Başlıktaki “Düşmanın silahıyla silahlanmak” ölçüsü üzerinde birazcık duralım. Çünkü bu ölçünün hadis olup olmadığına dair farklı görüşler var. Meselâ “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” münkiri “Mavera Dergisi” muhiblerinden Rasim Özdenören, “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler” isimli eserinde bunun bir hadis olduğunu söyler.(1) Özdenören’in kaynak göstermeden alıntıladığı bu ölçü kuvvetle muhtemel “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” külliyatındaki kullanımından aparmadır. Bu mevzu üzerinde birazdan duracağız. Özdenören’in “Kim kime benzerse o da ondandır” hadisinden mülhem “Düşmana benzememek” lazım geldiği hususunda ne şiş yansın ne kebab kabilinden ele aldığı sözkonusu ölçü üzerinden kendince bir açılım yapması, hiçbir yaraya merhem olmadığı gibi, hiçbir orijinal bilgi de vermemektedir.(2) Bu tür bir kaygı, biraz sonra üzerinde duracağımız Ebubekir Sifil Hoca’nın kaygılarına ne derece merhem olur, onu da bilemem.

Ebubekir Sifil Hoca, 17 Kasım 2008 tarihli Milli Gazete’de yayımlanmış “Düşmanın Silahıyla Silahlanmak?!” isimli yazısında, hadis diye aktarılan bu sözün hiçbir muteber kaynakta değil söz olarak, anlam olarak da geçmediğini söylemektedir.(3) Ebubekir Sifil Hoca’nın bu tespiti, “Sorularla İslâmiyet” isimli bir web sitesi tarafından da teyid edilmektedir. Ancak, sözkonusu web sitesinde bu sözün aşağıdaki âyetten neşet etmiş veya ettirilmiş bir “kelam-ı kibar” olduğuna bariz vurgu yapılmaktadır. Sözkonusu âyet meâli ise, Enfal Sûresi’nden:

Onlar (düşmanlar) için, gücünüzün yettiğince kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Bununla Allah düşmanını, sizin düşmanınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz düşmanlarınızı korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal, 8/60)

Yukarıdaki âyet meâli üzerinden yapılan bir yorumda, sözkonusu âyette “Düşmanın silahıyla silahlanmak” mânâsını görmek mümkündür, denilmektedir.(4)

Yani denilmek istenmektedir ki, her ne kadar “Düşmanın silahıyla silahlanmak” sözü bir hadis olmasa da, sözkonusu sözden tüten mânâ sözkonusu âyete mutabıktır.

Ne ilginçtir ki, “kelâm-ı kibar” olarak kabul edilen malum söz âyetle örtüştürülürken bir sıkıntı duyulmuyor da, hadis olmadığı çok açık bir şekilde dile getirilebiliyor. Peki, ya hadis ise? Ortada netameli bir durum olduğu çok açık! Değil mi ki tüm hadîsler baştan aşağı Kur’ân’ın tefsiridir. Diğer bir ifadeyle de tüm hadisler, Kur’ân’dandır. Bu çerçeveden bakıldığında, meselâ sözkonusu âyete mutabık olan sözkonusu ölçünün bir hadîs olarak anlam kazanmasında mânâ olarak ne tür bir sakınca olabilir? Elbet bu sözü bir hadîs âlimini rencide etmek ve onun kendi mevzuundaki otoritesini sarsmak için söylemiyoruz. Maksadımız malum ölçünün muhatap olduğumuz “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemine nisbetle murada uygun olarak ele alınıp değerlendirilmesidir.

