Yazı dizimizin başında da ifade ettiğimiz üzere, Fransız filozof  René Descartes epifiz bezini “ruhun koltuğu”, daha doğrusu “ruhun vücuttaki merkezî noktası” veya “ruh ve bedenin buluşma noktası” olarak değerlendirmiştir. Descartes’a göre, ilahî mesajlar epifiz bezi üzerinden alınmaktadır.
Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a atfedilen bir söz: “Bedenin ışığı gözdür. Gözünüz sağlamsa, bütün bedeniniz aydınlık olur.” (Matta İncili 6:22)
Yukarıdaki cümle birlikte, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a atfedilen aşağıdaki söz, kimilerince epifiz bezi ile ilişkilendirilmektedir:
“Karanlıkta oturanlar gerçek (büyük) ışığı görürler.”

Karanlık, bilinmeyene veya kendisinden çok az şey bildirilen ruha bir işaret olarak anlaşılabilir. Bilgi, bilinmeyenden devşirilendir. Felsefenin mitolojik arka planı malum… Felsefe, mitolojik veriler üzerinden kendisine varlık alanı açmıştır. Felsefede “gece yolculuğu” ve hassaten gece avlanan “Baykuş” sembolü önemli motiflerdendir. Meselâ Baykuş’un ilk dikkat çeken görüntüsü iri gözlü olmasıdır. Ruhun tercümanı göz! Yine kafasını neredeyse 360 derece döndürebilen bir özelliğe sahib olması da çok dikkat çekici. Hem önünü ve hem de arkasını görebilen bir göz! Hem geçmiş ve hem de geleceği “an”da bütünleme çabası! Anın hakkını vermek için zamanın hakkını vermek çabası! “Çağından mesul insan” hali! İBDA Mimarı’nın “berzah” mevzuu üzerinde niçin bu kadar çok durduğunu şimdi daha iyi anlar gibi oluyoruz. Üstad Necip Fazıl’ın Çile isimli şiirinden:
“Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamânın, hem geleceğin.”
Başta içinde nebatın hareketi olan secde hareketi ve Miraç mânâsı bulunan ve günde beş vakit kılınan namaz ve hassaten gece kılınan teheccüd namazı ile yine içinde suyun burundan genze doğru çekilmesi şeklinde bir uygulama bulunan ve hassaten bütün bir madde ve mânâ temizliğine imkân sunan gusül abdesti… Ve yine içinde gözler kapalı bir şekilde mürşidin iki kaşı arasına odaklanıp oradan kalbe veya ağza doğru bir nurun akışına yol veren bir uygulama ile ölüm ve ölümden sonra doğumun gerçekleşmesini hayal ettiren ve hassaten seyr u sülük yolunda erdirici bir keyfiyeti haiz olan rabıta… Ve yine içinde nebatattan olması hasebiyle muhtevasında dimetiltriptamin bulunma ihtimali yüksek ve mühim sünnetlerden olan misvak… Ve en nihayet, yine içinde ruh ve beden olarak gerçekleştirilen mekânet yüksekliği ve dahası, Allah ile konuşmanın gerçekleştirildiği Miraç mucizesi ile içinde üç ayrı hormon (yani pinolin, melatonin ve dimetiltriptamin) barındıran epifiz bezi… Acaba bütün bunlar arasında doğrudan veya dolaylı bir ilişki var mı diye insan merak etmiyor değil… Bu mevzuu ilerleyen bölümlerimizde daha ayrıntılı ele almayı planlıyoruz.

Southern California Üniversitesi Hücre ve Nörobiyoloji Departmanı Başkanı Ph. D. Dr. Cheryl Craft: “Kertenkelenin derisinin altında, kafatasının içinde ışığa duyarlı bir ‘üçüncü göz’ yatmaktadır. Bu, insan beyninde yer alan kemikle örtülü, hormon salgılayan epifiz bezi ile evrimsel olarak eşdeğerdir. İnsan epifizine ışığın doğrudan erişimi engellenmiştir, ancak kertenkelenin üçüncü gözü’nde olduğu gibi insan epifizinde de melatonin hormonunda geceleyin artan bir salgılama görülmektedir. Zorlu olan iş, sentezi düzenleyen ve melatonin salgılayan mekanizmayı anlayabilmektir. Epifiz bezi ‘zihnin gözü’dür. Sürüngen’in epifizi parçalanıp incelendiğinde, şekil ve doku açısından göze çok benzediği görülmektedir.”(1)

