Bu sanat harikası kolayca anlaşılmayan, hatta yapı itibariyle tekrarlanamayan, mimari olarak birebiri yapılamayan, temaşa ettikçe daha çok giriftleşen, çıkmaza sokan bir haldir.

Kuzey Afrika ve İber Yarımadası 5-8. yüzyıllar arasında Vizigot Krallığı yönetiminde, bölgede Yahudi ve Hristiyanlar çoğunluktaydı. Sapık bir inancı temsil eden Vizigotlar, içlerindeki farklı sapkın görüşlerde olan Hristiyanlara da zulmederek hüküm sürüyorlardı. Nesturiler, Lahmi Araplar, Ebyonitler, Elkaitler, Aryenler İznik Kilisesi tarafından zulüm görüyordu. Aynı dönemde İslam orduları ise birçok bölgede savaş veriyor, İslam’ın yayılmasını sağlıyordu; zulüm gören milletler tarafından ise İslâm orduları bir umut, bir kurtarıcı olarak bekleniyordu.

Endülüs’e ilk fetih hareketi 711 senesinde Tarık bin Ziyad liderliğinde gerçekleşti. Emevi Devleti’nin büyük komutanlarından olan 670 doğumlu Berberî asıllı Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakma hadisesi de bu fetihte yaşanır. Emevilerin Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nusayr tarafından 7 bin kişilik orduya komutan tayin edilen Ziyad, İber Yarımadası’nın güneyindeki Calpe bölgesine ordusunu konuşlandırır. (Bu dağ daha sonra Cebeli Tarık dağı olarak isimlendirilecektir.)

Ziyad, askerlerin geri dönmesini önlemek için tüm donanmayı yaktırır ve askerlere, “Önünüz düşman, arkanız ise deniz. Kaçarsanız ölürsünüz, düşmanın üzerine giderseniz yeni bir beldeyi İslam’la müşerref kılarsınız. Biliyorum ölümden korkmazsınız! Fakat ölmek çare değildir. Hedefimiz ölmek değil İslâm'ı yaymaktır.” diyerek aksiyon dehası ve hitabetiyle savaşa teşvik eder. Savaşın neticesinde Kral Rodrigo kumandasındaki Vizigot ordusunu zapteder. Ardından Vali Nusayr’ın birlikleriyle tamamen bölgeye hâkim olur. 7 senelik bir zaman zarfında İslam orduları Güneybatı Avrupa'da Fransa ile İspanya sınırını oluşturan bir bölge olan Pireneler’e kadar dayanır. Daha sonraki senelerde ülkenin tamamına hâkim olunur. Kurtuba ise Emevi Halifesi Hişam’ın torunu Abdurrahman bin Muaviye tarafından başkent yapılır.

Tarihçi Reinhart Dozy, İspanya Müslümanları Tarihi’nde bu hadise için özetle “Arapların İspanya fethi bir iyilik oldu. Çünkü bu fetih önemli bir sosyal devrim meydana getirdi; ülkeyi yüzyıllardır inim inim inleten dertlerin büyük bir kısmı ortadan kaldırıldı.” der.

İspanyol yazar Blasco Ibanez ise “…Bu yabancılarla birlikte Doğu’dan ipek, pamuk, kahve, limon, portakal ve nar geliyordu. Yanı sıra halılar, dokumalar, tüller, telkâri kakmalı metaller ve barut… Yine onlarla birlikte ondalık sistem, cebir, simya, kimya, tıp, kozmoloji ve kafiyeli şiir… Unutulmak üzere olan Grek filozofları, Arapların fetihleri sayesinde selamete erdiler; Aristo Kurtuba’nın meşhur üniversitesinde saltanat sürüyordu…” (1) demektedir.

800’lü yıllarda Kurtuba yavaş yavaş oturmuş, her sahada da gelişim göstermişti. Her işi sanat, her sanatı da iş haline getirmiş olan Müslümanlar, bu şehri adeta harikalar diyarına çevirmiş, İslam’ın ruhunu estetik biçimde hal, tavır, söz ve eşyalara yansıtmışlardı. “Böylece Kurtuba’da Kuzey Afrika, Mısır, Suriye ve Irak kökenli tanınmış kişilerden oluşan güzide bir topluluk ortaya çıkmıştı. Kurtuba milletlerarası bir başşehir haline gelmişti.” (2)

Endülüslü sanatkârlar sanatlarını inşa ederken, ikonalara ihtiyaç duymadan ihtişamlı mimari eserler üretmeyi de en güzel şekilde biliyorlardı. Görsel bir geometrik süsleme ve hat gibi bir sanat abidesini mimari ve diğer çalışmalarda kullanmışlar, ritim duygusunu göz ardı etmeden hareket etmişlerdir.