İçinde yaşadığımız yeni zaman ve mekânda “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”, hiç şüphesiz ki “İslâma Muhatap Anlayışı Yenileyen” bir mihrak nokta olarak anlam kazanmaktadır. Bu öyle bir mihrak noktadır ki, “İstikbâl islâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden ve “Müjdelerin Müjdesi”ni haber veren “eşi ve benzeri olmayan” bir noktadır. Bu noktanın “Mehdiyyet Düşüncesi” ile doğrudan ilgisini merak edenler, İBDA Mimarı’nın şahsında tecelli eden hakikatin ne olduğuna müracaat edebilirler. Hemen belirtelim ki, “Ben Kimim?” istifhamı üzerinden İBDA Mimarı’nda tecelli eden hakikat, Hazret-i Salih Aleyhisselâm’da tecelli eden hakikat hâlinde, “Kendinden Zuhur”dur. Bununla beraber, “BERZAH” hakikati de İBDA Mimarı’nda tecelli eden esaslı bir hakikattir. Bu mevzuda Üstadı Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl tarafından “Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman” takdimi bütün her şeyi açıklamaktadır. Bunu da merak edenler İBDA Külliyatına müracaat edebilirler. Bu mevzuun daha bir netleşmesi için şu tür bilgi sanırım aydınlatıcı olacaktır: Malum olduğu üzere, “Eserde derinleşmek” mânâsını mündemiç “Vahdet-i Vücud” ekolü, İbn-i Arabî Hazretleri’nin “Her şey O’dur” terkibi hükmü üzerinden anlam kazanmaktadır. Bir nevi “Vahdet-i Vücud” ekolünün tashihi olarak da okunabilecek olan ve “Müessirde derinleşmek” mânâsını mündemiç “Vahdet-i Şuhud” ekolü ise, İmam-ı Rabbanî Hazretleri”nin “Her şey O değil, O’ndandır” terkibi hükmü üzerinden anlam kazanmıştır. Sanki her ekole de bir nazire yaparcasına veya her iki ekolü de tek yekûn içinde cem edercesine, “Zât’ında Derinleşmek” mânâsını mündemiç “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, Büyük Şahid İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Her şey O değil, O’ndandır; bu mânâda O’dur” terkibi hükmü üzerinden anlam kazanmaktadır. Sözkonusu olan bu terkibi hüküm, gerek kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs, gerek küllî ruhun tasarrufunda ruh ve beden, gerek mânânın ayan olmasında suret ve mânâ, gerek hakikatin zâhir olmasında zâhir ve bâtın, gerekse “zıtların birliği” mânâsını mündemiç olarak, “zıt kutuplararası muvazenenin üstün nizamı” olarak beliren İslâmın hâkim ve hakîm olması sürecinde hak ve bâtıl kutuplarının hakikatiyle tam ayan olacağı bir noktada, tüm zamanların İdeal Devlet Plan, Program ve Projesi’ne taalluk eden “Devlet-i Ebed Müddet” mânâsının tüm hakikatiyle zâhir olacağı bir hakikate de işaret etmektedir.

“Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” külliyatında “Düşmanın silahıyla silahlanmak” sözünün hadis olup olmadığına dair herhangi vurgu yapıldığına ben şahsen şahidlik etmedim. Ancak sözkonusu sözün hemen akabinde bir “ölçü” olduğu çok bariz bir şekilde zikredilmektedir.(5)

Demek ki, sözkonusu olan bu ölçü her ne kadar hadis kaynaklarında bariz bir şekilde geçmiyor ise de, hâdîslerin Kur’â’dan olması hasebiyle, sözkonusu ölçünün hadis mânâsının hasrı içerisinde telakki edilmesinde mânâ olarak hiç bir sakınca olmasa gerektir. Tam da bu noktada Ebubekir Sifil Hoca’nın bir çekincesine kulak kabartmak gerekmektedir ki, şu:

Düşmanlarımız yalana, iftiraya, rüşvete, cinselliğe… dayalı bir mücadele yürütüyorsa bizim de aynı “silah”larla silahlanmamız ne kadar mümkündür?”(6) Ebubekir Hoca sözlerine “Düşmanın silahıyla silahlanmak” sözünü dar anlamda/münhasıran bir “savaş stratejisi” çerçevesinde Sünnet ve siretin mânâsıyla da çelişmektedir.” Meselâ “Düşmanın sahip olduğu nükleer ve biyolojik silahlara sahip olmak Müslüman için ne kadar İslamîdir?” şeklinde devam eder, “caydırıcılık” maksadına yönelik olarak dahi düşünülse, yapılması gereken, “düşmanın silahıyla” değil, “düşmanın silahından daha üstün ve etkilisiyle silahlanmak” olduğunu söyler ve ekler: “Hasılı, ister savaş durumuyla sınırlı olsun, isterse düşmanlarımızla her çeşit mücadeleyi içine alacak şekilde geniş bir çerçevede kullanılsın, bu söz problemlidir ve İslamî ilkelerle bağdaştırılması hayli müşkildir. “Hadis” diye nakledilmesi ise problemin en katmerli hale geldiği noktadır.”(7)

Peki; Ebubekir Sifil Hoca’nın mantığına göre veya yukarıdaki çekinceleri dikkate alındığında, “Harp Hüd’adır!” hadisini nasıl okumak veya yorumlamak gerekiyor?

