Siyonizm’in emir eri ABD, freni patlamış kamyon gibi 25 senedir yokuş aşağı toslaya toslaya gidiyordu, tâ ki Anadolu kıtasına toslayıncaya kadar...

Büyük Satranç Tahtası Kırıldı

Müslüman Anadolu İnsanı’nın 15 Temmuz gecesi işgâlciler karşısında kazandığı zafer, birkaç asırdan beri tüm insanlığı satranç taşı ve dünya haritasını da satranç tahtası zanneden, “tanrı kompleksli” Batılı güruha milletimiz tarafından indirilmiş okkalı bir tokattır. Hem de öyle bir tokattır ki, 1950’li yıllardan beri kurulmak ve oynanmak istenen büyük satranç tahtasını, tam orta yerinden, Anadolu’dan beri kırmıştır. Belki bundan da ehemmiyetli olan, küçük ve hor gördükleri, aslında pek de önemsemedikleri bir milletten bu tokadı yemeleri… Allah’ın bin yıldır Muntakîm ismine memur ettiği bir milleti küçük görmek de, ancak kendini “tanrı” zanneden ahmakların düşeceği bir gaflet olabilirdi zaten…

Peki, bu tokadı indirdik de iş bitti mi? Olur mu hiç öyle şey, asıl şimdi başlıyoruz. Arab ve Mağribliler’de bahar yaşadı; fakat ihtilâli taşıyacak, inkılâblarla taçlandıracak fikirleri, ideolojileri olmadığından iş kışa döndü. Anadolu Baharı’na gelecek olursak; 1999 senesinde fitili ateşlenen millî ihtilâl, nihayet 15 Temmuz 2016’da, darbe girişiminin tazyikiyle infilâk etti. Büyük Doğu-İbda, ihtilâlin alt ve üst yapısını inşâ eden mimar olmakla beraber, bundan sonra Anadolu’nun izleyeceği stratejik yol haritasını ortaya koymuş millî ve alternatifsiz fikir ve aksiyon hareketi olarak yeniden ön plana çıkmış durumda. Anadolu Baharı’nı Arab Baharı’ndan tefrik eden, bizi muvaffak kılacak olan Büyük Doğu-İbda dayanağıdır. Nasıl ki Büyük Fransız İhtilâli, Rönesans’ın ortaya koyduğu fikir ve aksiyon zemini üzerinde muvaffak olmuşsa, Anadolu İhtilâli de Büyük Doğu-İbda’nın ortaya koymuş olduğu fikir ve aksiyon zemini üzerinde tecelli edecek ve bundan dolayı hiç şüphe yok ki zaferle neticelenecektir.

Yeni başlıyoruz... Bu uğurda belki çok şehidimiz olacak; fakat Allah’a ve Resulüne düşmanlık edenlerin düzenlerini başlarına geçireceğiz. Biz, savaştan maksadın sağ çıkmak değil, muzaffer çıkmak olduğunu bilen milletiz. Onlar da öğrenecekler. 15 Temmuz ve sonrasında görüldüğü üzere, evlât ve ayalini Allah’a kurban adamış bu millet, küfrün önünde dize gelmedi, gelmeyecek!

***

 Tabiî hasmımızı da tanımamız, niyetini net bir şekilde kestirmemiz, güçlü ve zayıf yönlerini öğrenmemiz gerek. Bir diğer taraftan da böylesi bir tezgâh karşısında biz ne durumdayız? Bunu da konuşmak lâzım. Yalnız şunu da söylemeden geçmeyelim; biz bu kavgaya zannettiğimizden-zannettiklerinden çok daha hazırız.

ÜST AKIL KİM?

