7-8-9. Ekim 2011 günleri Bağlarbaşı Kültür Merkezinde M.Ü. İlahiyat Fakültesi ve İSAV işbirliğiyle 900. Vefat Yılında Uluslararası Gazalî sempozyumu düzenlendi.
İmam-ı Gazalî gibi bir derya hakkında böyle bir sempozyum gerekli ve faydalı idi.
Felsefe ile Hikemiyatın çatışmasına sempozyumda sık sık rastladık. Batıdan gelme Türk eğitim sisteminde ve de bu sisteme bağlı İlahiyat Fakültesinde de yaygın olan akılcı-rasyonalist eğitim ve öğretimin sonucu İmam-ı Gazalî'nin tasavvufî görüşleri ve felsefecileri tekfir etmesi tartışmalara yol açtı. Allahın dinini kendi akılları seviyesine indiren bazı ilahiyat hocaları İmam-ı Gazali'yî anlamakta zorlandılar, gücünü kabul etseler bile.
"Vahiy mi, akıl mı?" tartışmasında inanan bir mümin için cevap çok açıktır. Fakat rasyonalizmin gereği başıboş akılla felsefe yapan İlahiyattaki bilhassa felsefe hocaları İmam-ı Gazalî'nin gücünün altında ezildiler.
Bu mevzuları konuştuğumuz Ankara İlahiyattan Murteza Hoca, soruyu "Nakil ile akıl" değil de "vahiy ile akıl" diye soruyor ve "vahiy, aklı kapsar" diye net cevap veriyor. Necip Fazıl'ın mütefekkirlik yönüne vurgu yapıyor. Ve, sempozyumda zıt fikirler çatışsa bile, iyi konuşmacıların olduğunu Mustafa Çağırıcı Hoca, İngiliz asıllı Katar Üniversitesinden Ömer'in konuşmalarının önemli olduğunu ve başka değerli kişilerin de olduğunu belirtiyor.
Birkaç oturuma katıldım (C.tesi öğleden sonra ve Pazar günkü değerlendirme sempozyumları). Sempozyum boyunca şunu gördüm ki, İmam-ı Gazalî'nin Tehafütü-l Felasifiyye eseri, felsefeciler üzerinde yıkıma devam ediyor. Batı tarzı felsefeyle değil de İslâm hikemiyatına teslim olsalar, kendi çalışmaları da verimlenecek, bereketlenecek katlayarak gidecek.
Fakat, kuru akılcı ve felsefeci ilahıyatçılar, “bereket” diye bir şeye inanmıyorlar. “Akıl, imana bağlı alt şubedir” hikmetini anlamıyorlar. İmam-ı Gazalî, aklı kopacak kadar gerdi, en büyük akılcı odur ve aklın üstüne sıçramış, büyük mütefekkir ve büyük mutasavvuf olmuştur.
 İslam teslim olmak ve ondan sonra hikmetler üzerinde sonsuz arayıştır. Felsefe ise teslim olmamak, devamlı birbirinin yanlışını çıkarmaktır. İslamda tefekkür var ve bunun adı felsefe değil, hikemiyattır. Çağımızda İslam Hikemiyat binasının kurucusu Salih Mirzabeyoğlu bu ihtiyacı görmüş ve inşacı, cem edici olmuştur; İntikal mihrakı ve terkib gözü ile...