Ebû Hüreyre ve Câbir (R.A)’dan rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurdu (meâlen): “Harb hud’adır!: Harp hileden ibarettir!”(8)

“Bu hadis, rivayet eden sahâbî sayısı ve isnadları itibariyle neredeyse mütevâtir derecesine yaklaşmış hadîslerden biridir. Hadîste geçen “had’a” veya “hud’a” kelimesi, aldatmak, hîle yapmak ve kalbinde gizlediği niyetin zıddını dışa vurmak anlamlarına gelir. Harpte düşmana karşı hile yapmak, bütün İslâm âlimlerine göre câizdir.”(9)

“Harb, hud’adır!” hadîsinin zâhir olmasının hikayesini merak edenler, Allah’a ve Resûlü’ne eza eden ve dahi, Allah Resûlü’nü sürekli hicvederek Kureyşli müşrikleri cesaretlendiren Kaab bin Eşref isimli kâfirin kellesini almak için bizzat Allah Resûlü’nün emir buyurması ile ilgili hadîsin hikayesine bakabilirler.(10)

“Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin “Yeni insan yeni nizam” veya “Yeni Dünya Düzeni” çerçevesindeki teklifi veya mücadelesinin düşman tarafından da kabul edildiği bir tarihte, meselâ 1990 yılında “Nokta” isimli bir dergide vermiş oldukları bir röportajda İBDA Mimarı, “Şeriat için silahlı mücadele” mottosunu gündeme getirmiş ve kendisine, “Silah kullanacak mısınız?” şeklinde sorulan bir soruya, meâlen, “Müslümanların silah kullanıp kullanmamasından ziyade, Müslümanlara karşı silah kullanılacak mı, kullanılmayacak mı, önce bu sorunun cevabını görmek gerekiyor.” şeklinde bir cevap vermişti. Ki daha evvel bunun fikri alt yapısını İBDA Fikriyatında, meselâ ta ki “Necip Fazıl ve Yeni Dostlar” mottosuyla “Dergi-Kitap” formunda çıkan “Rapor 12”de kaleme aldığı “Hedef-Vasıta İlişkisi” isimli yazısında, “Her türlü silahla mücadele” mottosuna yer vermiş ve daha sonra bunu da, “Gerekeni gerektiği yerde ve gerektiği kadar yapmak” terkibi hükmüne bağlamıştı. Sözkonusu yazının son cümleleri bugün de tazeliğini korumaktadır:

“Hedefimiz bellidir. Her türlü silahla mücadele anlayışına uygun olarak, maddi ve fikri gücümüze en uzak menzile (hedefe) ulaşabilecek silah olabilmek…”(11)

Sözkonusu yazısında İBDA Mimarı, kendisinin çıkardığı “Gölge” isimli dergisinde bir vesile “Düşmanının silahıyla silahlan” ölçüsünü kullanmaktan söz ediyor. Bu ölçüyü hadis olarak mı, kelam-ı kibar olarak mı, yoksa örgüleştirdiği İBDA fikriyatının dil ve diyalektiği içerisindeki bir “temel ölçü” olarak mı kullandığı ise bu satırların yazarı tarafından şimdilik meçhuldür.

“Ukbe b. Amir’in bildirdiğine göre Hz. Peygamber (a.s.m) bir gün minberde şöyle buyurmuştur:

Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın ayetini okudu ve bilesiniz ki, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır.” (Taberî, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri).

