Yönsüz kalan ruh her yere savrulur ama sabit bir yerde kalamaz. Hiçbir yerde kök salamaz; sağa sola savruldukça kendisinden soyutlanır. İnsan kendisini bir ideal etrafında, bir fikre nisbetle kendi alanında eser tüttürmeye bakmalı. Anlamlı bir işe adamalı. İçindeki tarlaya kazma vurup faydalı tohumlarla zenginleştirmeli, hayatını, tarlayı saran yabanî otlarla atıl bırakmamalı...

Sürülmemiş, tohumsuz bırakılmış bereketli bir ova, baharın ilk rahmet damlalarıyla birlikte otların istilasına uğrar. Başta gürbüz görünen bu başıboş bitkiler, toprağın fıtrî zenginliğini hızla tüketir; ne onlardan kalıcı bir fayda devşirilir ne de geride verimli bir harman kalır. İnsan ruhu da böyledir: hedefsiz kaldığında, sınırsız bir hayal âleminin elinde savrulur; düşünceler başıboş dolaşır, hevesler saman alevi gibi yanıp söner ve nihayetinde gönül tarlasında toplanacak tek bir olgun hikmet bile kalmaz. Halbuki ruh, ölçülü gayret ve düzenli amel ile işlenmezse nefis rüzgârları onu da çoraklaştırır, kişiyi kendi suretine yabancı kılar.

Henüz çırak bir demircinin günlerce körüğün başında oyalandığı hâlde demire tek bir çekiç indirmemesi nasıl ocağın közünü söndürürse, niyet ve gayeden mahrum kalan insan da içindeki ateşi zayi eder. Kimliğini belirleyen hatlar, yoğrulmamış bir hamur gibi yayılır, belirsizleşir; kişi vakti geldiğinde kendisini bile tanıyamaz olur. Samimî gayretle değerlendiril­meyen her an, insanı özünden koparır, ruh pörsür, gönül ise hikmet pınarını yitirir.

Başıboş geçirilen her an, yüreği kurutan görünmez bir samyeli gibidir; serinlik getireceği yerde kavurur. Uzun yıllar gurbette kalan birinin ana dilini yavaş yavaş yitirmesi gibi, hedefi olmayan insan da öz varlığının fıtrî sesinden uzaklaşır. Tefekkür ile beslenmeyen bu vakitler çoğaldıkça, ortaya çıkan boşluk ağır bir bataklığa dönüşür; insan her yeni adımda biraz daha gömülür, önce hatıraları bulanıklaşır, ardından hayalleri ağırlaşır, nihayetinde iradesi toprağın altında kaybolur.

Halbuki sürekli hareket hâlinde olan, toprağını işleyen çiftçi gibi insan da ruhunu besleyecek meşgalelerle dirilir. Bir usta, her çekiç darbesiyle demire üflediğinde çoraklığın önüne set çeker. Hedefe kilitlenmiş aksiyon, insanın içindeki potansiyeli verime dönüştürür; emekle beslenen ruh yeşerir, kimlik kök salar, benlik meyve verir. Hareketliliğin getirdiği canlılık, toprağa düşen bir damla rahmet gibidir; her yeni uğraş iç âlemin bağını budar, tazeler ve nihayet iradenin dürüstçe şekillendiği yerde hikmet filizlenir.

Kısacası, yönsüz kalan ruh her yere savrulur ama sabit bir yerde kalamaz. Hiçbir yerde kök salamaz; sağa sola savruldukça kendisinden soyutlanır. İnsan kendisini bir ideal etrafında, bir fikre nisbetle kendi alanında eser tüttürmeye bakmalı. Anlamlı bir işe adamalı. İçindeki tarlaya kazma vurup faydalı tohumlarla zenginleştirmeli, hayatını, tarlayı saran yabanî otlarla atıl bırakmamalı...