Kurtuba’da Müslümanlar ilmin her sahasında kendini gösterdi. Astronomi, tıp, matematik, sanat… Binlerce âlim neşet etti. Her yönden gelişmekte olan Endülüs, Avrupa’nın da dikkatini çekti. Bölge âdeta ilmin merkezi konumuna geldi. Fethettikleri topraklarda çeşitli dinlere mensup halklara da adaletli davranan Müslümanlar sayesinde Endülüs, Avrupa için de merkez konumuna yükseldi ve ticaretin yanı sıra ilmî çalışmalar için de uğrak noktası hâline geldi. Avrupa kendi medeniyetini Kurtuba sayesinde inşa etti. İlimle burada tanıştı ve asırlarca ilim öğrenmek için buraya akın etti. Avrupa’nın 13. yüzyılda yaptığı Rönesans’ın asıl kaynağı Kurtuba olmuştur.

Endülüs’ten bahsederken birçok tarihçi ve araştırmacı özellikle “üç din-İbrahimî din”e vurgu yaparak, barış içinde yaşanıldığını anlatmaktadır. Dinleri birbirine entegre etme çalışmasını hiçbir şekilde uygun görmüyoruz, görmemiz de mümkün değil. İslâm bir yere hâkim olduğu sürece diğer dinlere müsamaha gösterir ve cizye karşılığında müntesiplerinin yaşamalarını kabul eder yahut Müslüman olmalarını ister. Diğer dinlerin hâkim olduğu yerde zaten tarih de gösteriyor ki İslam ile hiçbir şekilde barış içinde yaşanmamış, bilakis Müslümanlar zulme uğramışlardır. Endülüs işgal edilmeden önce Hristiyan ve Yahudiler, Müslümanların idaresi altında selamet içinde yaşadılar. İşgalden sonrası ise kesinlikle durum böyle değildir. Endülüs üzerinden “Üç din, barış içinde yaşıyordu, yine neden olmasın.” vurgusu yapanlar; Endülüs Hıristiyanlarca işgal edildikten sonra Gırnata şehrinin büyük camisinin üzerine Granada Katedrali inşa edilmesini yahut İspanyol engizisyonlarını ve zorla Hıristiyanlaştırılan İspanya Müslümanlarını gözardı etmektedir. Hatta Hıristiyanlar o kadar barışçıllardı (!) ki, Granada Katedrali'nin girişinde bulunan Meryem Ana heykelinin ayakları altında kesik bir Müslüman başı yer alıyordu. Özellikle Maria Rosa Menocal “Endülüs” isimli eserinde İspanyol engizisyonunun bir gereklilik olduğunu ifade eder ve “İspanyol Engizisyonu, her türden farklılığa hoşgörüyle yaklaşan beş yüz yıllık bir toplumun meydana getirdiği düşünülen hastalıkları iyileştirmek için kuruldu.” der. “Hastalıkları iyileştirmek” dediği, Müslümanların çocuklarını manastırda okutma mecburiyeti, İslâm'ı yaşayanların yakılması, Arapça yasağı, tesettür yasağı, zorla Hristiyan yapılması vs. Kısacası kâfir hâkim olduğu anda İslâm’ı ve Müslümanları boğmaya teşebbüs eder. Tarih bunun misalleriyle doludur.

Endülüs’te Müslüman hâkimiyetinde kâfirlere müsamaha gösterilirken, Hristiyanların düşmanlığı hiç bitmemiş, Toledo Piskoposu olan Aziz Öloj, İslam’ın varlığından habersizmiş gibi yaşamış ve İslâm hakkında sükutlarını korumuşlar, bilakis İslâm’ın yayılmasını durdurmak yahut engellemek için insanları savaşa teşvik etmiş, ibadethanelere saldırılmasına dair mektuplar yazmıştır. Hristiyan âleminin piskoposları İslam’ın hakimiyetinden duydukları rahatsızlığı her cephede göstermiştir. Eşyanın tabiatı budur.