“Kuvvet atmaktır.” mealindeki ifadenin üç defa tekrarlandığı hadis rivayeti sahihtir. (bk. Müslim, İmare, 167; Ebu Davud, Cihad, 23; Tirmizî, Tefsiru sureti 8; İbn Mace, Cihad, 19).

Bu hadis, Enfal suresinde geçen “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın…” (Enfal, 8/60) mealindeki ayetin bir nevi tefsiridir. Bundan maksat, düşmanlara karşı Allah yolunda yapılması gereken cihad için her türlü hazırlık yapmaktır. Kişinin (sporla) fizikî gücünü pekiştirmesi, at koşturması, ok atması ve -cihad için gerekli olan- benzeri her türlü kuvvet hazırlaması buna dahildir. (bk. Nevevî, ilgili hadîsin şerhi).

“Şüphesiz hadislerde yer alan atları besleyip koşturmak, yüzmek, ok, atmak, mızrak kullanmak ayette mutlak olarak ifade edilen “kuvvet” kavramının o günkü ihtiyaçlara işaret eden bir tefsiridir. Çünkü, o günkü cihad maddî şekliyle bu gibi malzemelere, aletlere ve maharetlere ihtiyaç duymaktaydı. Bugün ise maddi cihad için gereken başka silahlar var ve bunlara sahip olmak da bu âyetin ve ilgili hadislerin emir ve tavsiyeleri arasındadır.

“Bununla beraber, “kuvvet”in genel kapsamında cihadın manevî şekliyle ilgili malzemelerin de yer aldığında şüphe yoktur. Çünkü, bugün, cihad daha çok manevîdir ve İslam’ın güzelliklerinin gösterilmesi, ancak hakikatlerinin doğru olarak anlatılmasıyla, asrın en büyük silahı olan müspet ilimlerin Kur’ân’ın hakikatlerinin anlaşılmasına hizmetkâr yapılmasıyla mümkündür.

O halde, bu asırda gereken en büyük silah, ilim, fikir, kalem kuvveti olduğuna göre, bunları önce güzelce öğrenmek, sonra güzelce kullanmak suretiyle Allah yolundaki manevî cihad farizası güzelce yerine getirilebilir. Bu çerçeveden olarak;

Savaş, bir takım ön hazırlıkları, tedbirleri gerekli kılar.

“Mutlak Ölçü” meâli:

“İhtiyatlı olunuz!..” (Nisa, 4/71)

Hamdi Yazır, yukarıdaki âyetin açıklamasında şöyle der:

“Uyanık, ihtiyatlı bulununuz. Düşmandan sakınacak maddi manevi sebeplerinizi ittihaz ediniz. Silahınızı alınız.” (Yazır, II, 1391.)(12)

Allah Resûlü, âyetteki “kuvvet” ifadesini, “kuvvet, atmaktır” şeklinde açıklar (Ebu Davud, Cihad, 23; İbnu Mace, Cihad, 19). Şüphesiz bu açıklama, kuvvetin büyük ölçüde atmaya dayanması noktasındandır (Ebu Bekir Cessas, Ahkamu'l-Kur'an, Daru'l-Fikr, Beyrut, 1993, III,102; Alusi, X, 25). Allah Resûlü zamanında (Asr-ı Saadet) ok-mızrak, mancınık atmak, bugün yerini bombalara, füzelere bırakmıştır. Bugünün savaşlarında da daha iyi atan savaşı kazanmaktadır.

“Allah Resûlü, kendi devrinin şartlarına göre ok-mızrak atımını teşvik etmiştir. Allah Resûlü’nün medhine mazhar olan Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, O’nun “Kuvvet, atmaktır!..” sözünden ilhamla devrinin en ileri silahı olan “Şahi topları” döktürmüş, İstanbul’un aşılmaz sanılan surlarını bunlarla aşmıştır. Günümüzde, hedefe kilitlenmiş füzeleri, bir anda bir beldeyi mahvedebilen bombaları yapan ve kullanan Batı, Allah Resûlü’nün hadisini ve âyette emredilen “kuvvet hazırlamayı” Müslümanlardan daha iyi anlamış görünüyorlar!?

