikliğindendir. Onun için BD-İBDA dünya görüşü, emperyalizme ve onun maddeci (Al­lahsız) anlayışına sistemli bir tepki­dir ve eşya ve hadiselere İslâmı tat­bike ve her zerrede o mânâyı tecelli ettirmeye dair bir aksiyondur. Kısa­ca söylersek BD-İBDA İslâma mu­hatap anlayışı kuşanılmazsa bir çok mevzuda Allahsız yorumlara, mataryalist ve seküler anlayışlara sapma tehlikesi vardır.
Ruhsuz İslâma karşı İBDA ile duracağız ve fikirle yürüyeceğiz. Sadece ahlak olmuyor, fikir de yanı başında olmalı. BD-İBDA İslâma muhatap anlayışı fikir yanında diya­lektik ve ahlak davasını da sistemleştirmiştir. Külliyattan işaretleye­lim: "Ruhun merkezi fakültesi ahlak­tır ve kendisinden doğduğu fikri da­ha ileriye zuhur ettirir."
Kredi ve taksit ile bizi adeta eko­nomik bir köle haline getiren, işi ve dişi arasına hapseden Batıcı sistemin altında ezilmemek için, kendi ruh, ahlak ve fikir sistemimizle karşı durmalıyız. Ruhumuzun-zihnimizin- bedenimizin özgürlüğü için, “fikri yaşamak-yaşamayı fikir bilmek”.
Her şeyden önce başımızı kaldırma­yı bildikten sonra gerisi gelir.
İdealist İslâm telakkisini ilik­lerimize kadar işleyerek zevken id­rak halinde yaşamalıyız. “Teoride Müslüman, pratik hayatta kafir” ol­mamak için ideoloji ve bunun teşkilatlanması şart.
İnsan parçalanamaz, hakikat de parçalanamaz. Ruhumuz ve bedeni­mizle yekpare hakikat inanışını ya­şamaktan bahsediyoruz. Önce bu yaşayışı kendi içimizde kurmalıyız sonra her daim yenilenen bir gelenek halinde sürdürmeliyiz, adeta içimiz­de kesintisiz devrim ve sürekli iman ve aksiyon olarak. Bu görüldüğü ka­dar zor değil, samimiyet, oluş ve zevk halidir. Zevkine erdikten sonra da sürdürülmesi kolay. Nefsin her zaman pusuda beklemesine onu yen­menin zevkiyle karşılık vermek. Bu süreklilik bizim diriliğimiz ve haya­tımızdır. Yoksa sekülerizmin ve mo­dern hayatın kucağında ayak üstü leşlere dönme, meta-mal olma duru­muna düşeriz.
201 l’i büyük çalkantılara, büyük oluş ve değişimlere gebe görüyoruz. Ortada yıkılmayacak düzen kalmadı; artık yepyeni bir nizamın kendini ilan ve icra etme zamanıdır. Gelen­lerden güçlü sesler duymanın arefesindeyiz.
İcraat yılı olması temennisiyle...
 
 
Aylık Dergisi 76. Sayı
Ocak 2011