Hz. Aliyyi’l Mürteza (k.v.) Döneminde
Hz. Osman’ın şehadeti haberi, koca sahabenin kanlı gömleği ile Hz. Muaviye’ye iletildi; bunun üzerine Şam Valisi kısas talebinde bulundu, şöyle ki: Hz. Ali, tüm vilayetlere bey’at almak üzere elçiler yollamış, Şam’dan maada tüm vilayetler bey’at etmiş, Şam Valisi ise gelen elçiyi bir müddet oyalamış ve akabinde üzerinde “Muaviye’den Ali’ye” yazan mühürlü bir mektupla beraber Hz. Ali’ye bir elçi göndermiştir. Elçi Medine’ye varıp mektubu halifeye takdim etmiş, Hz. Ali mektubu açıp boş olduğunu görünce gelen elçiye: “Bu nedir?” diyerek Şam’ın ahvalini sormuş, elçi de “Emin miyim?” demiş, Hz. Ali de “Elçiye zeval yoktur.” buyurmuş ve elçi de: “O tarafta bir kavim bıraktım ki, kısastan başka bir şeye razı olmazlar.” Hz. Ali: “Kısası kimden istiyorlar?” diye sormuş, elçi de “Sizden istiyorlar. Altmış bin ihtiyar bıraktım ki Dımışk Camii minberi üzerine konmuş Hz. Osman’ın kanlı gömleği altında ağlıyorlar.” Dedikten sonra Hazret-i Ali: “Ya Rabbi Osman’ın katlinden beri olduğum sana malumdur.” buyurmuştur. Velhasıl iş o kerteye geldi ki, Hz. Ali, İslâm birliğini tesis için Şam üzerine yürüdü… Elim savaş yaşandı ve birçok sahâbî, tâbiin şehid düştü vesaire… Bu tür olaylardan sürekli olarak bahsetmenin bir lüzumu yok, kaldı ki Efendimiz’in (s.a.v.) ashab hakkında konuşurken dilimizi tutmamızı buyurduklarına dair hadisler varken… Bu olaylarda iki taraf içerisinde bulunan ve fitne ateşini harlayan münafık taifesinin rolünü de bilmek lazımdır. Aslında harladıkları kendi ateşleri ya…

Hz. Osman’ın şehadeti mevzuunda haklı olarak kısas isteyen sahabeden bir grup ve haklı olarak işlerin düzene girmesinden sonra istediklerinin hemen yerine geleceğini vadeden, dolayısıyla kısası erteleyen Hz. Ali içtihad üzere bu kararlara varmışlardır. Nitekim aralarında vuku bulan savaşlar da bu sebeple vuku bulmuştur. Sahabilerin tamamı müçtehid olduklarından, birbirlerini taklit caiz değildir ve müçtehid, içtihadında haklı da olsa, yanılmış da olsa sevap kazanır. Esasında bu mevzu hakkında bizim bir şeyler yazmamıza da gerek yok, zira İslam büyükleri içtihad davasını ve özelde Hz. Ali – Hz. Muaviye arasındaki içtihad davasında kimin haklı olup olmadığı hususunu ne güzel özetlemişler. Mesela: “Hazret-i Ali mutlaka haklı. Hazret-i Muaviye ise haksız değil.” Bütün dava bu. Yine de Cemel, Sıffin vakalarının ayrıntılarını merak edenler olacaktır, onlara din büyüklerimizin şu eserlerini okumalarını tavsiye etmeyi vazife biliriz: Kumandanımızın “Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı”, Üstad’ın (rah.) “Hz. Ali”, “Peygamber Halkası” ve “Doğru Yolun Sapık Kolları” ayrıca Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin (k.s.) Büyük Doğu Yayınlarından çıkan Ashâb-ı Kiram risalesi.

Hazret-i Ali’nin, Şam’a yürümek üzere savaş hazırlığı yaptığını haber alan Hz. Muaviye de savaş hazırlığına girişti. Tam bu esnada Müslümanların birbirine düşmesini ağzı sulanarak izleyen Bizans Kayseri’nin Şam’ı işgal için hazırlığa giriştiğini haber alan Hz. Muaviye, topraklarını kalbura çevirdiği, istediği zaman girip çıktığı Kayser’e şu tehditnameyi göndermiştir: “Eğer Şam üzerine hareket edersen sahibimle, yani Hazret-i Ali ile musalaha ederim ve onun ordusunun öncüsü olarak senin üzerine varırım ve billahi’l kerim pay-i tahtın olan sisli, dumanlı Kostantiniyye şehrini yıkıp yakıp kapkara kömür ederim ve yerden havuç çekilip koparıldığı gibi seni mülkünden çekip çıkarırım ve seni domuz çobanı ederim.” Kayser, domuz çobanlığında gelecek olmadığını gördüğünden olsa gerek, Müslümanların, Kostantiniyye’nin dar boğazlarında belireceği güne kadar yağlı vücudunu tahtına sermiş ve gıkını dahi çıkaramayarak korku içinde beklemeye başlamıştır. Şu olay dahi ashabı kiramın faziletinin ne olduğunu en katı kalpli, en beyinsiz adamın dahi anlamasına kâfi gelir. Zaten bunun da ötesi sapkınlıktan, küfürden olsa gerek.