“Ayette “Ok-mızrak hazırlayın.” denilmeyip, “kuvvet hazırlayın” denilmesi, fikri-bedeni, ilmi, maddi ve manevi her türlü kuvveti ifade eder ve her türlü silahı içine alır. Böyle bir kuvvet, caydırıcı bir rol oynayacaktır. Ayette, “Bu kuvvetle onları imha edersiniz.” denilmeyip, “Bununla düşmanlarınızı korkutursunuz.” denilmesi, bu noktaya işaret eder. (Bilmen, III, 357; Tabbera, s. 386)

“Böyle bir kuvvet, düşmanlarımızı sindirecek, zalimleri zulmünden vazgeçirecek, Allah’ın dinini her tarafa ulaştırmamızda ve yer yüzünden her türlü fitneyi kaldırmamızda önemli rol oynayacaktır (Muhammed Şedid, El-Cihadu fi'l-İslam, Müessesetu Risale, Beyrut, 1985, s.119).(13)

www.ihya.org/kavram/kavramlar-ansiklopedisi isimli bir Web sitesinde, “Düşmanın Silâhıyla Silâhlanmak” maddesinde, “Düşmanınızın silâhıyla silahlanın.” sözü, bazılarınca hadis olarak ifade edilmekte ve İslâm dışı çalışmaların, metod ve yöntemlerin delili olarak sunulmaktadır. Kütüb-i Sitte’de ve benzeri hadis mecmualarında bulunmayan bu söz, kesinlikle hadis-i şerif değildir.” der ve devam eder: “Kur’an’a da selim akla da aykırı, yanlış ve gayr-i meşrû bir tavsiye ve yönlendirmedir.”(14)

Yukarıda kritik ettiğimiz ölçü ister bir hadis olsun, ister bir kelâm-ı kibâr olsun, isterse ideolojik kaygıyla dillendirilmiş bir ölçü olarak ifade edilsin, hiç fark etmez, sözkonusu sözün söyleyeceklerimize yataklık etmesi hasebiyle gayet yerinde ve de itibarlı bir söz olduğu düşüncesinden hareketle, devlet aklına hitab eden veçhesiyle siyaset yapmaya dair söyleyeceklerimize de çok uygun düşmektedir. Bu çerçeveden olarak:

Malum olduğu üzere dünden bugüne Hıristiyan-Yahudi Batı dünyası, topyekûn dünya devletlerine laiklik ve demokrasiyi adeta dayatmaktadır. Laiklik ve demokrasiyi dikkate almayan ülkeleri dünya siyaset sahnesinden tecrit etmeye çalışmaktadır. Ancak, her ne kadar kendisi laiklik ve demokrasiyi tüm dünya devletlerine dayatıyor ise de, bizzat kendisinin doğurduğu İsrail gibi bir devletin Yahudi şeriatine uygun olarak kurulmasını sağladı. Bu çerçeveden bakıldığında, bizim gibi halkı Müslüman olan ülkeler için de şu şekilde bir siyaset tarzı gayet yerinde ve uygun olacaktır. Meselâ “Düşmanının silahıyla silahlanınız.” ölçüsü çerçevesinde söylersek, madem ki Batı dünyası laiklik ve demokrasiyi kendisine kalkan yaparak İsrail gibi bir şeriat devletinin kurulmasını sağladı, aynı şekilde “Harb, hud’adır.” mutlak ölçüsü çerçevesinde bizim gibi halkı Müslüman olan ülkeler de benzer bir savaş hilesi üzerinden kendi İslâm Şeriati devletine yol veren bir yapılanmanın önünü açabilir, açmalıdır. Batı dünyasının bir dayatması olarak anlam kazanan Demokrasinin iyi bir devlet nizamı olmadığı şuradan da bellidir ki, bizzat sahibleri tarafından da ihmal ve ihlal edilmektedir. Bu mevzuda İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun alt başlığı “Yeni Dünya Düzeni” olan “Başyücelik Devleti” isimli eserindeki “Demokrasi İçin Zorlama” bahsi tekrar tekrar okunmalıdır. Çünkü demokrasinin mahiyetini ele vermesi bakımından apaçık hakikat hâlinde ve bir sistem bütünlüğü içerisinde çok nezih bir şekilde izah etmektedir.(15)