Evet; kertenkele kafatasının içinde, derisinin hemen altında ışığa duyarlı bir “üçüncü göz” tespit edilmiştir. Tedaisi, kertenkelenin öldürülmesi ile ilgili hadîs! Diğer taraftan, yunuslar ve balinalar gibi yön tayinini beyindeki “sonar sistemi” ile yapan memelilerde de benzer bir durumun olduğu düşünülmektedir. Bilindiği üzere yunuslar ve balinalar yüksek frekansta ses üretip çevrelerine yayarlar. Bu yüksek frekanslı seslerin objelerden yansıyıp geri gelen yankılarını toplayıp beyinlerinde değerlendirerek yön tayin ederler ve çevrelerini “görürler.” Buna “ekolokasyon” deniliyor. “Sonar sistem” sayesinde pek çok memeli hayvan, metrelerce uzaklarındaki cisimlerin büyüklüğünü, şeklini, hızını, yerini hatta yoğunluklarını tespit edebilmektedirler. Göçebe kuşların da benzer bir sistemle hareket ettikleri düşünülmektedir. Hayvanlar âlemini ilgilendiren bu tür mevzuların İBDA fikriyatında “içgüdü sınırında neyse o!” şeklinde izah edildiğini söylemekte fayda vardır. Bu arada, içgüdünün, “aklın öncüsü”(2) olduğunu söyleyelim. Bütün varlık, yani maden, bitki ve hayvan, insanın emrine verilmiştir. İnsan bütün varlığa, yâni varlıklar âlemine tasarruf eder ve onların tüm özelliklerinden azami ölçüde faydalanır. Nitekim hayvanlar âleminden devşirilen “sonar sistemi” ile nice bilinmeyenler bilinir hale getirilmiştir. Özellikle de dünya (beden) haritası! Peki; Pir-i Reis’in haritalarını nasıl izah edeceğiz?

“Sonar sistem” üzerinden bir tür mübareze sahası olan telegrama dair
“Kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birini gerçekleştirmeye memur insan” soyunun ruh (iman/mümin) ve nefs (inkâr/kâfir) arasında cereyan eden ezelî ve ebedî bir savaşın mutlak varlığından hareketle denilebilir ki “halife insan”, “kâmil nefs” veya “mütmain nefs” sahibi insan soyunun son ve som temsilcisi İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve onun karşısında konuşlanmış olan “Belhümadal” mânâsını mündemiç hâlihazırdaki dünya düzeni muktedirleri arasında amansız ve katıksız bir savaşın başlamış olduğu telegram ile birlikte gün yüzüne çıkmış bulunmaktadır. Bunun en büyük delillerinden biri, hatta başlıcası İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı “zihin kontrolü” mânâsına telegram hadisesidir. Denilebilir ki, ruhu hadım etmek için şirretlik abidesi olarak iş kotaran şeytanın elçileri, topyekûn insanlığı hak ve hakikatten uzaklaştırarak kula kul veya köle yapmak için “zihin kontrolü” teknolojisini devreye sokmuşlardır. Tekniğini tam bilmesek de –zira elimizdeki imkânlar buna izin vermiyor- “elektromanyetik dalga”lar vasıtasıyla epifiz bezinden yerli yersiz hormon, özellikle de dimetiltriptamin salgılatarak bu mel’un faaliyeti yürütüyor olabilirler. Diğer bir ifadeyle, kalbe hâkim olamadıklarındandır, geliştirdikleri “zihin kontrolü” cihazıyla epifiz bezi üzerinden “kalbin akis yeri” dimağı tacize çalışıyorlar. “Kâmil nefs” sahibi insan, diğer bir ifadeyle de “beklenen kahraman” olarak zuhur eden İBDA Mimarı aynı zamanda bütün bir insanlığın, daha doğrusu “beşer zekâsının sekreteri” mânâsını mündemiç “en üst irade”yi temsil eden bir keyfiyeti haizdir. “Zihin kontrolü” cihazı vasıtasıyla sahibi bulundukları dünya hâkimiyetini perçinleyip ilelebet sürdürmeyi hayal eden bir ayağı çukurda köhnemiş dünya düzeni muktedirleri, söz konusu “en üst irade”yi ele geçirmek için her türlü oyunu oynamakta ve bu oyunu kazanabilmeyi de her şeyden çok istemektedir. Çünkü söz konusu “en üst irade”yi ele geçirdiği anda kendisinin dünya hâkimiyetini tehdid eden son kale de tasfiye olacak diye düşünüyorlar. Evet; “sonar sistem” misalinde olduğu gibi, “kâmil nefs” sahibi “halife insan”, yani sahici insan soyunun son ve som temsilcisi olan İBDA Mimarı, “zihin kontrolü” cihazı vasıtasıyla “en üst irade”yi ele geçirmek isteyen köhnemiş dünya düzeni çapulcularını bizzat iş üzerindeyken yakalamış ve “asrın istihbaratı” olarak nitelendirebileceğimiz bir buluşla fâş etmiştir. Yani, sahte ve yapay muktedirlik peşinde koşanlar, gerçek ve sahici muktedirin ağına takılmışlardır. Böylece, topyekûn dünya insanına musallat bir belanın kökünden kazınması imkânı elde edilmiş oldu. Demek isteriz ki, İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun yaşadığı telegram işkencesi, meful/obje olarak bir operasyona maruz kaldığına mı işaret ediyor, yoksa fail/süje olarak telegramcıları kendi kazdıkları kuyuya düşüren, Hz. Musa misalinde olduğu gibi, onların sahte yılanlarını yutan asanın sahibine mi işaret ediyor? Bu arada, “en üst irade”nin ele geçirilmesini önceleyen telegrama “kıyamet silahı” olarak bakılabilir. Bizzat fâş edicisi olan ve aynı zamanda adına telegram denildiğini kendisinden öğrendiğimiz İBDA Mimarı, er veya geç muktedirlik taslayan telegram cihazının mucitleriyle de bir hesaplaşmaya girişecekti. Bu hesaplaşmanın bir zorunluluk olduğu kısmen anlaşılır gibidir. Bu zorunlu karşılaşmanın bir tür mübareze olduğu pekâlâ söylenebilir.

