Basra körfezinde karanlık bir gece vakti… Deniz üstünde beyaz köpükler ve devasa bir donanma. Füzelerini ardı ardına ateşleyen savaş gemileriyle, yakıt ve mühimmat ikmâli için birbiriyle yarışan uçakların birinin inip diğerinin havalandığı uçak gemisi dikkat çekici…

Tüm bu faaliyet ne için yapılıyor biliyor musunuz? IŞID’a ait Toyota marka bir kamyoneti vurabilmek için. Koca uçak gemisi kalkıp geliyor, koca savaş gemisi kalkıp geliyor, uçaklar havalanıyor, füzeler ateşleniyor ve IŞID’a ait bir kamyonet ya vuruluyor ya da vurulmuyor. Vurulan karargâhlar mı? İstihbarat için milyar dolarlar harcayan Batı ülkeleri bu işi nasıl gerçekleştiriyorlar bilmiyoruz ama IŞID’ın bombardımandan haberi var ve tüm mevziler boş... Ve bunu biz değil, Batılı haber ajansları duyuruyor…

*

Ruh muvazenesi kurulamadan, ruhçuluktan doğan keyfiyetçilik anlayışı hâkim olmadan, kuru aklın emrindeki kemmiyetin varacağı nihaî ufku da böylelikle müşahede etmiş oluyoruz.  He bu Batılıların bir de Müslüman(!) müttefikleri var; bu kurnazın her seferinde tekrar ve tekrar avladığı şişman tatlı su balıkları. O Toyota marka kamyonetin vurulmasına sponsor olanını mı ararsın, jetleri kaldırıp Toyota kamyoneti kovalayanı mı? Hepsi var, hepsi... İşte biz diyoruz ya “önce burası, önce Anadolu” diye, daha net bir şekilde anlaşılıyordur herhâlde... 

Bu operasyonun haberleri de bütün bir dünyanın gündeminde; sanırsın ki NATO birkaç saat içinde Rusya’nın bütün hava kuvvetlerini vurmuş, ikmâl hatlarını kesmiş, kara kuvvetlerini kıstırmış, nükleer silâhları etkisiz hâle getirmiş ve NATO’nun kara birlikleri Moskova’ya doğru ilerliyor... Yok yahu, bir tane kamyonet vurulmuş, üzerindeki Doçka da hâlen kullanılabilir vaziyetteymiş hem de... 

Neyse, kuru akılcılığın Batı’yı ve beraberinde hareket etmekte hevesli olan müttefiklerini ne kadar gülünç bir hâle düşürdüğü anlaşıldığına göre şimdi meselemize dönelim ve devam edelim...

*

Arab Baharı’nın ardında her kim olursa olsun görünen o ki, Müslümanlar, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kendilerine biçilen rolden fena halde bunalmış görünüyorlar. Ne istediklerini tam olarak bilmeseler de neyi istemedikleri hususunda ittifak hâlindeler. Neredeyse yüzyıla yakın bir süredir çizilen sunî sınırlara mahkûm edilen, yeraltı ve yerüstü kaynakları sömürülen; birkaç istisna haricinde kuyrukçular tarafından idare edilen; malına, canına, ırzına ve itikadına ya bizzat Batı, ya da kuyrukçuları tarafından göz dikilen Müslümanların sabrı artık taşmış vaziyette. 

Bugün gündemde yer alan IŞID’ı tek başına değerlendirerek bir sonuca varılmayacağı muhakkak. Bugün Yemen’den Suriye’ye, Irak’tan Libya’ya kadar İslâm dünyasında kurulu olan bütün rejimler altüst olmuş vaziyette. Yüzyıllık dizayn kendisini iptal ederken, Batı, elindeki bütün imkânlara rağmen bölgeyi yeniden hâkimiyetine alabileceği yeni nizâmı bir türlü tesis edemiyor. Batı’nın hâkimiyetini yeniden tesis etme girişimleri ve kuyrukçuların pay kavgası, sabrı taşmış Müslümanların meydana getirdiği kaosu düzene koyacak bir anlayışı meydana getirmeye yetmiyor. 

