Trump’ın başlattığı göçmen operasyonları, yüzeyde kamu güvenliği ve suçla mücadele söylemiyle sunulsa da, hakikatte Amerikan toplumunun giderek ağırlaşan yapısal krizlerini örtme girişiminden başka bir şey değildir. Günah keçisi ilan edilen göçmenler üzerinden tabanını konsolide etmeye çalışan Trump, böylece ekonomik darboğazı, sosyal çözülmeyi ve her yönden yaşanan tıkanıklığı görünmez kılmak istemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump yönetiminin başlattığı göçmen operasyonları, yüzeyde kamu güvenliği, suçla mücadele ve toplumsal düzenin korunması gibi gerekçelerle açıklanıyor olsa da, aslında çok daha kapsamlı bir hesaplaşmayı ve politik çıkarı içinde barındırmaktadır. Kamuoyuna sunulan resmi söylemde operasyonların amacı, suç işlemiş göçmenleri ayıklamak, toplumu güvenli kılmak ve Amerikan vatandaşlarını korumak gibi gösterilse de, hakikatte bu adımlar farklı niyetlere hizmet etmektedir. Bu operasyonlar, Amerikan toplumunun yapısal krizlerini örtbas etmeye, içten içe büyüyen çözülmeyi görünmez kılmaya yönelik siyasi bir manevra işlevi görmektedir.
Göçmenlerin evlerinden toplanarak ailelerinden koparılması ve topluma bir tehdit unsuru gibi sunulması, aslında Amerikan iç siyasetinin klasik günah keçisi stratejisinden ibaret. Tarih boyunca krizdeki yönetimler, kendi başarısızlıklarının ve iç sorunlarının üzerini örtmek için bir “öteki” üretmişlerdir. Bugün Amerika’da göçmenlerin bu role oturtulması da aynı yöntemin yeni bir versiyonu. Ekonomideki darboğazı, artan sosyal huzursuzluğu, gelir eşitsizliğini ve toplumun ahlâkî çöküşünü gizlemek isteyen siyaset kurumu, halkın öfkesini yönlendirecek bir hedef aramakta ve bunu göçmenler üzerinden gerçekleştirmektedir. Böylece zaafların ve sistemin içten çürümesinin üstü örtülmektedir.
Göçmenlerin suçla ilişkilendirilmesi, ailelerinden koparılması ve toplum için tehdit olarak gösterilmesi, aslında Amerikan siyasetinde köklü bir alışkanlığın günümüzdeki tezahürüdür. ABD’nin bu huyu varlığından beri süregelen bir hastalık. Ne zaman başı sıkışsa bir ülkeye “demokrasi” götürmesi gibi... Böyle sömürgeler kriz anlarında başarısızlıklarının üzerini örtmek için daima bir günah keçisi bulmuşlardır. Antik çağlardan günümüze kadar devletlerin başvurduğu bu yöntem, kitlelerin öfkesini ve tepkisini yönetimden uzaklaştırarak “öteki”ne yönlendirmeyi hedefler. Bugün Amerika’da bu “öteki”nin göçmen olarak seçilmesi, tam da bu stratejinin yeni bir versiyonudur. Halkın dikkatini ekonomik darboğazdan, işsizliğin artışından, uyuşturucu krizinin toplumları esir almış olmasından ve siyasal sistemin iç tutarsızlıklarından uzaklaştırmak isteyen siyaset kurumu, göçmeni bir hedef tahtasına oturtarak kendi iktidarını korumaya çalışmaktadır.