Mübareze: Sözle çekiştirme. Kavga. Cidal. Dövüşmek.
Bu noktadan sonraki iş, cihazı tutan eli, gücü, kuvveti, dolayısıyla da devlet veya devlet içinde yuvalanan çeteyi bulup ortaya çıkarmaktır. Devlet, gerçekten “devlet-i ebed müddet” mânâsının devamına dair bir iş üzerindeyse eğer, bu mevzuda gereğini yapacaktır; yapmak zorundadır. İstiklâl ve istikbâl için bu mevzu mevcut bütün her şeyden daha mühimdir. Aksi takdirde, devlet devlet olmaktan çıkmış demektir. Dahası, bu melun cihazı bir kenarından tutan el olarak damgalanacaktır. Bu mevzuun mühimliği, “Evet”cileri ilgilendirdiği kadar, “Hayır”cıları da yakından ilgilendirmektedir. Bu mevzuun ihmal edilmesi istiklalimizi ve istikbalimizi ateşe atmak demektir.

Epifiz bezi insan beyninde geceleri artan miktarda “gece hormonu” da denilen melatonin hormonu salgılamaktadır. Epifiz bezi’nin iç kısmı çubuk biçimde yollar ve konilerden oluşmaktadır. Yollar-Rods kısmında her birinin içi, göz retinasına benzemekte ve görme merkezi ile bağlı olmasının yanında gözdeki vitröz(3) sıvıya da sahip bulunmaktadır.
Epifiz bezi kafatasında iki yarıküre beynin tam ara veya orta noktasında yer almakta ve bu da iki kaşın tam orta noktası hizasına denk gelmektedir. Hadîs ile sabit olduğu üzere, insanın nefsi iki kaşı arasındadır. Tasavvufta iki kaş arası, rabıtada büyük önem taşır. Müridin Mürşide olan rabıtası, gözün kapalı (yani, karanlıkta) olması şartı yanında Mürşidin iki kaşı arasından müridin kalbine veya ağzından içeri bir nurun akışının gerçekleşmesi şeklindedir.