Suyu öylesine bulandırdılar ki, hakkında konuşulan her şey komplo teorisi addedilir oldu. Onları tanımlamak için kullanılan kelimeler bir süre sonra ya küçümsendi, ya da fazla büyütüldüğü iddia edildi. Haklılık payı olmakla beraber, karşımızdaki “şey”i isimlendiremezsek ona mahkûm oluruz. Adem Peygamber’in diğer yaradılmışlardan üstünlüğü nasıl ki isimleri bilmesiydi, bizim de üstünlüğümüz karşımızdaki “şey”i tanımlamakla başlayacaktır. Kafalarımıza bugüne kadar yer etmiş ön yargıları bir kenara bırakalım ve esasa gelelim.

Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan ve iktidarın sürekli kullandığı “Üst Akıl” ifâdesinin en üst perdedeki muhatabı Siyonistlerdir. Kripto Yahudiler ve Siyonist Yahudiler kurmuş oldukları Siyonizm ve Masonluk gibi müesseseler vasıtasıyla 19. Yüzyıldan itibaren sapkın din anlayışları gereğince dünyayı ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Her ne kadar bu hareket Filistin topraklarında İsrail Devleti’ni kurmak ve dünyaya yayılmış Yahudi nüfusunu bu İsrail’de toplamak gibi bir amaç üzere hareket ediyor görünse de, bu yalnızca bir paravandır. İsrail Devleti’nin kurulması bile, Siyonistler için bir yönüyle; “biz gayemize eriştik, dünyanın geri kalanındaki fitne fesat ile işimiz yok” yalanına dayanak olmaktan ibarettir.

Yahudi milliyetçiliğini tanımlamak için kullanılan bir terim olarak “Siyonizm,” ilk milliyetçi Yahudi öğrenci hareketi Kadimah’ın kurucusu Avusturyalı Yahudi yayımcı Nathan Birnbaum tarafından, kendi çıkarttığı “Selbstemanzipation” adlı gazetede, 1890 yılında ortaya atılmıştır. (Birnbaum bir süre sonra siyasi Siyonizme sırtını dönerek ilk Haredi hareketi olan Agudat Israel’in genel sekreteri olmuştur.)

1906 yılına kadar Siyonistlerin emelleri meçhuldür. Tâ ki 1906 Ağustos’unda British Museum’da ortaya çıkan “Küçük İçinde Büyük-İsâ Aleyhtarlığının Siyasî İmkânları” adlı kitap ve “Bir Ortodoks’un İtirafları - 1905” isimli Rusça eserin 1919 senesinde “Siyon Liderlerinin Protokolleri” adı altında İngilizceye çevrilmesine kadar. Bugün “İsa Aleyhtarlığının Siyasî İmkânları” ülkemizde pek bilinen konuşulan bir kitap olmasa da, “Siyon Liderleri’nin Protokolleri” son derece meşhur olmuştur. Her ne kadar Siyonist Yahudiler bu kitabı reddetseler de, tarih ve günümüzdeki dünya bizi bu kitabın işletilmekte olan bir prensibler bütünü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. “Siyon Liderleri’nin Protokolleri” bir dünya hâkimiyetini elde etmek için kaleme alınmış dersler ve temel düsturlar olarak görülebilir. Maksat dediğimiz gibi cihan hâkimiyeti, inançlarına göre Allah’ın kendilerine vadettiği dünya hâkimiyetini tesis etmek. Ve bugün Fettuşîler özelinde gördüğümüz takiyye ve sızmanın mucidi de bunlardır.

Siyonistler, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Müslümanların artık kendileri için uzun bir süre sorun teşkil etmeyeceğini düşündü ve o gün için güçlü olan Hristiyan âlemini ele geçirmeye yöneldiler. Biraz bundan bahsedelim ve devam edelim.

Hristiyan Avrupa’yı Nasıl Ele Geçirdiler?