Trump yönetimi, göçmenleri güvenlik tehdidi olarak lanse ederken aslında kendi zaaflarını gizlemektedir. Ekonomide üretim gücü zayıflamış, gelir eşitsizliği tarihin en yüksek seviyelerine çıkmış, sosyal güvenlik sistemi çökmüş, eğitim ve sağlık alanları ciddi zaaflarla malul hâle gelmişken, bu sorunların köküne inmek yerine sorumluluk göçmenlerin sırtına yüklenmektedir. Böylelikle sistemin iç çelişkileri gözlerden uzak tutulmakta, toplumsal tepkiler ise yapay bir düşman figürü üzerinden boşaltılmaktadır. Ancak bu yöntem, kısa vadede siyasi fayda sağlasa da uzun vadede Amerikan toplumunu daha büyük ayrışmalara ve iç huzursuzluklara sürüklemektedir. Göçmenler üzerinden inşa edilen bu söylem, gerçekte Amerikan düzeninin kendi kendisini tüketmekte olduğunun da en açık işaretidir.
Trump’ın göçmen politikalarının arkasında yatan asıl hesaplardan biri, kendi seçmen tabanını diri tutmaktır. Beyaz, kırsal ve muhafazakâr kesimlerden oluşan kitleler, uzun zamandır göçmen karşıtlığını kimliklerini korumanın bir gereği olarak görmekte ve siyaseten de bu yönde kışkırtılmaktadır. Trump, bu kitlelerin korkularını sürekli canlı tutarak “ülke elden gidiyor” algısını beslemekte ve kendi iktidarını tahkim etmektedir. Göçmenlere karşı yürütülen operasyonlar, bir güvenlik meselesinden ziyade siyasi bir gösteri, iktidarını meşrulaştırma aracı ve seçmenleri konsolide etme hamlesi olarak işlev görmektedir. Böylece Trump, göçmenler üzerinden bir kimlik siyaseti inşa etmeye çalışmaktadır. Ayrıca göçmen karşıtı söylem ve operasyonlar gündemi tekeline almakta, halkın dikkatini asıl sorunlardan uzaklaştırmaktadır. Böylelikle sistemin açmazları tartışılmadan, sorumluluk göçmenlerin sırtına yüklenmekte, siyasetin başarısızlığı görünmez kılınmaktadır.
Trump yönetiminin göçmen karşıtlığı aynı zamanda ideolojik bir boyut da taşımaktadır. Çevresindeki bazı isimler, göç politikalarını yalnızca güvenlik değil, “Amerikan kimliğini beyazlaştırma” projesi olarak görmekte ve bu politikaları demografik dizaynın bir parçası olarak tasarlamaktadır. Bu anlayış, göçmenlerin ekonomik katkısını veya toplumsal çeşitliliği dikkate almak yerine, onları bir tehdit olarak kodlamakta ve ulusun geleceğini “ırk” eksenli bir bakışla şekillendirmeyi amaçlamaktadır.
Trump yönetiminin göçmen operasyonlarını sürdürmesinin bir diğer nedeni de ekonomik çıkarlarla ilgilidir. Amerika’da sınır güvenliği harcamaları, göçmenleri barındırmak için kullanılan özel hapishaneler ve federal güvenlik kontratörleri milyarlarca dolarlık bir pazar oluşturmuş durumdadır. Bu pazarın en büyük kazananları, göçmen karşıtı söylemleri destekleyen sermaye gruplarıdır. Göçmen operasyonları, yalnızca siyasi bir gösteri değil, aynı zamanda güçlü bir rant mekanizmasıdır. Güvenlik şirketleri, hapishane işletmeleri ve lobi grupları bu süreçten büyük kazanç sağlamakta, Trump yönetimi ise bu kesimlerin desteğini arkasına alarak kendi iktidarını tahkim etmektedir. Dolayısıyla mesele, sadece kamu güvenliği ya da toplumsal düzen değil, aynı zamanda ekonomik rantların yeniden dağıtımıdır.
Bir başka açıdan baktığımızda ise Trump’ın en yakın danışmanlarından bazıları, göç politikalarını yalnızca güvenlik kaygısıyla değil, demografik bir tasarı projesi olarak değerlendirmekte ve Amerikan kimliğinin beyaz, Anglo-Sakson ve Protestan merkezli bir çizgide korunmasını hedeflemektedir. Bu anlayış, farklı kültürlerden gelen göçmenleri, özellikle Latin Amerika ve Müslüman coğrafyadan gelenleri, Amerikan kimliğini tehdit eden unsurlar olarak kodlamaktadır. Böylelikle göçmenler yalnızca ekonomik bir yük veya suç kaynağı değil, bizzat ulusal kimliğin “düşmanı” olarak resmedilmektedir.