Rabıta, Mürşid ile Mürid arasında gerçekleşen, gerçekleştirilen bir tür alışveriştir. Manevî ticarete ait bir alışveriş… Ticaret, rızkın onda dokuzunu kendi bünyesinde barındırmaktadır. Mürid, Mürşidine rabıta eder iken ruhî olarak temizlenmekte, daha doğrusu kâmil nefse doğru yol almaktadır. Mürşid, Müride teveccüh eder iken, ondaki kötü halleri ondan alır ve iyi hallerin ona verilmesini sağlamaktadır. Mürid, Mürşide rabıta eder iken, aslında Mürşid de zincirleme olarak Allah Resûlü ile rabıta halindedir. Böylelikle Mürid, Mürşid üzerinden Allah’tan gelen feyze hedef olmaktadır. Rabıta, genel mânâda, her an huzurda olma hâli olarak da ifade edilmiştir. İmanın her dem tazelenmesi ve geride kalmış hâlin küfürle örtüşmesi meselesi! Bu durumun, yani ilahî huzurda olma hâlinin insan açısından ne büyük bir yük olduğu düşünüldüğünde, epifiz bezinden salgılanan DMT’nin de ne büyük bir nimet olduğu çok daha iyi anlaşılmaktadır. Ayrıca, DMT’nin doğum, ölüm, yükseklik ve karanlık gibi ortamlarda daha çok salgılanması ile Rabıta’da gözlerin kapalı olması, Mürşidin alnına odaklanılması, kişinin kendisini ölü hissedip mezarda yattığını ve tekrar dirilip hesaba çekildiğini düşünmesi vs. gibi durumlar, bu mevzuun netleşmesinde önemli karineler olarak ortaya çıkmaktadır.  
“Uykuda görülen suretler” mânâsına Rüyâ’nın, “Rabteden, bağlayan, bitiştiren. Münasebet. Tertib, sıra, düzen, usûl” mânâsına Rabıta’nın ve Terbiye’nin ebced değerlerinin 217 olması ayrıca güzel!

“Namaz müminin miracıdır”(4), hadîsi malumdur. Namazda Allah’a en yakın hâl secde hâlidir. Secde hâli, İbn-i Arabi Hazretleri’nin hareket tasnifi içerisinde nebatat ile ilişkilendirilmektedir. Yani namazda secde hareketi bitkinin hareketini temsil etmektedir. İBDA Mimarı’nın Hakikat-i Ferdiyye isimli eserinden öğrendiğimize göre, maddenin kendi nefsinde hareket kabiliyeti olmadığına işaret eden İbn-i Arabi Hazretleri, namazda kıyamın, yani düz-müstakim hareketin insanın hareketine, rükü’nun, yani ufkî hareketin hayvan hareketine, secdenin, yani menkus-tersine hareketin ise bitkinin hareketine delalet ettiğini söyler.

Sentetik olarak elde edilebildiği gibi, DMT, özellikle bazı bitkilerde çok yoğun olarak bulunmaktadır. Bu arada, DMT’nin bitkiler arasında iletişimi sağlayan bir “dil” olarak değerlendirildiğini de söyleyelim. Namazda secde hâlinin bitkiyi temsil etmesi ve İslâm’ın renginin yeşil olması dikkate alındığında, namazda alnın Allah’a en yakın hâl olan ve miraç ile ilişkilendirilen secdede olduğu düşünüldüğünde, yani genelde namazda, özelde ise secdede Allah ile konuşmanın ne büyük bir yük olduğu hesaba katıldığında, her şeyin aslında nasıl da ilahî bir düzen içerisinde işlediği görülmektedir. Yükü veren Allah, dayanma gücünü veren de yine Allah Azze ve Celle! Allah, taşımayacağı yükü kuluna yüklemez. Yükün altına girip girmemek ise bir iman davasıdır. Yükten kaçınmak ise bir iman zaafiyeti olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun böyle olduğunu İslâm büyüklerinden biliyoruz.

Namazda secde hareketi beden veya vücudun “Vav” şeklini alması hâlidir. Diğer bir bakışla da “Kaf” şeklini. Bu hâl, anne karnındaki cenin şekline de işaret eder. Aynı zamanda secde hali, beden veya vücudun tam beş noktadan toprakla temas hâlinde olduğu hâldir. Bu temas, toprak kelimesinin “Hak” mânâsı bir yana, ilkin, “Şüphesiz biz Allah’tan geldik ve dönüşümüz onadır.” (Bakara, 156) Mutlak Ölçü’sünü hatırlatmaktadır. Fakat daha ziyade ruhu, yani kâmil insanı, dolayısıyla da Fahr-i Kainatı hatırlatmaktadır. Alın, eller, diz veya ayakların yerle temas etmesi yıldızın köşelerine remz gibidir. “Yıldız”ın Allah Resûlü’ne işaret ettiğini İBDA Mimarı’nın Kayan Yıldız Sırrı’ndan biliyoruz.