En başta kendi dininin tahrif eden ve ardından gelen bütün dinlere musallat olan Yahudi için Hristiyanlık dini en başından beri hedefti. Hazret-i İsâ’nın hak dinini tahrif etmek üzere “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” küfrünü icad eden Sen Pol’den beri Hristiyanları tamamen ele geçirmenin hesaplarını zaten yapmaktadırlar. Rönesans ve akabinde meydana gelen Büyük Fransız İhtilâli, Yahudi için Hristiyanlığı bir tabelâ, Hristiyanları da kendisine tâbi kılmasının ehemmiyetli bir dönüm noktası olmuştur. 

Hürriyet palavrası, iç savaşlar, faşizm ve marksizm gibi kısır ideolojiler, liberalizm kapitalizm ve komünizm adlı iktisadî mezhepler, medeniyet seviyesi telâkki edilen kalıp dehası, parçalanmış bilim, darwinizm, istihza yoluyla karikatürize edilerek amelî bir din olmaktan Hristiyanlık ve meydana gelen ruhî boşluğu doldurmak üzere pompaladıkları hazcı hayat tarzıyla Batı âleminin kendi kültürüne ait bütün değerlerini iğdiş ettiler. Piyasaya çıkmadan, cebhe açmadan, sokma fikirlerle, sermaye üzerindeki hâkimiyetleriyle, sezdirmeden Hristiyanlığı yok etti ve Batıyı teslim aldılar. Fransız İhtilâliyle başlayan süreç, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber sona ermiş ve Batı, bütün beşerî müesseseleri, zihniyeti, ahlâkı, dini, devletleri, milletlerarası müesseseleri ve ekonomisiyle beraber Siyonistler tarafından teslim alınmıştır. Bir paragrafa sığdırmış olmamız sizi kandırmasın, bu son derece sistemli ve titizce hazırlanmış bir planın son derece büyük bir muvaffakiyetle uygulanmasıdır.

Hristiyanlık ve Batı ile olan işleri bittiğinde, yani onları teslim aldıklarında, bu kez yeni yeni kendine gelmeye çalışan Müslümanları ve İslâm’ı hedef aldılar. Yine piyasaya çıkmadılar, gizlendiler, seslerini çıkarmadılar. Müslümanlara saldırırken, Hristiyanlığa saldırmalarından farklı olarak bu kez ele geçirdikleri Batıyı kendilerine paravan olarak kullandılar. Başta Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya Yahudilerin kuklası hâlinde onların maksadına hizmet etti. Maşalar iş görürken, kimse Yahudiyi aklına bile getirmedi. Nihayetinde bombalar yağdıran uçak, ölüm kusan tank ve her türlü cürmü işleyen askerler üzerlerinde ve üniformalarında Batılı ülkelerin bayraklarını taşıyorlardı. Bir de Müslümanların içeriden devşirilen ihanet şebekeleri. Bunlar dahi Batılı ülkelerin istihbarat servisleri eliyle kurgulandı, sevk ve idare edildi. Yahudi hep perde arkasında kalmayı tercih etti.

Siyon Protokollerinin Güncellemesi

“ODET YİNON PLANI”, 1982’de, ISRAEL SHAKAK tarafından “KİVUNİM” isimli Dünya Siyonist dergisinde yayınlandı. Bu plan; Ortadoğu’nun silahsızlandırılması ve kontrolü amacı ile etnik ve dini ayrıştırma, bölgede kontrol dışı güç bırakılmamasını öngören bir plandır.

1980’li yıllarda yayımlanan bu plana göre; Türkiye, Irak, Suriye, Suudî Arabistan, Sudan, Afganistan, Ürdün, Fas, Cezayir ve Tunus İsrail Devleti’nin varlığı önünde tehdittir. İç dinamiklerine göre bunları dağıtmak, bölmek, silahsızlandırmak ve yok etmek gerekir. Bunun için mezheb, ırk, din ve mahallî ihtilâflar kaşınmalıdır.