Endülüs’te kültürel iktidar

Endülüs’ü Endülüs yapan ve İber Yarımadası’nın Müslümanlaşmasına vesile olan asıl saik Endülüslü Müslümanların oluşturduğu kültürel iktidardır. İber Yarımadası fethedildikten sonra Müslüman yönetim hemen; kendi iman, heyecan, irfan, hikmet, zevk ve istidatlarından tüten anlayışı empoze ettiler. Tamamen İslâm dininden tevarüs eden bir anlayışla donattılar şehri. Hem ahlakî bakımdan hem de yapı itibariyle şehir büyük bir dönüşüm geçirdi. Böylece o bölgede yaşayan Hristiyanlar İslam kültürünün içerisinde yaşayarak o kültürle kimlik buldular. Bu kültürel iktidar sayesinde nice Hristiyan, İslâm dinini benimsedi. Yine bu kültürel iktidar sayesinde Endülüs ayakta kalabildi. Endülüs’ün işgal edilmesinin asıl sebebi de kültürel iktidarın kaybedilmesinde yatar. İçerideki taht kavgalarının yanı sıra her savaşta Hristiyanlarla anlaşmayı tercih etme, Hristiyan adetlerinin Müslüman adetlerine tercih edilmeye başlanması, halkın yavaş yavaş Hristiyan kültürünü benimsemesi, hatta son zamanlarda Hristiyan krallara vergi verilmesi Endülüs’ün işgaline zemin hazırlamıştır. Bir nevi kültürel iktidarla hâkim olunan yerler yine kültürel iktidarla kaybedilmiş oldu.

Kral Ferdinand ile Kraliçe İzabella, 1492’de Endülüs’ü aldıktan sonra Müslüman kıyımına başladı. Zorla Hristiyanlaştırılmaya çalışılan bu Müslümanlara Morisko adı verildi. Baskılara dayanamayan Müslümanlar Hristiyan oldu. Moriskolar genel itibariyle bir arada yaşadılar. Moriskoların hayatını anlamak için Kemalist diktatörlüğe göz atmak yeterlidir. Müslümanca yaşamamaları için her türlü zulme maruz bırakılan Moriskoların Arapça konuşmaları İslam’ı çağrıştırmasından dolayı yasaklandı. Çocukların Hristiyan okullarında Hristiyanların din ve kültürüne göre eğitim görmesi mecburileşti. Yasaklara uymayan, daha doğrusu İslam’a dair en ufak bir işaret gösteren Müslümanlar İspanya hükümeti tarafından kurulan engizisyon mahkemeleri tarafından yakılarak öldürüldü. Nice ilmî ve dinî eser yakıldı, kütüphaneler talan edildi.

Moriskolar bu baskılara rağmen dinlerinden vazgeçmedi. Osmanlı’nın bazı seferlerinin İspanya’ya uzanması onlar için hep bir umut oldu. Moriskolar 1568’de ayaklandılar ama bu ayaklanma yeterli olmadı. 3 yıl içinde ayaklanma bastırıldı. Bu ayaklanma dolayısıyla da çokça Morisko katledildi. O süreçten itibaren 1614 senesine kadar 300 bin Morisko Afrika bölgelerine, bir kısmı da Osmanlı şehirlerine gönderildi.

Avrupa'yı kendine hayran bırakan Kurtuba Camii

Kurtuba Camii, 786-988 yılları arasında Endülüslü sultanlar tarafından belirli aralıklarla inşa edilmiş bir camidir. 786 yılında I. Abdurrahman tarafından inşası başlatılır. 833 senesinde II. Abdurrahman camiye eklemeler yaptırır ve genişletir; 951 senesinde III. Abdurrahman yine eklemeler yaparak daha da yükseltir. Kare planlı minare de III. Abdurrahman döneminde inşa edilir. II. Hakem döneminde 961-976 senelerinde yine camiye katkılar sağlanmış, mihrap önüne kubbe yapılmış, T tipi planında mekân sağlanmıştır. Sonraki senelerde de yine eklemeler yapılmış, genişletilmiş, süslemeler yapılmıştır. Endülüs 1238 senesinde Hristiyanlar tarafından işgal edildikten sonra cami kiliseye çevrilmiş, 1523 senesinde de katedral olmuştur.

Enine dikdörtgen olan ve 13 hektar üzerine kurulu olan Kurtuba Camii, mimarisi ve süslemeleriyle nevi şahsına münhasır olsa da Şam Ulu Camii tarzında yapılmıştır. Kırmızı tuğla ve beyaz kesme taş dizisinden mürekkep olan cami, revaklı avlusuyla göz alıcıdır. Kırmızı olması sebebiyle El-Hamra denilmiştir.

