Birkaç haftadır kaleme aldığımız yazılarda, globalizm dolayısıyla sermayelerin seyyar bir hâle geldiğinden, en ufak bir yük gördüklerinde kaçıp gittiklerinden, kaçıp gitmeseler de B planlarının ellerinde her zaman hazır olduğundan ve devletlerin de bu sebeble sermayedarlara vergi yükü yükleyemiyor oluşlarından kaynaklanan sıkıntılardan bahsediyorduk. Bahsi de umumiyetle global çapta ele alıyorduk ki, bu hafta gündeme düşen Türkiye’deki zenginlerin Malta’dan vatandaşlık alma haberleri, bu konunun başka bir buudunun üzerinde durulması gerektiğini bize ihtar etmiş oldu.

Türkiye’deki zenginlerin başka ülkelerden vatandaşlık alması, ilk bakışta sanki burada işler iyiye gitmiyor, onlar da gemiyi ilk terk eden fareler gibi kaçıyormuş intibaı uyandırıyorsa da, işin aslı hiç de öyle değil. Neden mi değil? Çünkü Türkiye’de zaten devlet eliyle zenginleştirilmiş servet sahiplerinin hiçbiri, dünyanın diğer bir ülkesine gidip de bizim milletin sırtından kazandığının yüzde birini bile kazanamaz da ondan. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu diyordu ki; “T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukukta bunların çıkarına göre, ekonomi de, siyaset de, ordu da, polis de… Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır.” Aradan geçen 19 senede değişen iktidarlar, bakanlar derken bu çete düzeni değişti mi, değişmedi mi? Değişmemiş olacak ki, bu ülkede Gezi Olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz vesaire bir sürü badire yaşanmasına rağmen memleketin kaymağını yiyen kadrosu değişmediği gibi her sene kaymaklarını daha da kalınlaştırarak bugüne geldiler. Bu sebeble bu zenginlerin gidip başka ülkelerden vatandaşlık almaları onların kaçacağının değil, daha rahat kaçırmanın peşinde olduklarını gösterir. Burada devlet ve vatandaşın sırtından elde ettikleri geliri bu ülkede tutmak onların gözünde aşağılık bir iştir. Olsa olsa döviz ve altın kurunda spekülasyon yaptıklarında, bu oynaklıktan azamî derecede nemalanmak için dışarıdan içeriye para sokar ve servetlerine servet katıp, yine mevduatlarını alır giderler. Devlet, öküzün trene baktığı gibi bunların senelerdir milleti ve devleti söğüşlemesini seyretmekle yetinmez; ayrıca bunlara vergi indirimi, özelleştirme kıyağı, arazî tahsisi yoluna giderek, bir de bunları devletin tüm imkânlarıyla teşvik eder. 

Hâl böyle iken, Murat Ülker’in servetini İngiltere’ye taşıması, Sabancı Ailesinin kimi ferdleri ile Abdi İbrahim İlaç’ın sahibi ve Kurukahveci Mehmet Efendi’nin sahiblerinin Malta’dan vatandaşlık almaları onların kaçtığının değil, kaçırdığı ve kaçırmaya devam edeceğinin resmidir. 

Yurt Dışına Giden Gençler
3000 Ailenin fertlerinin yurt dışına kaçmak için bir sebebi ne kadar yoksa, bu ülkede yetişen gençliğin yurt dışına kaçmak için o kadar çok sebebi var aslında. Bir kere her şeyin başında gelen istikbâl kaygısı; Türkiye’de 3000 aileden başka hiç kimse yarınından emin değil. Çünkü Ağustos ayında gördüğümüz ve daha önce de defalarca kez benzerleri yaşanmış ekonomik krizler 3000 Aile’nin servetine servet katarken, geri kalan herkesi fakirleştiriyor. 

Batılı hayat tarzına “tapınılan” bir ortamda büyütülen gençlik, böylesi şartlarda niçin bu ülkede kalmak istesin? Zaten onun gözünde Batı düzeni, Batı ülkeleri, Batı normları ideal olan değil mi? Hatta onların asıl vatanları, bu açıdan bakacak olursak, Türkiye değil, Batı ülkeleridir.