Soğuk Savaş’ı fırsat bilip Komünizm tehlikesine karşı yahut Komünizm ile beraber sızdıkları Müslüman ülkelere, 1991 senesindeki Irak’ı işgâl teşebbüsünden beri fiilen saldırıyorlar. Maşa olarak kullanılan Batılıların idealsizlikleri dolayısıyla bu saldırılar her zaman beklenen neticeyi vermiyorsa da, arka planda Yahudi, tüm bu aksaklıkları da hesaba katarak planını ince ince işliyor.

Irak’ı işgâl etti ve iç savaşa sürüklediler.

Afganistan’ı işgâl etti ve iç savaşa sürüklediler.

Libya’yı işgâl etti ve iç savaşa sürüklediler.

Sudan’ı ikiye böldüler.

Mısır’da askerî darbe ile meşru iktidarı devirdiler, Müslümanları cezaevine attılar.

Suriye’yi global güçlerin bilek güreşi sahası hâline getirdiler, iç savaş çıkardılar.

Ve 15 Temmuz, Anadolu’yu işgâl ve bölme teşebbüsü...

15 Temmuz’dan beri Anadolu ihtilâlini pörsütmek üzere gerçekleşen saldırılar, bunlar hepsi aynı planın uygulamadaki adımlarıdır.

Hâsılı kelâm, hasmımızı tanımamız gerekiyor. Düşmanını tanımayan, çözmeyen, maksadını anlamayan, kullandığı tarzı ve tekniği kestiremeyen, tarafları sağlıklı bir şekilde okuyamayan, buna göre taktik ittifaklar kuramayan bu savaşı kaybeder.

Dikkat edin! Bu işin içinde ABD yok demiyoruz, çünkü var. Bu için içinde diğer Batılı devletler yok demiyoruz, çünkü var. Bu işin içinde FETÖ ve onunla aynı elin oynattığı kimi sol, kürtçü, mezhebsiz örgütler yok demiyoruz, çünkü var. Biz tüm bunların haricinde, tüm bu taşları satranç tahtasında büyük bir maharetle oynatan ayrıca bir el olduğunu ve o elin de “Yahudi” olduğunu ihtar ediyoruz. Hani şu “üst akıl” dedikleri zımbırtı var ya, işte o. Hasmımızı tanıyalım. Tanıyalım ki maddî ve manevî olarak ona göre teçhiz olalım. “Düşmanın silahıyla silahlanın” mukaddes ölçüsü temel şiarımızdır.

Şimdi hemen kafanızda “komplo teorisi” damgaları da dolaşmasın. Üstad Necib Fazıl’ın şairliğinden çokça bahsedilir, hattâ fikir adamlığından da bahsedilir kimi zaman; fakat onun hasmını görür görmez tanıma ve ciğerine kadar deşifre etmedeki mahareti pek de konuşulmaz. Bizim bugün idrak ettiğimiz bu manzarayı, Üstad, 4 Ekim 1946 tarihli Büyük Doğu dergisinin 49. sayısından itibaren teferruatlı bir şekilde kaleme almıştır. Büyük Doğu Yayınlarının “Yahudilik-Dönmelik-Masonluk” adı altında topladığı bu makaleleri, şimdi bir de bu gözle okumakta fayda var.

Siyonizm’in Emir Eri ABD

Siyonizm’i tanımak için Amerika’ya bakmak lâzım. Nihayetinde Siyonizm’in yönetmenliği ve senaristliğinde de olsa başrolün Amerika’ya tevdi edildiği malûm.

Amerika’nın Siyonizm’in emrine tahsisi “Kader Bildirgesi” diye tercüme edilen “Manifest Destiny”e dayanır. 19. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nde Amerikalı yerleşimcilerce kıtanın doğu kıyısından batı kıyısına kadar genişlemenin mukadder olduğunu ifade eden ideolojidir. Eski Dünya’yı kurtarmak için yeni bir “cennet” inşâ etmek diye tanımlanan misyon duygusudur. Dikkat ediyorsanız, Siyonistlerin “cihan hâkimiyeti”ne Amerikalı Hristiyanları entegre eden, emir kulu yapan bir ideolojidir bu... Bilhassa George W. Bush döneminde sıkça dillendirilen Evangelizm, bu ideolojinin mezhebi olarak ortaya çıkar.