Namazda secde hâli, hem epifiz bezi ve hem de kuyruk sokumu kemiğinin (us’us veya acb’üz-zeneb, tıb literatüründe ise koksiks) aynı anda Hakk’a yakınlaştırılmasının da sembolize edildiği bir hâldir denilebilir. Diğer bir bakışla da Allah’ın huzurunda nefsin boyun eğdirilişine remzdir. Diğer taraftan, secde hareketi kuyruk sokumu ile epifiz bezi arasında karın bölgesini bir “berzah” olarak ortaya çıkarıyor gözükmektedir. Karın bölgesi veya kemer bölgesinin nefes alıp-verme merkezi olması da bunun diğer bir göstergesi! İBDA Mimarı’nın, “Batn, mide- Bâtın, Berzah” ve “Kemer bölgesi- İçgüdü, aklın öncüsüdür” sözleri hatırda!.. Embriyolojide insan bedeninin yaratılışının başlangıç noktası kuyruk sokumu kemiğidir. İnsanın hareketi olan kıyam hareketinde kuyruk sokumu Hakk’a (yani secde mahalli toprağa) daha yakın iken, secde hareketinde epifiz bezi üzerinden nefs, diğer bir ifadeyle de kula kulluktan kurtulup Hakk’a boyun eğmek mânâsına terbiye olmuş nefs daha yakın durmaktadır. Kuyruk sokumu, karın bölgesi, kalb ve dimağda yuvalanan nefsin secdede müşterek bir hıza teşkil etmesi çok dikkat çekici.

Mühiddin-i Arabî Hazretleri’nin tasnifine göre, insanın hareketi olan ayakta hareket veya kıyam hareketi, insanın hatası yüzünden yeryüzüne fırlatılmışlığına veya uzağa düşürülmüşlüğüne, bitki veya nebatatın hareketi olan secde hareketinin ise, insanın geri dönüşüne veya yakınlığa işaret ettiği söylenebilir mi? Aynı zamanda, balçık veya topraktan yaratılan bedenin tekrardan toprağa iade olunması, ruhun da Allah’tan gelip Allah’a dönüşünü, yâni ruh ve beden olarak Allah’a dönüşünü temsil eden bir durum veya hâlin remzi mi? Ruh ve beden ile birlikte gerçekleştirilen Miraç! “Namaz müminin miracıdır” hadîsi ve namazda secdenin Allah’a en yakın hâl olması hâli!
İslâm’da bilhassa boy abdestinde genze kadar çekilmesi zorunlu suyun ve Allah Resûlü’ne dünyada sevdirilen üç şeyden biri olan güzel kokunun epifiz bezine ne tür bir etki ettiği araştırmaya değer bir mevzudur. Bu, misvak kullanımı için de geçerlidir. Misvak’ın sünnet mânâsının yanında, savaşın kazanılmasında müspet bir etki ettiği Hazret-i Ömer (R.A.) tecrübesi ile sabittir.

“Hazret-i Ömer (R.A.) devrinde İskenderiye muhasara edilmişti. Fakat bir türlü fetih müyesser olmayınca, Hazret-i Ömer’e (R.A.) hâli arz etmişler, o da tedkîkatının neticesinde, askerin misvak kullanmadıklarını öğrenmiş, derhal develere misvak yükleyip yollamış. Asker misvak kullandıktan sonra hemen taarruza geçmiş. Mısırlılar da, mukavemet etmeden teslim olmuşlar.”(5)