Ayrıca bu kadar halkın beynini çağdaşlık ıvır-zıvır diye 90 yıldır iğdiş ettikten sonra gençlere, en azından düzen sahiblerinin kızmasının alemi yok. Ki bu düzen sahiblerinin çocukları da “kapağı oraya atma” peşinde… 

Sıkıntı çekilmez mi? Çekilir elbet ama bir “şey” uğruna çekilir. Meselâ devlet milletine bir ideali hedef gösterir ve herkes bu fikir etrafında kenetlenerek, gerekirse süpürge tohumu yer ama mefkûresinin peşinden gider. Türkiye’de böyle bir ideal var mı? Seneler evvel söyledik; yol, köprü ve tünel elbet gerek ama bunlar ideal değil diye. Yani, yok! Meselâ bu büyüme, kalkınma, bilmem kaçıncı ekonomi olma diye hedeflerden bahsediliyor, 2023, 2071 falan diye. Gerçekten anlamıyorlar mı, yoksa salağa mı yatıyorlar? Son 17 senedir bu ülke ekonomi büyüyor büyümesine de, millet bu büyümenin neresinde? Yukarıdaki bölümde izah ettiğimiz üzere 3000 aile ile onlara yapışık gezen asalak remoralar* ve iktidarın elindeki kaynaklardan istifâde eden dalkavuk ihale şirketlerinden başka bu büyümeden nasiblenen kim var? Milletin eline 2000’li yılların başında birkaç kuruş para geçti, 2010’dan sonra eline geçenden fazlası uçup gitti.

Vatan, millet ve devlet ile bağları gevşemiş, kendisinin de müstakil bir ideali olmayan gençlik, bir de bu manzaranın şuurundayken neden bu ülkede kalsın? Sebebi yok. Demin dediğim gibi 3000 ailenin bir sebebi var, onlar dünyanın hiçbir yerinde kazanamayacakları parayı bu milletin ve devletin sırtından kazanıyorlar, genç niçin kalsın? 

Adalet Duygusu Kayboluyor
Son yıllarda adalet duygusu cinayetin, tecavüzün, kadına şiddetin cezalandırılmasına irca edilmiş vaziyette. Oysa ki bunlar zaten kaskatı vakıalar, yani bunların hislere bakan ciheti zayıf. Asıl yukarıda işlediğimiz gelir dağılımındaki dengesizlik, milletin adalet duygusunun kaybolmasına sebeb oluyor. Milletin sırtından haksız kazanç elde edip bunların yurt dışına kaçırılması, ihalelerden zengin olup elde ettiği gelirle Londra’da sokak satın alanlar, futbol klüplerinin çarçur ettiği paralardan doğan borçların devlet bankası tarafından yeniden yapılandırılması ve tüm bu esnada her geçen gün daha çok yoksullaşan vatandaş. 

“Adalet duygusu kayboluyor” değil de adalet duygusunun karşılığı yok desek daha yerinde olur sanki. Çünkü bir şeyin kaybolması için evvelâ var olması gerekir.
***
Devlet, çeşitli sermaye grublarının kendisini ve milleti soyup soğana çevirmesine öküzün trene baktığı gibi bakmaya devam ettiği ve hatta bir de bunu teşvik ettiği sürece bu ülkede hiçbir şey değişmez. İslâm büyüklerinin dediği üzere, “Bir devlet küfür düzeni üzerinde ayakta durur ama zulüm üzere ayakta duramaz.” Üstad Necib Fazıl’ın “Allahın on pulunu bekleye dursun on kul; / Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; / Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!” diye tarif ettiği ekonomik düzenden büyük adaletsizlik, zulüm mü olur? 

Bu devran düne kadar böyle gelmiş böyle gidiyordu, çünkü kimse neler döndüğünü görmüyordu. Oysa ki şimdi öyle mi? Herkes biliyor kimin neden ve nasıl nemalandığını, kimin dalkavukluğu karşılığında ne aldığını ve tüm bunların bedelinin kendisinin cebinden çıktığını.

-Mış gibi yaparak geçirilen günlerin artık son demleri. 
 
*Remora: Köpekbalıklarıyla beraber hareket edip, onların avlarından artakalanlarla beslenen bir tür balık. 


Baran Dergisi 626. Sayı