George W. Bush’un 28 Ağustos 2000 tarihli konuşmasından; - “Bizim milletimiz tanrı tarafından seçilmiş ve dünya için bir model olarak tarih tarafından görevlendirilmiştir.”

Kader Bildirgesi ve bununlar beraber yayınlanan “Monroe Doktrini” ile beraber ABD, Avrupa’dan kendisini tecrit etmiş, aralarında yaşanan savaşlara taraf olmayacağını deklare etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa global siyaset sahnesinde özne olmaktan çıkıp nesne hâline gelirken, İkinci Dünya Savaşı ile beraber özne rolünü ABD üstlenmiştir. Buna muhakkak ki Avrupa’dan Amerika’ya doğru yaşanan nitelikli insan göçünü de ilâve etmek gerek. Gelenlere tanınan imkânlar ile beraber Amerika’da neredeyse bütün dünyayı yakından tanıyan, anlayan ve yönetebilecek bir zekâ birikimi meydana gelmiştir. Böylesi bir birikim, Yahudi için bulunmaz fırsattı...

ABD

1991 senesinde SSCB’nin çöküşüyle beraber, Amerikalılar tarihin sonunun geldiğine inandılar. 20. yüzyıl boyunca iki dünya savaşı ve bir de Soğuk Savaş yaşamış dünyada, Amerika nihayet tek güç olarak zaferini kutluyordu. Amerika’nın elindeki imkânlara ve dünyanın geri kalanının manzarasına maddî cihetten bakacak olursak, aslında pek de haksız sayılmazlardı.

21. yüzyılın başka bir Amerikan yüzyılı olacağı emin bir diller ifâde edilmeye başlanmıştı bile. 20 Ocak 1997 tarihinde Bill Clinton başkanlık görevine başlarken yaptığı konuşmada şöyle sesleniyordu:

- “20. yüzyılın bu son cumhurbaşkanlığı yemin töreninde, başımızı kaldırıp hep birlikte bizi bekleyen zorluklara bakalım... 21. yüzyılın şafağında... Amerika, dünyanın vazgeçilmez ulusu olarak tek başına durmaktadır.

Onun bu sözleri halefi Amerikan Başkanı George W. Bush tarafından 28 Ağustos 2000 tarihinde çok daha şaşalı bir şekilde tekrarlandı:

- “Bizim milletimiz tanrı tarafından seçilmiş ve dünya için bir model olarak tarih tarafından görevlendirilmiştir.

Amerika Rüyası, Siyonizm’e hizmet etmeyi ibadet sayan Evangelik George W. Bush’un döneminde sona erdi. Siyaset bilimciler, Amerika’nın zücaciye dükkânına girmiş fil gibi Ortadoğu’ya girmesinin gelecek açısından büyük maliyetler doğuracağına dikkat çekmişseler de, belli ki Siyonistler için Amerika’nın da bir önemi yoktu. Aynı sene içinde Afganistan ve hemen birkaç sene sonra Irak, Amerikan ordusu tarafından işgâl edildi. Uzun yıllara yayılan ve mutlak bir zaferle neticelenemeyen bu savaşlar Amerika’yı milletlerarası planda bir yandan küçük düşürürken, ekonomide de işler pek iyi gitmiyordu. Çin’in tam da bu dönemde etkileyici bir şekilde global hiyerarşinin üst saflarına sıçrayışı, 1980’li yıllarda Japonya’nın muhteşem ekonomik yükselişinden beri atıl vaziyette duran korkuları dirilterek Amerika’nın ilerleyen yıllardaki ekonomik canlılığının daha ne kadar sürdürülebileceğiyle ilgili gittikçe artan bir belirsizliği doğurdu.