Batı Âlemi

Öncelikle bölgede yeniden mutlak bir şekilde hâkim olmak arzusunda olan Batı ile başlayalım. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, kendi varlığını ona dayanarak sürdürdüğü diyalektik münasebetteki hasmını da kaybeden Batı, senelerdir yerinde sayıyor. Başta Amerika olmak üzere Batı âlemi, insanlık için uzun bir süredir çözümden daha fazla sorun üretir hâle geldi.  Teknik açıdan ortaya koyduğu ürünler dolayısıyla bu vaziyet sanki ileriye doğru bir tekâmülmüş gibi algılansa da, ferdî ve içtimâî meselelerin çözümü noktasında tersine bir tekâmül süreci yaşadığı görülüyor. Sathî bakımdan ele alındığında dıştan muhteşem görünen imparatorluk, derinliğine doğru içine girildiğinde bir yamyam kabilesi kadar sığ kalıyor. 

Kendi insanının temel meselelerini çözüme kavuşturamayan ve her gün yeni bir ferdî ve içtimâî felâketin müsebbibi olan Batı, herhalde kimsenin kendisine “gel buyur” demesini beklemiyordur. Diğer bir taraftan hâkimiyetin kuru şiddet vasıtaları kullanılarak ele geçirilmesinin yalnızca şiddet doğurduğunu hesaba katacak olursak, Batı Âlemini bundan sonrasında hiç de iyi şeylerin beklemediğini söyleyebiliriz.

Şunu da hatırlatmakta yarar var; IŞID’a karşı alınmış bir BM Güvenlik Konseyi kararı yok, NATO kararı yok, uluslararası bağlayıcılığı olan hiçbir karar yok fakat Amerika’nın kabadayılığı ve bu kabadayının ayakçıları var. Koalisyon dedikler budur.

Batının içinde bulunduğu manzarayı kısaca tasvir ettiğimize göre gelelim IŞID meselesine...

Sokak köşesinde çekirdek çıtlayandan tutun da bürokrasi kademelerinin zirvesine kadar, çağımızın en büyük hastalığı yalancılık. Hayatın her şubesi yalanlar üstüne inşa edilmiş vaziyette. Dünya politikaları da dolayısıyla yalanlar üzerine bina ediliyor. Şimdi gelelim son yılların en büyük yalanına. Amerikan Başkanı çıkıyor televizyona ve diyor ki; “IŞID bütün dünya için tehdittir ve biz onunla mücadele etmekte kararlıyız.” 

Ne yazsak ifâde etmekten aciz kalacağımız bir tabloyu, Obama’nın bu sözünün ardında iliştirelim ki kimin ne olduğu netleşsin.

Amerika’nın Irak İşgalinin Bilançosu: 

- Irak işgâli esnasında 1.500.000 insanın öldürüldüğü tahmin ediliyor. Resmi rakamların 100.000 demesi ise gerçeklikten uzak. Dönemin ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney “Düşmanıımızın ölülerini sayacak değiliz” diyerek resmî rakamların basit birer yalan olduğunu doğrulamıştı. Ölülerin önemli bir kısmını çocuklar oluşturuyor.

- Ebu Garib gibi hapishanelerde tutuklu bulunan Iraklılar sistematik bir işkenceden geçirildiler. 2004 ve 2006 yıllarında bu işkencelere ait görüntüler basına sızdı. İngiltere’de tepkiyle karşılanan görüntülerin ortaya çıkardığı skandal sonucunda ise kimse önemli bir ceza almadı.

- ABD askerlerinin işlediği en büyük suçlardan biri de kadın ve çocuk istismarı. Tutuklu bulunan yüzlerce kadına tecavüz edilirken, mağdurların arasında 10 ila 14 yaş arasında birçok çocuk da bulunuyor.

- Irak’ta işsizlik oranı % 20. Bu oran genç nüfusta % 30’a çıkıyor. Çalışanların büyük kısmı hizmet sektöründe. Üretim, 2003’tekinin çok çok altında. Petrol üretimi bile onda birine düşürüldü. O da sadece ABD’nin kullanımı için. 26 milyon Iraklının 7 milyonu açlık sınırının altında yaşıyor. Yani günlük 2,2 doların altında gelire sahip.

- Sosyal alanda yıkılan Irak, kültürel olarak da yağmalanıyor. Savaşın ilk günlerinde yıkıntı haline gelen Bağdat Ulusal Müzesi ve Bağdat Kütüphanesi; modern çağın gördüğü en büyük yağma olarak kayıtlara geçti. Sadece Bağdat Müzesi’nden 170.000 eser çalındı. Toplamda milyonlarca eser yurt dışına kaçırıldı ve zengin simsarlarca kapışıldı.

*

Saydığımız ve saymadığımız cürümleri işleyen ABD’nin Devlet Başkanı Barack Obama diyor ki:

- “İslâm, sulhu öğütleyen bir dindir.”

