Divan edebiyatında ve tasavvufta aşk, ateştir. Yakıtı da hakikat ve marifettir. İnsan ancak aşk ateşinde yanmakla gerçek hâline bürünür ve oluşumunu tamamlar…

Allah âlemi bir aşk anında ve kelâmın sonsuzluğuyla yarattı. Her şey tek hamlede ve tüm zamanlar için aşkla söylendi. Dolayısıyla, sözün en güzelini ve en mukaddes olanını tek seferde ve tüm zamanlar için aşkla söyleyen “Sevgili” de, O’nun söyledikleri de tek’tir. Görüntülerin artmasıyla hakikat artmayacağına göre, çokluk bilgide değil, bilinende, hadiseye yanaşan şuurun tek olan bilgiyi algılayış ve ifade ediş biçimindedir. Ne var ki, O zannettiğimiz her şey O’na perdedir. O hep ötede, ötenin de ötesinde, sonsuz kere ötenin ötesindedir. Aşkın da sanatın da kaynağını bu erişilemezlik ama zevken idrak edilebilirlik duygusu oluşturur. Dolayısıyla, aşkla sanat arasında doğrudan bir ilişki vardır. Ancak, bizi Hakk’a ulaştıran bir köprü mesabesindeki sanatın, ruhun bu titreşimlerini temsil ve te’vil yoluyla makul suretlere sokması, duyulara yaklaştırması gerekir. Aksi takdirde anlaşılmaları mümkün olmaz.

Nitekim sanat tarihinin belli akımları kendilerini kendilerine has bir aşk anlayışıyla özdeşleştirirler. Varoluşlarının sebebi olarak gördükleri ve sorumluluğunu duydukları hakikati ifade edebilmek, görünür kılabilmek için kendileriyle özdeşleştirdikleri aşk anlayışını yaşanması, anlatılması zorunlu bir hâl olarak görürler… Aradıkları gerçekliğin aşkın bağrında mündemiç olduğuna inanırlar. Her bir akım kendi estetiğini, aşkla sanat arasında kurduğu ilişkiyi kendi mantık ve üslûbuyla işleyerek oluşturur.

Divan edebiyatında ve tasavvufta aşk, ateştir. Yakıtı da hakikat ve marifettir. İnsan ancak aşk ateşinde yanmakla gerçek hâline bürünür ve oluşumunu tamamlar… Kuvve hâlinde kendisinde bulunan, ama henüz kendisinin olmayan ruh ve beden güzelliğinin temsil ettiği içsel faziletleri uyanır. İmkânlar âleminin belâlarından kurtulup ruh semasında yükselebildiği nisbette de çokluktan birliğe intikal eder. Rahmetli Üstad’ın deyişiyle, nihayetinde “öyle zayıf düşer ki, sonunda herkül olur.”

Dolayısıyla, aşkla sanat arasında doğrudan bir ilişki olduğundan söz etmek mümkün olduğu gibi, Mutlak Sanatkâr’ın sanatının aslî unsurunun aşk olduğunu söylemek de mümkündür. En muhteşem eserlerinden birincisi, her şeyin kendisine nisbetle düzenleneceği din yani İslâm, diğeri de insandır. “İslâm zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamıdır.” Bu söz aynı zamanda ideal güzelliğin de bir tanımlamasıdır… Küllî Akıl’a ait melekelere ünsiyet kesb etmiş, ne istediğini ve isteğinin hangi gayeye matuf olduğunu bilen bir aklın sözüdür. Artık iyi, doğru ve güzelin kendine göre düzenleneceği her örgüsü tezadsız bir bütüncül yapının var olduğunu gösterir. En büyük ikinci eseri olan insandan murad; öncelikle, “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” hitabına muhatap, “Gaye insan-ufuk peygamber” Hz. M……. (s.a.v.), sonrasında da Peygamberimizin izinden yürüyerek, bütünün ve güzelliğin ne olduğunu bize öğreten, bizi bütünleyen bütünleyicilerdir. Dolayısıyla din ve sanat, aklın kuşatamadığı ilâhî güzelliğe özlem duyan ve ondaki âhengi tanıyan mükemmel yaratılışlar içindir. Güzelliğin bu sevgisini tanımayan insan modeli ise, kendini bilmeyen, ihtimâller âleminin posasından ibaret bir varlıktır.

Zira ferdler arasında farklılık bizzat insan olmakta değil, insanı insan yapan hasletlerin ferdlerde ortaya çıkışındadır. Allah’la kul arasındaki ilişki bir ibadet ilişkisidir ve ferdi bu hasletlerle en ideal biçimde buluşturacak olan ibadettir. “İbadet sanattır.” Sanat sevgisidir. Din güzellik sevgisidir. Bir şeyi güzelleştirmenin tek yolu onu sevmektir. Sevmek ruhî bir uyumu, saf bir istidadı ve sağlam bir yaratılışı gerektirir. İnsanın kendini bilmesi, kendini bildiği nisbette Rabb’ini bilmesi ve ibadet edebilmesi bu niteliklere sahip olmasına bağlıdır. Bilmeyen ve tanımayan ibadet edemez.

Çünkü, her an yeniden var olan, daimi bir devinimle hayat bulan suretler âleminde, her varlık etki etme ve etkilenme kimliğiyle, ibdaî bir kaynaktan yayılan ve varoluşa dair tüm nitelikleri içinde barındıran tecelli nurunu istidadı nisbetinde kabul ederek ve formunun ihtiva ettiği şeyleri geliştirerek kusursuz ve bütüncül bir biçimde var olmaktadır. Bu yaratılış sürecinin her ânında aşka dair bir beliriş ve bu belirişlerin her birinde Mutlak Bir’e dair bir ihsas vardır. Ancak, insanın Mutlak Bir’den anlık bir parıltı halinde yayılan bu ihsasları tanıyıp Mutlak Bir’i anda yakalayabilmesi ve aşka yönelebilmesi için ruhunda bir form yaratması, yaratıcısından etkilenip ibdayı iade etmesi gerekir. Aksi takdirde, ameliyle vücuda getirdiği eserin müessire perde olmaktan öte bir anlamı olmaz. İbadeti tabiatının hicabı altında kalır, zevk hâsıl etmez.

Aylık Dergisi 198. Sayı Mart 2021