11 Eylül saldırısı sonrasında ortaya atılan son derece muğlak bir ifâde olan “terörle savaş” politikası ve Irak’a karşı başlatılan tek taraflı keyfî savaş, Amerika’nın kendi müttefikleri arasındaki itibarının dahi zedelenmesine sebeb oldu. 2008 senesinde yaşanan ekonomik krizin de kaynağında Amerika’daki açgözlü sermayedarlar bulunuyordu. Bugün hâlen dünyanın atlatamamış olduğu ekonomik kriz, elbette Amerikan ekonomisini de derinden sarstı.

Siyasî idealizm ve ekonomik materyalizmi birleştirmekten doğan Amerikan imajı tamamen yıkılmasa da, 2000’li yıllar boyunca telafisi mümkün olmayan yaralar aldı.

***

Şu siyasî idealizm ve ekonomik materyalizm terkibine bir göz atmakta yarar var. Amerika’nın dünya siyaset sahnesinde başrolü kapmasının da vesilesi olan İkinci Dünya Savaşı ve ardından Soğuk Savaş döneminde Faşist Almanya ve Komünist Rusya karşısında izlediği siyasetin idealist olduğundan bahsedilebilir; fakat ya sonra? Bugün Amerika’nın “siyasî idealizm” diye idealize ettiği siyaset nedir? Kendilerine sorulduğunda, büyük güçler arasında denge unsuru olarak bulunmak, ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinin büyük devletler tarafından yutulmasına mani olmak gibi sebebler saydıklarını duyarsınız. İyi de, tüm bunları kendisi yapan bir devlet, diğerlerine yaptırmıyor olmayı nasıl idealize ediyor, asıl buna hayret.

Ekonomik materyalizm bahsinde ise hakikaten de kimse eline su dökemez. Son derece başarılı olduklarını kendi ekonomilerini bile tahrib ediyor oluşlarına bakarak rahatlıkla görebiliriz.

Aslında birinin çıkıp Amerikalılara zıt kutupları yan yana koymaktan muvazene değil, tutarsızlık doğduğunu, nizamın ise zıt kutuplar arasında muvazene kurulmak suretiyle elde edilebileceğini söylemesi lâzım; fakat zıt kutupların üstün nizamını vazeden mutlak ölçütlerin yoksa ne fayda...

***

Hâsılı kelâm, Siyonizm’in emir eri ABD, freni patlamış kamyon gibi 25 senedir yokuş aşağı toslaya toslaya gidiyordu, tâ ki Anadolu kıtasına toslayıncaya kadar...

Neticede

Yahudi, dünya haritasını satranç tahtası, bütün insanlığı ise satranç taşı yerine koydu. Şeytan’la yarışan kibri ve ucubundan, oyunu da bir rakible değil, kendi kendine oynamaya kalktı. 15 Temmuz, bu satranç tahtasına indirilen şanlı İslâm tekmesinin günü olarak şimdiden tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Artık bir tahta da yok, taşlar da. Amerika Devlet Başkan Yardımcısı Joe Biden diyor ya; “bilgisayar oyunu sandık” diye. Doğru söylüyor aslında. 15 Temmuz gecesi onlar muvaffak olsaydı, oyun sürüyordu; fakat biz kazandık ve OYUN BİTTİ!

Amene’r-Resûlü’de geçen mutlak ölçü: “Allah hiç bir nefse takatinden fazlasını yüklemez.” Öyleyse, Allah, hiçbir millete de takatinden fazlasını yüklemez de diyebiliriz. Düşman her ne kadar büyük de olsa, Allah onunla mücadele etmenin takatini bize verecektir. Yeter ki inanalım, inanmasını bilelim:

“Her şey ‘Mutlak Bir’ için, her şey ‘Mutlak Fikir’le.”

Aylık Dergisi 144. Sayı, Eylül 2016