Felsefe, başıboş arayış müessesesi. Öyle ki felsefeciler hakikatı bulsa bile teslim olmayıp aramaya ve tartışmaya devam ederler. Halbuki hakikatı bulup onda derinleşmek ve yeni hikmetler çıkarmak en doğru yol. Mezhepsizler ve mealciler de akılcı olduğu için felsefecilere  benzerler ve şu hüküm hepsi için geçerlidir: "Bir kimse Kur'anı kendi aklımla tefsir ederim dese ve Beyzavî tefsirine eş olsa, küfürdür…"
Bunun için mezhepsizler ve reformistler bol bol ilahiyat fakültelerinden neşet ediyor, çünkü rasyonalist-akılcı bir eğitim var, batıcı veya mutezileci kuru akıl revaçtadır ilahiyat hocalarında. Onun için televizyondaki sapık hocaların çoğu ilahiyat mamulüdür. Kuru akılla gittikleri için, İmam-ı Gazalî'nin "Peygamberlik nuruna sığındım" sözünü ve İslâmın batını olan tasavvufu anlayamazlar. Tasavvufu tekkeden ibaret veya bazı dervişlerin hallerinden ibaret sanırlar. Fakat İmam-ı Gazalî gibi çağımızda Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu gibi düşünce adamları, bu akılsız akılcılara verilmiş iyi cevaptır.
Kumandan Mirzabeyoğlu'nun, Üstadın vasiyeti üzerine kaleme aldığı 4 ciltlik Büyük Muztaribler eerindeki üç büyük, İmam-ı Gazalî, Muhiddin-i Arabî ve İmam-ı Rabbanîdir. İmam-ı Gazalî, Batı felsefesi tarafından (Kant'ın tenkid metodundan Dekart'ın şüpheciliğine kadar) yağmalanmıştır. İmam-ı Gazalî'nin eserlerinin Batıda tesiri azîm olmuştur.
İzmir 9 Eylül Üniversitesinden İbrahim Emiroğlu'nun oturumunu izledim. Tartışma usulü bakımından İmam-ı Gazalî'den ve metodik şüpheciliğinden bahsetti. Gazalî'nin Eşarî ve Şâfii olmasına rağmen, yeri gelince onları da eleştirdiğini söyledi. Bizdeki başıboş akılcılar bundan kendilerine pay çıkarmaması için hatırlatmalı: Onların hepsi müctehid İmamlardı ve birbirlerini eleştirebilirler ve bu rahmet olur. Üstelik İmam-ı Gazalî, Şâfii mezhebine bağlı kaldı, müctehid olmasına rağmen.
Batı tarzı felsefe yapan ilahiyatçılar, ne hikmeti ne marifeti ne de iman ve aşkı anlamadıkları için ve basiret, feraset idrak ve izan gibi kavramlara yabancı oldukları için bol bol tartışıp duruyorlar, fakat inadlarından vazgeçmiyorlar. İmam-ı Gazalî allâmelik yaparak bu seviyeye yükselmedi, idrak-irfan ve çile ile yükseldi. Tabiî ki, İmam-ı Gazalî felsefenin kavram analizinden, sorgulama yönteminden ve metodik şüpheciliğinden faydalanır, hatta onları onların yöntemleriyle eleştirir çıkmazlarını gösterir ve "üst dil-üst mana"ya sıçrayarak (işte burada ilahî mevhibe devreye giriyor) asırlara şâmil büyük mütefekkir ve büyük mutasavvuf olur. Bizdeki Batıcı eğitim ve öğretimin dar kalıplarını ve dar akılcılığını aşamamış Prof. etiketlilerin yapacağı iş değil. Necip fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu gibi idrak kahramanlarının fikir çilelerini ve fikirleri için göze aldıkları bedelleri inceleseler, onların eylemlilikleri ve aksiyonlarının bile fikir manzumeleri için olduğunu anlarlar.
İbrahim Emiroğlu Hoca ile çıkışta sohbet ediyoruz. BD-İBDA fikriyatından ve Baran dergisinden bahsediyorum. Daha önce arkadaşlar aramışlar. Moro Destanından bahsediyor. Ve ayaküstü yaptığımız mülakatta, İ. Gazalî ile Necip Fazıl'ın ilişkisini anlatıyor, Necip Fazıl'ı sünnî geleneğin büyük mütefekkiri olduğunu söylüyor ve Batı felsefesine getirdiği eleştirilerden bahsediyor ve satır satır okuduğunu söylüyor. Salih Mirzabeyoğlu'nun Büyük Doğu yorumuna ise girmek istemediğini belirtiyor. Gazalî'nin çağları aşan gücünün sempozyumda da görüldüğünü ifade ediyor.