“Yeni Dünya Düzeni” arayışlarının ayyuka çıktığı günümüz dünyasında cari olan anlayış veya sistemin Liberalizme evrilmesi sözkonusu ise de, Laiklik ve Demokrasi üzerine bina edildiği hepimizin malumudur. Ama bunun dünya insanına kan ve gözyaşından başka hiçbir şey getirmediği de yine hepimizin malumudur. Bundan dolayıdır ki “Yeni insan yeni nizam” hasreti çeken topyekûn dünyaya “Yeni Dünya Düzeni” bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. “Yeni dünya düzeni”nin ne olacağına dair görüşler ise muhtelif. Temelde hak ve bâtıl kutublarını temsil eden olarak, meselâ hak kutbunu temsil eden İslâm, dolayısıyla da Müslümanların teklif ettiği, meselâ “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin “Başyücelik Devleti” anlayışına bağlı bir “dünya düzeni”ne karşı, bâtıl kutbunu temsil eden ve hâlihazırda câri olan Laiklik ve Demokrasi’nin de sahibleri olarak anlam kazanan paganist kültürün ileri karakolu görevini üstlenen sekülerizm anlayışına bağlı olarak teklif edilen bir “dünya düzeni.” Tez ve antitez keyfiyetini haiz olarak da anlam kazanan kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birinin galib geleceği bu “son, en son” ki “dünya düzeni” kavgasında kazanan veya kazanacak olan taraf hiç şüphesiz ki “Bütün kalblerin iki parmağı arasında olan Allah”ın bizzat taraf olduğu ruh kutbu, dolayısıyla da “Ruhçuluğun hakikatini temsil eden İslâm” ve İslâm’ın “Beklenen Kahraman”ını haber veren “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”dan başkası değildir. Nefs kutbunu temsil eden Paganizm ve onun ileri karakolu olarak anlam kazanan Sekülerizme endeksli Laiklik ve Demokrasi muhiblerini bekleyen akıbet ise, “Ettik size bir oyun” “Mutlak Ölçü” meâlinden başkası değildir.

Bütün bu bilgilerden sonra sadede gelelim ve söylemek istediklerimize doğrudan bir giriş yapalım. Yıl: 1992… Modern Roma Nizamı’nı temsil iddiasında olan Amerika’nın çöküşünü hazırlayan “Birinci Körfez Savaşı” münasebetiyle Cuma Dergisi’nde vermiş oldukları bir röportajda İBDA Mimarı aynen şöyle demişti: “Şartlar Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorluyor.” Buradaki “Tarihi misyon” ifadesine itina ile dikkat çekmek gerekiyor.

Malum olduğu üzere Osmanlı Devleti sonrası vücud bulan yeni devlet, “Cem-i Ezdad” kavramının ifade ettiği mânâ üzerinden vücud bulmuştur. Zâhirde görünen, mukadderat çerçevesinde olması gereken, ama bâtında görünen ise “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden veya edecek olan bir ruh ve fikir sisteminin vücud bulmasına tohum olan ve “Üç Işık” sırrının sahibi Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nden başkası değildir. Efendi Hazretleri evvela yeni kurulan devletin zâhirî aydınlarından Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ı kendi tasarrufuna alıp terbiye ediyor ve sonrasında ise onu tekrardan cemiyet meydanına salıyor. Daha sonra da Üstad Necip Fazıl üzerinden İBDA Mimarı mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu tasarrufu altına alıyor ve “Yeni insan yeni nizam” hasreti çeken topyekûn dünya insanının idraklerine “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemini teklif ediyor. Mevzu kısmen anlaşılmıştır sanırım. Türkiye’nin “tarihi misyon”u, Efendi Hazretleri’nde tecelli eden hakikat hâlinde, “Üç Işık” sırrı çerçevesinde söylersek, “Bâtından zâhire çıkan mânâya yataklık etmesi”dir.

