Zihniyetinizle defolun! Bunu söylerken zihinsel bir faaliyet yani “fikir geliştirmeyi” kastetmiyorum, mide ve altındaki tenasül uzvunun, karnı tok adamın; yani rahat, hayatında hiç zorluk yaşamamış insanın şehvetini ki kadına yönelik olarak almayın sadece; egosu için her şeye sahip olma “dürtüsünü” kastediyorum.

Buna Avrupai tabirle “rol çalmak” deniyor yaşadığımız günlerde. “Play a role”, esas olarak tiyatro sanatıyla alakalı bir deyim; nereden baktığınıza bağlı olarak menfi veya müsbet bir anlam taşıyabilir. Sahnede ikinci, üçüncü rolde oynayan oyuncunun “performansı”yla birinci oyuncudan daha tesirli olması üzerine inşa edilmiş bir deyim. Yeteneği veya “sahne duruşu” birinci rol için uygun olmayan ve bunu da bilen üçüncü rol oyuncusunun rolü gereği abartısız bir performans yerine şatafatlı bir gösteriyle birinci oyuncuyu gölgelemesi “rol çalmak”ın menfi anlamına denk gelir. Artık işi bitmiş, kendini tekrarlayan, birtakım bağlantıları (senarist veya yönetmen veyahut finansmanı sağlayan ile irtibatı vs.) ile haketmediği birinci rolü “çalan”a karşı, bu irtibatlar yüzünden alması gerektiği birinci rolü alamayan ve ikinci veya üçüncü rolde oynatılan oyuncunun abartısız ama etkileyici performansıyla “sahnede parlaması” da “play a role” içine girer mi, her deyim gibi yoruma bağlı olmakla birlikte evet girer ama “müsbet” anlamını işaret eder, demek gerekir herhalde. Fakat deyimler, genellikle her şeyin yerli yerinde olduğu normal bir süreç içindeki anormal pozisyonları işaret ettiğinden “play a role” hakedilmeyen vasıf için yapılan sahtekarlığı işaretler. Menfi veya müsbet anlam dememiz yorumdur ve tek anlamı vardır aslında, menfiliği işaretler. Çünkü her şeyin yerli yerinde olduğu “an” için söylenmiştir.

Peki ahenk bozulmuş, bağlantılar devreye girmiş, tam bir mirasyedi sahnede birinci rolü devamlı “kapıyor” ise, diğer rol sahipleri, hakları yenilenler ne yapmalı veya ne yapar?

*

Boğaziçi Üniversitesi’nde meydana gelen (şimdi hafifleyen) hadiseleri izliyoruz. Prof. Melih Bulu’nun rektör olarak atandığı gün bir bildiri yayınlanarak başlayan eylemler, birkaç gün sonra az sayıdaki “akademisyen gürûhu”nun rektörlük binasına her öğlen kıçlarını dönmeleri ile devam etti. Ortada heyecana sebep olacak bir durum elbette yoktu ve rektör ataması meşru idi. Protesto edenler, eylemler hakkında sosyal medya ve televizyonları kullanarak kışkırtıcılık yapanlar ve rektör olarak görevine başlayan Melih Bulu’nun şahsı ve akademik kariyeri üzerine istihza dolu laflar sarf edenler hakkında yapılacak idari faaliyet de mevzuat içinde belliydi. YÖK kanunu ve 657 sayılı memur kanunu ile ilgili yönetmelikler çerçevesinde yazılı bir savunma almak ve “gereğini yapmak.”