Atnalı usulünde yapılmış mihrap ve minberi, korint ve komposit tipten olan ve bin 293 taneden oluşan mermer ve granit sütunları, dairesel ve dilimli kemer tipleri, Roma mimarisinden esinlenilen iki katlı kemer sistemi, duvarlarındaki gül bezek ve tomurcuk motifleri ve nef sistemli mimarisiyle İslam mimarisine büyük katkı sağlamıştır.

23 bin metrekarelik alanı kapsayan Kurtuba Camii’nin en göz alıcı noktalarından biri de Mağribi hattıdır. Endülüs, Kûfi hattından ilhamla bir terkip oluşturmuş ve kendi mimarisine uygun usulde bir yazı çeşidi geliştirmiştir. Mağribi hat sanatı dediğimiz bu yazı çeşidi, özellikle Endülüs’te İslam’ın yayılmasıyla birlikte başta halife ve sultanlar olmak üzere İslam sanatkarları eliyle yayılmıştır.

Kabul Salonu

Caminin minaresinin en son başında yer alan büyükçe kale görünümlü mekân Kabul Salonu’dur. Üstü surlarla çevrili olan mekânın içi zengin süslemelerle donatılmış, geometrik desenlerle bezenmiş, yine süslü ahşap bir kubbeyle örtülmüştür. Tamamen soyut bir şekilde tasarlanan bu mekân, diğer tüm mekanlardaki tasarımları birbirine bağlar. Her ne kadar ayrı ayrı sultanlar eliyle ve birbiriyle çok uzak dönemlerde inşa edilmiş olsa da bağlamından koparılmamıştır. Duvarlara işlenmiş kitabelerdeki yazılar; ayet, şiir ve sözlerden müteşekkildir. Bu durum ayrı bir metafor olmakla birlikte mimari suretler her zaman ağır basmıştır. Geometrik tasarımlarla sanat üstü bir sanat olan Mağribi hat sanatı adeta birbirini kaplar, mimari yapı hat sanatını duvara işlenmesiyle adeta duvara canlılık verir. Soyut bir mekâna yine soyut bir mana yükler. Ve öyle ki Mağribi hat sanatının üslubuyla Kurtuba Camii’nin mimari yapısı birbirine uyumludur. Şekil, üslup, mimari tasarım birbiriyle uyum içerisindedir.

Kabul kulesindeki taht salonuna girişte yer alan revaklarda o dönemin sultanlarına övgü dolu şiirler yer alır. İbn Zemrek ve İbn Hatib gibi Gırnatalı meşhur şairler yazar bu şiirleri.

İkiz Kız Kardeş Salonu’nda ve Benû Serrac Salonu’nda İbn Zemrek’in uzunca bir şiiri bulunur. Birkaç satırında şunlar yazmaktadır:

“Onun içinde ışık saçan ve zulmette kalmış en karanlık gölgeleri bile aydınlatan parıltılı mermerler vardır.

İşte size harikulade kubbe! Onun güzel orantısına bakınca diğer bütün kubbeler kaybolup gider.”

“Ülker yıldız kümesinin elleri, Allah’ın korumasını dileyerek gece boyu yalvarır ve onlar, hafifçe esen rüzgârın farkına varacaklar.

Yükseldikçe kaybolan kubbe işte buradadır; ondaki güzellik hem saklı hem de görünür bir şekilde arz-ı endam eder.”

Kabul Kulesi’ndeki taht salonunun girişindeki revaklarda yer alan şiirlerden bir kıtada,

“Kullarına emir vererek seni himayesi altına alan ve senin vasıtanla iyilik ve ihsan bakımından İslam’ı güçlendiren o zat ne yücedir.” yazmaktadır.

Sanatkârların edebi dilleri Kur’an-ı Kerim’den beslendiği için Kurtuba Camii’nin duvarlarındaki şiirlerin üslubunda da ayetlerden beslendiğini görebilmemiz mümkün.

Şiirlerde daha çok o dönemin sultanlarına yüksek hatta abartı derecede övgüler yer almaktadır. Ayrıca caminin mimarisine de övgüler dizilmiş, bu yapıdan daha büyüğünün, daha güzelinin, daha ihtişamlısının olmadığı vurgulanmıştır.

Yıldız biçimindeki geometrik dizayn, gökyüzünü, sonsuzluğu barındırıyor. Burada bile Mutlak Güzel’in sonsuzluğuna bir işaret vardır.