Son gün değerlendirme toplantısından, BD-İBDA dünya görüşüne ihtiyacı bilerek veya bilmeyerek işaretleyen bazı tesbitleri dikkatinize sunuyorum:
"İslâm âlemi tıpkı Gazalî gibi büyük mütefekkirler çıkarsın. Böyle ümit ve bekleyiş içindeyiz." (İbrahim Kafi Dönmez)
"Gazali’nin ilgilenmediği alan yok. Çok alana ilgi duymasaydı bu kadar tenkitçi, tasnifçi, hakikat arayış vasfı  görülmezdi." (Hüseyin Sarıoğlu)
"Gazalînin felsefecilerle ilişkisi ve onları üç meselede tekfiri tartışmalara yol açar. Salonda yüzlerdeki renkler değişir.” (Hüseyin Sarıoğlu) Not: Hüseyin Sarıoğlu, felsefecileri üç meselede tekfir mevzuunda Gazali hata etmiştir diyen felsefecilerdendir. Bilgi olarak şu notu düşelim ki, Gazali, felsefecileri üç meselede tekfir ediyor: Onlar şöyle: Alemin kıdemi, Allah’ın cüziyatı bilemeyeceği ve dirilişin cismani değil, ruhani olacağı. İslam itikadına göre bu iddialar kabul edilemez!
"Eğer Gazalî sıradan kelamcı, fakih, sufi olsaydı bu kadar etkili eserleri ortaya koyabilir miydi? Bu ölçüde bir sistematiği kimse kuramazdı." (Hüseyin Sarıoğlu)
"Gazalî, "Allah’tan zaman istedim, bana zaman içinde zaman verdi" der. Kısa ömründe dev eserler verir, her sahada." (Saim Yebrem)
"Bir konuyu bilen  o konuda ictihad eder diyor Gazalî" (Saim Yebrem)
Diyanet İşleri başkanı Mehmet Görmez konuşmasında şunları der: “Allahla irtibatlı unvanların İslam geleneğinde pek kullanılmadığını fakat Gazali’ye “Hüccetül İslam” denmiş, o bunu hak ediyor. Gazali, İslam içinden çıkan sapıklıklara da çok güzel cevab veriyor ve siyasetin de doruğuna çıkıyor. Her satırı hâlâ heyecen veren bir alimdir o, hatta çelişkileri bile. Sünnet ve hadisi ahlak hareketine çevirdi. Hadislerin doğru anlaşılması için gösterdiği çabalar bizi teslim aldı, Gazalinin duaları bile bizim klasik dualarımızdan farklıdır.”
BD-İBDA'nın bütün fikir kuruculuğunu ve toparlayıcılığına ihtiyacı ise sempozyumun yöneticisi İlyas Çelebi'den işaretleyelim:
"Yeni Gazalî, İslâm düşüncesindeki dağınıklığı toparlayacak, batıl akımlara cevap verecek ve bir sistem kuracak kişiler olacak. Sufî de, batını da filozofu da kendini burada bulacak… İlahiyat Fakültelerinin bugün misyonuna baktığımızda Gazalî misyonuna ihtiyaç var. Gazalî el-Mustasfa'da İslâmî ilimlere bir hiyerarşi getirmiştir. Bugün ise İslâmî ilimlerde bir dağınıklık var, bütünlük kaybolmuş. İlimlerin yeniden tertibine ihtiyaç var; Gazalî'nin yaptığı gibi. Dünkü mantık oturumunda salonda iki farklı kesim oluştu. Kendimden örnek vereyim. Gazalî'nin tefsire yanaşmasını Muhammed Tatcı hocadan öğrendim. Çok tatlı bir yaklaşımı var. Halbuki ben, Gazalî'nin tefsirle ilgisi yok zannediyordum."