*

Sosyal medyada bizim bu meseleyi “antrenman” olarak ele alışımız, hadiseyi “temiz” bir şekilde halkedebilmenin usulünü ortaya koymamız, bunun da Akit gazetesinin ilgisini çekmesi ve makul olduğundan manşetleriyle destek vermesi… Etkili bir usul olduğu için cazgırlık yaparak her zamanki gibi işleri halledebileceklerini düşünen hafif meşrep Batıcı azınlık “akademisyen gürûhu”nun eylemlerinin aslında eylem olmadığı, k.çlarını döndükleri yerin kampüsün en güzel yeri olması gibi rastlantı ile birlikte olduklarını gösteren trajik beyanlar vermeleriyle ortaya çıktı. Melih Bulu’nun kararlılığını içeriden aldıkları istihbarat ile anlayan bu gurup beklenen hamlesini yapmak zorunda kaldı: Kâbe provokasyonu! Meseleyi “akademik özerklik ve özgürlük” olarak yansıtmaya çalışanlar, bunun idari soruşturma ile neticeleneceğini gördüklerinden, meseleyi “polis şiddeti, ifade özgürlüğü” noktasına taşımaya ve Melih Bulu’yu güya demokratik haklar karşıtı olarak göstermeye başladılar. Fakat bu esnada internette üniversite adına kurulmuş guruplarda Kabe provokasyonu hakkında konuşan öğrencileri fişledikleri ve akademik hayatlarını yoketmekle tehdit ettikleri ortaya çıktı. İstedikleri pozisyonu almak bir yana, idari olarak akademik hayatlarının sonlarına geldiklerini gördüler böylece! Kabe provokasyonunu protesto için öğrencilerin gösteri yapacaklarını açıklaması, suç olan fiile karşı “demokratik tepki” olarak görülecekti ve Melih Bulu’nun hangi zihniyetle mücadele ettiği ortaya çıkacaktı.

Uzaktan gördüğümüz manzara, buydu.

Hayatlarında tek fiske yememiş, sadece altına konulan koltukların cakasıyla emir verme zevkini (!) yaşamış bürokratik kafa işte tam bu noktada devreye girdi ve hem “rol çaldı” hem de “o biçim” güruhun istediği yola soktu hadiseyi!

Boğaziçi hadisesinin adliyelik olması zaten kaçınılmazdı, denilebilir. Gayet tabii o hatta girecekti hadise, fakat kastettiğimiz bu değil ki! Bürokratik kafadan bahsediyoruz burada! Her meseleyi “devlet meselesi, terör hadisesi” olarak gören, gerek rol çalmayla, gerek tek fiske yemeden oturdukları koltuklarda danışmanları sayesinde kukla haline getirilen güya yetkili ve etkili egoist kafalardan bahsediyoruz!

Misal (kim söyledi hatırlamıyorum) Kâbe provokasyonu sonrasında “köşeye kıstırılmış” güruhun LGBT kulübü “önderliğinde‼!” rektörlük binasını ablukaya almaları ve dışarı çıkılmasına izin vermemeleri üzerine “Rektör LGBT kulübünü kapattığı için bunu yaptılar.” diye evrak paylaşanlar oldu. Yalan demeyelim de gerçeği yansıtmıyor diyelim bu açıklama. Hemen “o biçim güruh” ve danışmanları açıklama yaparak saat itibariyle bunun mümkün olmadığını, Saray’ın akademik özgürlük düşmanlığının böylece görüldüğünü vs. yaymaya başladılar. Ölüye can suyu verdiler kısaca, bilip bilmeden “mevzuya dalmaları”yla.