Tüm bu cürümleri işleyen ABD, Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren IŞID’a karşı operasyon yaparak dünya barışını kurtaracakmış. Amerika’nın bu yalanı söylemesi, ahlâkî değerler gereği olmasa bile itikadı gereği mazur görülebilir de, Amerika’nın yeniden bu topraklara operasyon yapmasını destekleyen ve hattâ bu operasyona fiilen iştirak eden Müslüman(!) devlet idarecileri nasıl olur da mazur görülebilir, bilmiyoruz…

Sözü daha fazla uzatmadan Türkiye’ye gelelim artık...

Türkiye

Musul’u geri alırken Türk Konsolosluk çalışanlarını da rehin alan IŞID’a karşı Türkiye’nin izlediği politika takdire şayandı; tâ ki rehineler IŞID tarafından Türk İstihbaratına teslim edilinceye kadar. IŞID’ın elindeki rehinelerin iade edilmesinde Türkiye’nin bölgedeki Arab aşiretleriyle olan insanî ilişkileri ön plana çıktı. Batı ülkelerinin elindeki teknolojik ve askerî imkânlara rağmen gerçekleştiremediğini Türkiye’nin insanî münasebetler dolayısıyla gerçekleştiriyor oluşu belki de dış politika anlayışında dünya çapında yeni bir çığır açacakken, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, Başbakanı, Cumhurbaşkanı ağzından bile değil de Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ağzından şöyle bir açıklama (direktif) geldi; “Türkiye bu koalisyonun büyük bir parçası ve bu çabanın ön cephelerinde yer alacak!”

Bu öyle bir açıklama ki, Türkiye’nin son senelerde Mısır’daki İsrail menşeili askerî darbeye, halkının üstüne varil bombaları atan Esad ve Müslümanları cuma namazı çıkışında otomatik silahlarla tarayan Malikî rejimi karşısında takındığı onurlu tutum ve bu tutum çevresinde umutlanan Müslümanlara karşı yapılabilecek en büyük ihanettir.

Irak ve Afganistan’ı işgâl eden Amerika ve hempası, şehadet şuurunu kuşanmış Müslümanlarla karada savaşamayacağını, paralı askerinin böyle bir savaşı kazanamayacağını, cemiyetine bu savaşı izah edemeyeceğini, ekonomisinin uzun vadede böyle bir savaşı taşıyamayacağını çok iyi biliyor. Bundan mütevellit Irak ve Suriye’de kendi adına mayın eşekliği edecek kimseler arıyor ve Irak Hükümeti, Kürtler ve Türkiye’yi bu işe koşmayı planlıyor.

IŞID, şu ân iktidarda olan Irak Hükümeti için varlık-yokluk meselesi hâlinde. Son gelen bilgilere göre IŞID Bağdat’ın iki kilometre yakınında ve Bağdat’ı ele geçirmek üzere yığınak yapıyor. Kendi şartları içinde, Amerikan kuklası Bağdat Hükümetine çok da söylenebilecek bir şey yok. Kendi memleketinin işgalcisiyle bir olup devlet başkanını Batılar adına idam edecek kadar alçalabilen bu güruhtan her türlü alçaklık beklenir.

 Kürtlerin durumu diğerlerinden biraz daha farklı. Kendilerine vaad edilen devlet sevdası peşinde senelerdir Batılıların politikaları dâhilinde savrulan Kürtler, kendi gerçek meselelerini ve gündemlerini kaybetmiş durumdalar. Bu bakımdan Batılılar bölge hakkında yazdıkları her senaryoda gönül rahatlığıyla Kürtlere rol veriyorlar. Tarihteki şanını tıpkı Türkler gibi İslâm ile şereflenmesine borçlu olan bir milletin, sırf Sünnî bloğun bölünmesi adına, bölge ülkelerindeki kuyrukçular tarafından milliyetçiliğe itilmesi sonucunda gelmiş bulundukları bu vaziyet, içler acısı...

Gelelim Türkiye’ye... Mevzû, ister IŞID, isterse sunî devletlerden biri olsun, Türkiye, kendi inisiyatifiyle bölgede tasarruf hakkında sahibtir. Bunu bir kenara koyup devam edelim. Peki, bu bölgenin gerçek sahibi olan, sunî sınır çizgilerinden ötürü komşularında kendi milletinin akrabaları olan, insanî ilişkilerdeki başarısı ve bağımsızlık istikâmetindeki politikalarıyla teveccüh toplayan Türkiye, -Allah göstermesin- bugün kalkıp da Amerika ve avanesi adına bu topraklarda Müslümanlara karşı tetikçilik yaparsa, bunu nasıl izah edebilir?