Yukarıdaki mevzu, kaynaklarda, Sünnet-i seniyenin terki zaferi te’hîr edebileceği gibi, sünnet-i seniyeye ittibanın derhal zaferi getirebileceğine örnek olarak işlenmiştir.
Not 1: Bir ordunun aynı anda misvak kullandığını ve bu misvak kullanımı sonucunda epifiz bezinden salgılanan DMT gibi hormonal bir salgının salgılandığını düşünelim. Söz konusu salgının nasıl bir bioenerji meydana getirdiği ve meydana gelen bu enerjinin nasıl bir tesir gücünde olduğu havsala dışıdır.
Not 2: Amerika’nın İrak’ı işgalinde, Saddam’ın ordusunun çok kısa bir sürede dağılmış olması ve görünürde hiçbir mukavemet göstermemesi “elekromanyetik dalga” içerikli bir silahın kullanılmış olabileceği ihtimalini akla getirmişti ve bu, günlük gazetelerde haber olarak işlenmişti.
Not 3: Gerek güzel koku koklanması, gerek misvak kullanımı ve gerekse abdest, özellikle de gusül abdestinde suyun genze kadar çekilmesi, kuvvetle muhtemel epifiz bezinde müspet yönde hormonal bir etki meydana getirmektedir. Aynı şekilde, bitkilerde bulunan dimetiltriptamin hormonunun metafizik etkileşim aracı olarak belirdiği düşünülecek olursa, meselâ genelde tütün, özelde ise sigara tütününün de epifiz bezi üzerinde metafizik bir etki bıraktığı düşünülebilir. Çay ve sigaranın beraber içiminde bu etki daha da artıyor olabilir. Tabii bu söylediklerimiz isbata muhtaç faraziyeler. Diğer taraftan, kanserle mücadele ediliyor görüntüsü altında sigara yasağına öncülük eden uluslararası kuruluşların kimler olduğuna bir bakmak gerekiyor. Bunca para getirisi olmasına rağmen, tütün veya sigaranın günümüz dünya düzeni sahiblerini rahatsız eden bir yanı olmalı… Hem sonra, sigaranın yasaklanmasının ardından onun yerine ne konulacak merak ediyorum doğrusu. Metafizik düşünmeyi önleyecek yeni bir alışkanlık mı öngörülüyor acaba? Meselâ içerisine sentetik veya tabii DMT iliştirilmiş yeni bir form!

Hint kültüründe, Kundalini Yoga’daki oturuş şekli, kuyruk sokumu kemiğinin toprak seviyesinde tutulmasına işaret eder. Kundalini Yoga’daki temel duruşun bağdaş oturuş hareketi olduğu hatırlanmalı! Bu oturuş şeklinin kuyruk sokumu kemiğinin özellikleri ile doğrudan ilişkili olduğu pekâlâ söylenebilir. Bu durumda epifiz bezi, çakra/şakraların omurgadaki yerlerini de dikkate alarak, ancak kıyam, yani insanın hareketine yaklaştırılmış olur. Kundalini Yoga’da müstakil olarak amudî harekete yer vermeleri de ayrıca dikkat çekici. Hint mistisizminde geriye dönüş dairevî değil de, sanki düz bir çizgi üzerinden gerçekleştirilmek istenmektedir. Yoga’da 1. Çakra’dan 6. ve 7. Çakra’ya kadar olan noktalar üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmak gerekir.
“Kâmil nefs”e ulaşmak isteyenlere açık adres, Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Marşı’ndan:
“Yürü altın nesli o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git KILAVUZ’un!
Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!” (1938)
 
Dipnotlar:
1)http://okyanusum.com/makale/epifiz-bezinin-tam-olarak-3-goz-oldugunun-kaniti/
2)Salih Mirzabeyoğlu, “Ölüm Odası”, Baran Dergisi, sayı: 518, sh. 16.
3) Vitröz (Göz Peltesi/kolloidal sıvı). Camsı ya da saydam, kolloidal sıvı. Göz yuvarlağının arka kısmını dolduran açık, geçirgen jelimsi maddeden oluşan kısma verilen addır.
4) bk. el-Munavî, Feyzu’l-Kadir, 1/497;  el-Kari, Şerhu’l-Mişkat, 2/523; el-Alusi, 6/361; Razi, 1/226; Suyuti (ve ğayruhu), Şerhu süneni İbn Mace, Keratişi, ts, 1/313; Nizamuddin el-Hasen el-Kummi, en-Neysaburi, Ğaraibu’l-Kur’an ve Reğaibu’l-Furkan, Beyrut, 1416, 1/114. (https://sorularlaislamiyet.com/namaz-mumin-miracidir-ne-demektir)
5)http://sonpeygamber.im/8/2/hzomer-ra

Baran Dergisi 533. Sayı