Olayın aslı Kâbe provokasyonunu protesto gösterisi yapılacaktı o gün. Gece “siyasi bazı kişiler, valilik, polis şefleri” birilerini arıyor, “Aman ha, sakın ha, üniversitede değil başka yerde yapın protestoyu, alın size Beyazıt meydanı, orada yapın.” diye akıl veriyor. Bunun üzerine “Polis abiler böyle böyle dedi, protestoyu Beyazıt’ta yapıyoruz.” açıklaması yapılıyor. Bunu kabul etmeyen, olay yerinde yapılır protesto diyen bir grup ki adıyla sanıyla İbda bağlısı arkadaşlar oluyorlar, “Müslümanların namusunu kurtarmak” için on kişilik bir grup olarak Boğaziçi’ne gideceklerini açıkladılar. Pandemi ile uğraşacağına Valilik de komedi sahnelemeye kalkıyor ve üniversite çevresini pandemi sebebiyle gösterilere kapatan açıklamayı yapıyor. İçişleri Bakanlığı devrede yani. İbdacı gönüldaşlar da “namus belası”na yine de gidiyorlar ve komik olan taraf şu, içerideki “o biçim güruhu” değil altı üstü on kişi olan bizimkileri polis çevreliyor. O biçim güruh okuldan ayrılmak isteyince (kavga için değil, çıkacaklar sadece) polis izin vermiyor! Vermeyince de abluka başlıyor rektörlük binasında! Çıkışlarına izin verildikten sonra da “aşağıdan git/aşağıya bak” goygoyuna sebep olan lüzumsuz işler! Bu da yetmiyor, (kim söyledi hatırlamıyorum) çıkıp “Asıl bu Boğaziçi meselesinin arkasında bilmem kim var, aradım konuştum, yaşını başını almışsın, yapma böyle şeyler dedim” diye bir lüzumsuz, gereksiz hamaratlık da yapılıyor!

Elinde çekiç olan, her şeyi çivi olarak görür! Bazen denk gelir şansına bazen de mayına basar! Boğaziçi hadisesi de tam böyle.

Melih Bulu’nun ve danıştığı çevresinin meseleyi tamamen idari mevzuat üzerinde (mevzuat içinde soruşturma açılması ve 657 sayılı kanunun 125. maddesiyle üniversitede “kitabına uydurarak” dikta kuranları) temizleme planı, “çekiç-çivi”ciler eliyle lekelendi açıkcası. Melih beyin polisiye meseleden uzak durduğu şuradan belli ki, kampüs içinden polisi mümkün oldukça uzak tutmaya gayret etmektedir.

Ama iki taraflı bürokratik kafa yani hem “kitabına uydurduk”çular hem de “rol çalan yetkililer”, muhtelif provokasyonlar ile buna engel olmaya çalışıyorlar. O biçim gürûhu anlarız da, ötekiler?!

Herkes görevini yapmalı. Melih Bulu mümkün oldukça yapmaya çalışıyor, idari soruşturma başlattı, LGBT kulübünü kapattı ve devam da edecektir. Kolluk ve valilik de, kendi işini yapsın: Gürültüsüz şekilde Kabe provokasyonunu yapanları, danışman akademisyenler de dahil her şeyiyle soruştursunlar, lüzumsuz ve gereksiz hareketlerde bulunmasınlar. Gezi’den hiç mi ders almadılar?

*

Mücadelenin özü hiçbir şekilde değişmez: Hakimiyet kurmak! Bunun sadece döneme göre usulü değişir. Anadolu’nun istikbalinde hiçbir varlığı kalmayan Kemalizm ve “2. Cumhuriyetçi” (Soros çocukları) gruba, döneme uygun şekilde kanun ve mevzuatlar tatbiki ile karşılık vermek, onların oyun sahasını daraltır: Boğaziçi özelinde bu güruh mevzuat içerisinde kolaylıkla devletten sökülüp atılabilir ve atılacak. Ondan sonra ne yapacaklarsa kendileri düşünsün! Ama onlara “can suyu uzatma” hatasını yapanları da tepesindekilerin uyarmaları gerekmektedir.

Mücadele’den hiçbir şekilde anlamayan, egoist (rol çalma) tavırlarla hareket edenler de “mental yorgunluk” tezahürü bahanesiyle gerekirse susturulmalıdırlar. “Devlet kuruyoruz beyler devlet, ona göre davranın, geçti 1990 model kafanın devri!” demesi gerekiyor birilerinin bu bürokratik kafa sahiplerine! “Rol çalmayın oyun kuranlara ya destek olun ya çekilin kenara, ezilmeyin!” demesi de gerekli.

Baran Dergisi 738.Sayı