Kubbenin ihtişamıyla beraber bütün bu salonlara dair Doğulu ve Batılı yazarlar, gözlemciler birbirinden çok farklı müşahedelerde bulunmakta, her birine farklı güzellikler tezahür etmektedir.

Yine mekanlarda yıldız dizisi çeşitlilik arz eder. “Küçük yıldızlar tek merkezli daireler şeklinde düzenlenmişken büyük yıldızlar, çiçeklere benzer ya da yarım yıldız şeklinde tasarlanmıştır.” (3)

Bu sınırsız mekân gözalıcı bir şekilde canlılık arz ediyor. Boşluk bırakmayan bu yapı Nasriler döneminde tasarlanmıştır. Kırmızı bir renkle gökyüzü izlenimini rengini veren desenli yıldızlı kubbesi, sanki gökyüzünün capcanlı halini barındırıyor.

Bunlar bir yönüyle sanki bedensel bir suret kazanmaya çalışırken maddeyle ilişkisi kesilen son derece canlı metinsel resimlerdir. Diğer yönüyle ise bedeninden ayrılmış ve geometrik tasarımın çizgisel ve soyut ağı tarafından yutulmuş suretleridir.” (4)

Bir başka açıdan bakıldığında bu sanat harikası bir haldir. Kolayca anlaşılmayan, hatta yapı itibariyle tekrarlanamayan, mimari olarak birebiri yapılamayan, temaşa ettikçe daha çok giriftleşen, çıkmaza sokan bir haldir. Geçmiş devirlerin İslam’dan aldıkları estetik zevk ile sanatlarını taşa işlemelerinin apaçık örneğini Kurtuba’da görüyoruz. Soyut tarafı maddeyi aşkın bir vaziyette, fakat maddeyi de estetik bir çerçevede faş etmiş olarak hem Müslüman topluluklara hem de diğer topluluklara mimari açıdan büyük faydalar sağlamıştır.

Her ne kadar, Kurtuba Camii işgal edilmeden önceki haliyle karşımızda durmuyor olsa da, katedrale çevrilmiş olsa da, o hali tam silinmediği için ve işgal edilen toprakları Müslümanlar olarak tekrar alabilmenin umuduyla yaşıyor olmamız bakımından İslam sanatkarlarının gözünde orası hala Kurtuba Camii’dir. Garaudy’nin deyimiyle “bir iman abidesidir.” Bu yapı, düşmanın bile gönlünde taht kurmuş olmalı ki, tamamen yıkmaya teşebbüs edememiş, fakat içlerindeki karanlığı da adeta taşlara akıtırcasına birçok yeri bozmuş ve yapının ortasına Roma-Germen İmparatoru Şarlken (V. Carlos) tarafından 1526 senesinde Kurtuba Camii’nin mimari üslubuna uymayan ve çevrenin de çehresini bozan, çirkin mi çirkin devasa bir taş yığını dikilmiştir.

Kendi adını taşıyan yapıyı inşa ederken El Hamra’nın bir kısım yerini de yıktırır. Hatta bu çirkin taş yığını için “Gırnata’da bir cinayet işlendi!” denilmiştir. Gotik ve barok üslubu kibirli yapılarıyla İspanya, El Hamra’ya mimarî bakımdan hiçbir şekilde yaklaşamamış hatta taklidini bile becerememiştir.

İslam mimarisiyle donatılmış bu şehirlere işgalden itibaren büyük bir Katolik aşı yapılsa da Endülüs medeniyeti ilmi, bilgisi, kültürü ve eserleriyle kendisini sürekli dayatmıştır. Nitekim “İspanyol kimliğinin inşa edildiği imparatorluk çağı Endülüs üzerine kurulu. Rakip medeniyeti yenmiş bir güç olarak kendini inşa etmeye çalışırken aslında o medeniyetin derin izlerinden de kurtulamayacaktır. Reddettiği medeniyetin ruhu içine sinmiştir.” (5)

Büyük bir işgale uğrayıp katliamlara sahne olan bu ülke Müslümanların göğsünde dinmeyen bir ağrı olarak tekrar fethedilmeyi beklemektedir.

Kaynak

1- Roger Garaudy, Endülüs’te İslam, 2014, s. 25-26.

2- Garaudy, a.g.e, s. 59.

3- Valerie Gonzalez, Güzellik ve İslam, 2020, s. 88.

4- Gonzalez, a.g.e, s. 79

5- Akif Emre, Mekanı Paranteze Almadan, 2020, s. 55.

Aylık Dergisi 209. Sayı Şubat 2022