Sempozyumun başkanı İlyas Çelebi'yle yaptığım kısa mülakatta bana, "Gazalî'nin tehafütü ortaçağda tartışma geleneğini ortaya çıkarıyor. Bugün onlar şöyle tartıştı-böyle tartıştı demektense günümüzde birileri Gazalî'nin rolünü üstlenecek diğerleri karşılarında olacak" demişti. Ben de şöyle dedim:
-Gazalî'nin karşısındakilerin rolünü üstlenenler çok da Gazalî rolünü üstlenenler az. Mesela Necip Fazıl, Gazalî'nin rolünü üstlenen biridir. Çağının İslâma zıt görüşlerini kritik etmiş ve bir sistem kurmuştur, sistematiğin merkezinde de İmam-ı Gazalî vardır, sempozyumda neden irdelenmedi bu husus?
Hoca, Gazalî'yi inceleyen bilim adamlarını ayrıca konuşuruz diyor. Ben de cevaben:
-İmam-ı Gazalî'yi ihtisas mevzuları içinde dağıtarak incelemek değil, bütüncül bakabilmek, mütefekkir gözüyle çağımızda bir ideoloji ile yürümekten bahsediyorum. İmam-ı Gazalî'yi verimlendirmek de ancak böyle olur.
Diyorum. Hoca, "zatialiniz gelse, böyle tekliflerde bulunsa, memnuniyetle kabul ederiz" diyor.
Mehmet Görmez’in şu tesbiti bu hususa denk düşer: “İhtisas körlüğü içinde her alanda bir Gazali çıkarmak olmaz, bütün olarak görmek lazım.”
Amerikalı Edward Moad (Ömer) değerlendirme oturumunda bir çok ilahiyatçı da görmediğim, Gazali’yi günümüzde yaşatmak ve Batı Medeniyetine üstün çıkmak gayreti ile şunları söyler:
Gazalî'nin Peygamberin sünnetini aktif hale getirdiğini, bugün ise bizlerin İslâm medeniyetini aktif hale getirmeyi, tarihi tekrar yapmayı, Gazalî gibi olmayı istiyoruz. Gazalî, farklı fikirleri bir araya getirebilmiş, birleştirmiş, medeniyet kurmuştur. Ekonomik kavramlardan da bahseder, İslâm paradigması altında birleştirir. Ahlakî meseleler ve teknolojisiyle ilişkilerimiz? Grek bilimini de almış. Farklı paradigmaları İslâm şemsiyesi altında birleştirmiştir Gazalî. Batı medeniyetinin üstünlüğüne karşı çıkmalı. Şartlara uymak değil, şartları değiştirerek bunu yapmalıyız."
İlahiyat dekanı Raşit Küçük soruyor:
"İlim geleneğini kaybetmiş, yeni arayış içinde olan bir toplumuz. Tarihle de ilimle de bağımız kopmuş. Bunları nasıl birleştireceğiz?"
Bu sözlerin ne kadarı samimi, ne kadarı çilesine erilmiş? Şüpheli! "Hadi gel ihtiyacını duyduğun burada" desen bu çileli yola gelir mi? Ayrı mesele. Rizikosuz alanlarda günah çıkarmak kolay. Batıcı sistemin hakim olduğu ülkemizdeki rejimde İslâmın ihyası tabiî ki ayrı bir zorluğu taşıyacak. İslâmî bir devlette yaşayan İ. Gazalî bile 10 yıl çileye düşmüş ve Bağdat Üniversitesindeki müderrisliği ve mevki ve makamı elinin tersiyle itmiş. Kısaca, mamacı tiplerin işi değil, İslâm ihyası ve inkılâbı için hem kafa hem beden çilesi gerekiyor. Tıpkı Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu gibi.
İlk defa Türkiye'de bu çapta uluslararası özelliği taşıyan sempozyumda İmam-ı Gazalî'nin ağırlığının, inkarcıları tarafından bile kabul edildiğini ve böyle toplantılar genelde sıkıcı olmasına rağmen  İmam-ı Gazalî'nin bereketiyle heyecanlı ve katılımlı olduğunu, memnuniyetle belirtmeliyiz.


Aylık Dergisi 86. Sayı