“Her ne sebepten ötürü olursa olsun” ifâdesini de açalım; masada ne vardı bilmiyoruz, son dönemde gündeme gelen istihbarat dinlemelerinden elde edilen veriler olabilir, şahsî şeyler de olabilir... Ne var ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugüne kadar izlediği usulün dışına çıkıp, o masada Türkiye’ye karşı kullanılan kozları yüksek perdeden seslendirmemesi son derece endişe verici. Bugüne kadar birçok badire, Erdoğan’ın millete karşı açık oluşu sayesinde atlatılmışken, millet Batı’dan gelen her türlü musibete karşı Erdoğan’ın arkasında bir araya gelmişken, bu tereddüt can sıkıcı.

Eğer hesap, Esad rejimini devirecek yeni bir hükümetin tesisi için Suriye'den güvenli bölge adı altında toprak parçaları zabtedip buradan bu yeni kurulacak Özgür Suriye Hükümetinin peyderpey hakimiyet sahasını genişletmesini sağlamaksa, bizden söylemesi, bu da yaş; yaş, çünkü nihayetinde bunu ABD'nin izni olmadan yapma cesaretini gösteremiyorsunuz, yani bu proje de ABD güdümünde olacaktır. ABD GÜDÜMÜNDEKİ HİÇ BİR PROJEDEN "YENİ TÜRKİYE"YE HAYIR GELMEZ!!! Önceden Türkiye'yi pek ciddiye almayan ABD, artık ülkenin İslâm yönündeki gidişatının farkında ve bu gidişatı kontrol altına almak maksadıyla son bir senedir hükümeti devirme teşebbüslerinde bulunuyor. Eğer hükümet ve Cumhurbaşkanı bu durumu bilmiyorsa, biz söyleyelim: ABD BİZİM HASMIMIZ! Bütün hesaplarımızı bu verilere göre yapma durumundayız. ABD ile savaşa tutuşacak değiliz, ama onun gündeminin sadık takipçisi de olamayız. Biz ülke olarak ilk evvel kendimizin, ama hemen akabinde Müslüman kardeşlerimizin menfaatini düşünme durumundayız, Batılıların ve İsrail'in değil...

Davos’taki Dünya Ekonomi Forum’unda başlayan müsbet süreç, New York’taki Birleşmiş Milletler toplantısındaki baskılar karşında Cumhurbaşkanı’nın, Türk heyetine, “kalkın gidiyoruz” diyememesi neticesinde mütereddit bir noktaya gelmiştir. Bundan sonrasında eğer ki rota ve istikamet bozulursa, daha da büyük problemlerin doğacağı muhakkaktır.

Netice Olarak

Bu millet nasıl 1991’de ve 2003’te Türkiye’nin Müslümanlara karşı Batının tetikçisi olmasına müsaade etmediyse, yine etmeyecektir. Kendi inisiyatifi dâhilinde Türkiye’nin bölgedeki tasarruf hakkı saklıdır fakat IŞID’a karşı kurulan koalisyonun yalnız ama yalnız Amerika ve Batılıların çıkarı adına kurulduğu da muhakkaktır. Bu savaş, Kürtlerin de Türklerin de savaşı değildir.

Amerika ve avanesinin kuyrukçusu olan idarecileri hariç, İslâm Âleminin senelerdir içinde bulunduğu mahkûm tavırdan kurtulduğu ve her bölgenin kendi hususî şartlarına göre farklı farklı şekillerde bu mahkûmiyeti sona erdirmenin maddî plandaki provalarını yaptığı bu demde, kaybetmeye mahkûm olan Batıyla bir safta yer almak en hafif tabirle akılsızlık olur herhâlde.

Öyle umuyoruz ki, Türkiye rotasından şaşmaz ve o masada her ne olursa olsun ve o masadakilerin bedeli her ne olursa olsun, gerekiyorsa yüzleşir ve istikamet bozulmaz. Aksi hâlde, yazımızın başında bahsettiğimiz gibi, Allah’ın akıllarını aldığı, kamyonet vurmak için milyonlarca dolar harcayan Batıyla bir safta yer alanlar kaybetmeye mahkûmdur.

Son Söz: Allah'tan korkun, ABD'den değil!..

 “sürüyor; sürecek zaman sahnesinde. 

iyi ve kötünün başlayan savaşı. 

ve zafer mutlak iyinin. 

bu dünya ve ötesinde"

Baran Dergisi 403. Sayısı