İşin bir diğer fotoğrafı ise şu: Amerikan resmi verileri ve bağımsız araştırmalar, göçmenlerin yerel halka kıyasla daha az suç işlediğini net biçimde ortaya koymaktadır. Texas eyaleti polis kayıtları, göçmenlerin şiddet ve uyuşturucu suçlarından tutuklanma oranlarının Amerika doğumlulardan çok daha düşük olduğunu göstermektedir. Ulusal ölçekte yapılan çalışmalar da aynı tabloyu teyit eder. Göçmenlerin hapse girme ihtimali, yerli halkınkinden belirgin şekilde düşüktür.
Göçmenlerin iş gücü payı
Trump’un göçmen operasyonlarının Amerika’ya maliyeti, kısa vadede siyasi bir fayda sağlıyor gibi görünse de, uzun vadede ekonomik, toplumsal ve uluslararası birçok zararı beraberinde getirmektedir. Ekonomik açıdan bakıldığında, göçmenlerin Amerika’nın iş gücündeki payı son derece büyüktür. Tarım, inşaat, sağlık, restoran ve hizmet sektörlerinde göçmen emeği olmadan üretimin sürekliliğini sağlamak imkânsız hale gelir. Trump’ın başlattığı operasyonlar, iş gücü piyasasında ciddi boşluklar doğurmakta, maliyetleri artırmakta ve Amerikan ekonomisinin dinamizmini zedelemektedir. Göçmenlerin vergi ödeyen, tüketici olan, piyasalara canlılık katan aktörler olduğu gerçeği göz ardı edilerek yürütülen bu politikalar, devletin kasasını da zayıflatmaktadır.
Toplumsal açıdan bakıldığında ise bu operasyonların en büyük zararı, Amerikan toplumunun bir arada yaşama imkanını daha da daraltmasıdır. Göçmenler sürekli olarak suç, tehdit ve huzursuzlukla ilişkilendirildikçe, toplumun farklı kesimleri arasında nefret ve güvensizlik duygusu kökleşmektedir. Polis ile göçmen toplulukları arasındaki güven bağı kopmakta, suç mağduru göçmenler adalete başvurmaktan çekinir hale gelmektedir. Bu durum suçla mücadeleyi kolaylaştırmak yerine zorlaştırmakta, gerçek suçluların işini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca ailelerin parçalanması, çocukların eğitimden kopması ve toplumun kırılgan kesimlerinin daha da savunmasız hale gelmesi, uzun vadede Amerikan toplumunun istikrarını tehdit eden unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Velhasılıkelam Trump’ın başlattığı göçmen operasyonları, yüzeyde kamu güvenliği ve suçla mücadele söylemiyle sunulsa da, hakikatte Amerikan toplumunun giderek ağırlaşan yapısal krizlerini örtme girişiminden başka bir şey değildir. Günah keçisi ilan edilen göçmenler üzerinden tabanını konsolide etmeye çalışan Trump, böylece ekonomik darboğazı, sosyal çözülmeyi ve siyasal tıkanıklığı görünmez kılmak istemektedir. Ancak bu siyaset, Amerika’nın iç çelişkilerini çözmek bir yana, onları daha da ağırlaştırmakta ve toplumsal gerilimi beslemektedir. Bugün göçmenler üzerinden yürütülen bu örtme siyaseti, yarın içeride çok daha büyük hadiselerin patlak vermesine zemin hazırlayabilir. Kendi krizlerini göçmenleri hedef göstererek gizlemeye çalışan Amerika, aslında kendi çöküşünü hızlandırmaktadır.