Tam da bu noktada, “Düşmanın silahıyla silahlanmak” ölçüsü üzerinden söyleyeceklerimize geçebiliriz. Evet, Osmanlı Devleti sonrası kurulan yeni devlette eksik olan “Yeni insan yeni nizam” çerçevesinde anlam kazanan yeni devlet plan, program ve projesi olduğu çok açıktı. Böyle bir plan, program ve projenin elde olmamasının bir neticesidir ki, yeni devlet daha ziyade eklektik bir düşünce üzerinden vücud bulmuştur. Bundan dolayıdır ki, yeni devletin kuruluş aşamasında cari olan Laiklik ve Demokrasi merkezli “dünya düzeni”nin temel argümanları tercih edildi ve süreç içerisinde belli başlı Batı kültür ve medeniyetinin içtimaî sistem unsurları birbir tercüme edilerek insanımızın üzerine Jakoben bir zorbolıkla dayatıldı. Ne yapacağını ve nasıl yapacağını bilememenin getirdikleriyle birlikte, “en kötü nizam nizamsızlıktan iyidir” düşüncesinden hareketle yeni kurulan devlette devleti ele geçirenler tarafından çakma bir nizam dayatıldı! Durum bu merkezde olunca dönemin Müslümanları da bu duruma mecburen katlandı!

Sözkonusu olan yeni nizam dayatması neticesinde topyekûn insanımız her türlü fikre karşı savunmasız bırakılınca haliyle her türlü fikre karşı da açık hâle geldi veya getirildi. Batı dünyasında ne kadar felsefi akım varsa hemen hepsi beşinci sınıf tercümeler üzerinden insanımızın kafasına zerk edildi. Süreç içerisinde Batı merkezli Kapitalizm ve Komünizm muhibleri memleketin akil adamları hâline geldi. Sonrasında ise her ikisinden doğan Liberalizmin muhiblerine gün doğdu! Milli veya ulus devlet muhibliği ve Türkçülük cereyanı da bu duruma yataklık etti. Yetmedi, Yahudi sermayesi ve İngiliz aklı üzerinden tatbikattan kaldırılan Hilafet’in bıraktığı boşluk yine aynı sermaye ve akıl sahibleri üzerinden kâh Vehhabi muhibliği veya mezhepsizlik, kâh Şia İşnaşeriyye üzerinden sapık mezhep tohumu ekme ameliyesi, insanımızın kalbini ve kafasını büsbütün bulandırdı. O gün bugündür insanımızın durumu malumdur. Kemalizmin kendisini ayakta tutma pahasına gerek Türkçülük, Ulusalcılık, Milliyetçilik, İslâmcılık, gerek Kürtçülük, Kömünalcilik veya Emekçilik, kısacası Sağ, Sol ve Muhafazakârlık gibi akımların kök salması tam da yeni devletin kendisini ayakta tutabilmesinin manivelası oldu. Ama gel gör ki düne kadar kendisini ayakta tutan bu tür bir manivela bolluğu bugün kendisi için en büyük tehlike olarak belirdi. Tutunacak hiçbir dalı kalmadı!

Bütün bunlardan sonra mevzuyu daha da spesifik bir hâle getirelim ve esasta devlet aklına hitab şeklinde ne yapılması gerektiğine dair kısa ve öz birkaç bir şey söyleyelim. Ama ondan evvel kısa bir hatırlatma yapalım. Evet, Osmanlı Devleti sonrası kurulan yeni devlette dönemin muktedirleri tarafından dayatılan Laiklik ve Demokrasi, insanımızı dinden ve imandan, dolayısıyla da İslâm Şeriatinden büsbütün uzaklaştırırken, aynı kavramlar üzerinden Hıristiyan-Yahudi Batı dünyası kendisine Yahudi Şeriatine uygun İsrail diye bir devletin kurulmasını sağladı. Bu emelini gerçekleştirmek için de, insanımızın birlik ve dirlik içerisinde olmasının önüne geçmek adına ne kadar ayrık düşünce tohumları varsa hemen hepsini insanımızın kafasına zerk etmeyi sağladı. Şimdi, “Düşmanın silahıyla silahlanmak.” ölçüsüne tekrardan müracaat edelim ve yapılması gerekenleri devlet aklına hitab edecek şekilde iki madde halinde teklif edelim:

1-Osmanlı Devleti sonrası kurulan yeni devlette lazım olan devlet plan, program ve projesi “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin “Başyücelik Devleti” plan, program ve projesi üzerinden halli gerçekleştirildiğine göre, ilkin yapılması gereken, tıpkı vakti zamanında insanımıza Laiklik ve Demokrasiyi dayatırken kendisi İsrail gibi bir Şeriat devletinin doğmasına sebeb olmasına karşılık biz de aynı kavramları kendimize kalkan yaparak İslâm Şeriatine uygun bir devlet olan “Başyücelik Devleti”nin kurulmasını tez elden gerçekleştirebiliriz. Bu durum, yeni devletin kuruluşunda mündemiç olan mânânın, “tarihi misyon” itibariyle de zâhire çıkmasına da ayrıca delil olsun.

2-Bir yanda insanımızın ve de inancımızın kavgası üzerinden gereğini yerine getirmek adına “Beklenen İslâm İhtilâl ve İnkılabı”nın müşahhas zemini olan “Başyücelik Devleti”nin duygu ve düşünce sistemini tez elden topyekûn dünya insanına ulaştırmak ve dahi, topyekûn dünya mazlumlarının ve de entelenjiyasının dikkatini Anadolu merkezli Müslüman Türk dünyasına çevirebilmek için, tıpkı insanımızın kafasına zerk edilen ayrılıkçı düşünce tohumları üzerinden yaptıkları gibi, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin gerekli dillere (meselâ Arapça, İngilizce, Rusça vs.) tercümesi sağlanarak belli başlı ülkelerin düşünce merkezlerinde yer almasını sağlamak. Bu durum, bir yanda “Yeni dünya düzeni” teklif eden malum ruh ve fikir sistemi üzerinden topyekûn dünya insanının aradığı hakikatin Anadolu merkezli Müslüman Türk dünyasında olduğunu göstermek, diğer bir yandan da, her fırsatta kendisine bağladığı insanlar üzerinden devletimizi müşkül duruma getiren durumların önünü almak adına, bizzat kendi insanını kendimize bağlayıp bizimle uğraşmalarına engel olmak!

Dipnotlar

1-https://www.alticizilisatirlar.net/acs/dusmanin-silahi

2-https://www.alticizilisatirlar.net/acs/dusmanin-silahi

3-https://ebubekirsifil.com/gazete-yazilari/dusmanin-silahiyla-silahlanmak/

4-https://sorularlaislamiyet.com/dusmaninizin-silahiyla-silahlanin-sozu-hadis-midir-hadis-ise-bunu-gunumuze-gore-nasil-anlamamiz

5-S.M., “Hedef-Vasıta İlişkisi”, Rapor 12 / Necip Fazıl ve Yeni Dostlar, b.d. yayınları, Eylül 1980, sh. 88.

6-https://ebubekirsifil.com/gazete-yazilari/dusmanin-silahiyla-silahlanmak/

7-https://ebubekirsifil.com/gazete-yazilari/dusmanin-silahiyla-silahlanmak/

8-https://www.islamveihsan.com/savas-hileden-ibarettir.html (Buhârî, Cihâd 157, Menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Cihâd 17, 18. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 92, Sünnet 28; Tirmizî, Cihâd 5; İbni Mâce, Cihâd 28. (Kaynak: Riyazüs Salihin, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları)

9-https://www.islamveihsan.com/savas-hileden-ibarettir.html

10-http://www.alemlererahmet.net/efendimizin-gazalari/170/harp-hiledir.html

11-S.M., “Hedef-Vasıta İlişkisi”, Rapor 12 / Necip Fazıl ve Yeni Dostlar, b.d. yayınları, Eylül 1980, sh. 88

12-https://sorularlaislamiyet.com/savas-hazirlik-konusunda-kuranda-nelere-dikkat-cekilir

13-https://sorularlaislamiyet.com/savas-hazirlik-konusunda-kuranda-nelere-dikkat-cekilir

14-https://www.ihya.org/kavram/kavramlar-ansiklopedisi/dt-4196.html

15-Salih Mirzabeyoğlu, Başyücelik Devleti -Yeni Dünya Düzeni-, İBDA Yayınları, İstanbul, 1995, sh. 95.

Baran Dergisi 730.Sayı