Sıffin Savaşı’ında, meydana önce gelen Şam birlikleri suyu tutmuş, sonradan gelen hilafet ordusunun su almalarına engel olmaya çalışmışlar, bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Muaviye’ye bir elçi gönderip durumu bildirince, Hz. Muaviye yanındakilere “Kardeşlerimizle suyun arasından çekilin.” diye emir vermiştir. Bazı rivayetlerde de Hz. Ali’nin ordusu su tarafını bir ufak cenk ile elde etmiş, Şam’lılar su isteyince vermemişler ve Hz. Muaviye’nin Hz. Ali’ye elçi göndermesi üzerine Hz. Ali askerlerine Şamlıların su almalarına engel olmamalarını söylemiştir.
Hz. Ali, kendisine isyan eden Hz. Muaviye ve ashabı hakkında sorulan bir suale şöyle cevap vermiştir: “Kardeşlerimiz bize isyan ettiler; ama onlara ne kâfir deriz ne de fasık; çünkü onlar bunu bir yoruma dayanarak yapıyorlar.” bu sözü bildikleri halde, hala sahabeye sövenlere, “sövmem ama sevmem de” diyenlere şaşırmaya gerek yok; zira onlar ayet ve hadislere inansalardı zaten bu yolda olmazlardı.

Yine Hazret-i Ali’nin, Sıffin dönüşü ordusuna hitabında, Hazret-i Muaviye’nin idareciliği hakkında şu övgü dolu sözü vardır: “Ey insanlar! Muaviye’nin emirliğinden hoşlanmamazlık etmeyin. Çünkü siz onu kaybederseniz, insanların kafalarının karpuz gibi omuzlarından yere düştüklerini göreceksiniz.”

Sıffin Savaşı sonrasında, içlerindeki küfür aktif hale geçen Hariciler adında cehennem odunu bir güruh peydahlandı ve Hazret-i Ali’yi çok uğraştırdı. Bu güruh ehli beyte de, ashaba da, hâsılı İslam’a düşman olan bir güruhtur ve bugünkü Vahhabiliğe-Selefiliğe yol veren de bu taifedir. İşte bu cehennem odunları, güya Kur’an’ın hükmü olsun diye Hz. Ali’ye isyan ederler ve dahası Hz. Ali ve Muaviye’yi, hatta onların taraflarını da tekfir ederler. Hazret-i Ali bunları Nehrevan’da kılıçtan geçirmiş, lakin bazı kılıç artığı, beyni sulanmış Havaric aralarında toplantı yapıp Hazret-i Ali’yi, Hz. Muaviye’yi ve Mısır Valisi Amr bin As’ı öldürmeğe karar vermişlerdir. Nitekim işe koyulmuşlar ve Amr ibni Bekir isimli harici, Hazret-i Amr ibnü’l As’ın vekilini o zannederek şehid etmiş, yakalanıp katledilmiştir. Berk ibni Abdullah, Hazret-i Muaviye sabah namazını kıldıracağı esnada kılıcını ona üşürmüş, lakin koca sahabi durumu farkederek geri çekilmiş ve kılıç diz kapağı ile uyluk kemiği arasına isabet etmiştir. Bunun üzerine yakalanan harici bir de sırıtarak “Sana müjdem var, bir arkadaşım da şu vakitte Ali’yi öldürdü.” demiştir, sonra Şam ahalisi bu haricinin kafasını yerinden sökmüştür. Abdurrahman ibni Mülcem isimli lanetli de Hazret-i Ebu Turab’a camide iken pusu kurmuş ve şehid etmiştir. Bunun üzerine İbni Mülcem’i yakalayan cemaat onu Hazret-i Hasan’ın önüne çıkarmış ve harici tıpkı arkadaşı Berk gibi sırıtarak “Ben Kâbe’de Ali ve Muaviye’yi öldürmek üzere and içtim. İzin ver de Muaviye’yi de boğazlayayım ve tekrar gelip sana kendimi teslim edeyim.” diyebilmiş ve Hazret-i Hasan, bu gâvurun kafasını kopararak odun gibi cehennem ateşine yuvarlamıştır.

Hazret-i Muaviye’ye Hazret-i Ali’nin şehadeti haberi ulaşınca çok üzülmüş ve “Ebu Talib’in oğlunun ölümüyle fıkıh ve ilim de gitmiştir…” Hazret-i Muaviye halifeliği zamanında yanına gelen Hz. Ali taraftarı bir sahabiye Hz. Ali’yi sorması üzerine o sahabi Hazret-i Ali’nin şanından, şerefinden bahseden uzun bir konuşma yapmış ve Hz. Muaviye de ağlayarak: “Allah Hasan’ın babasına rahmetiyle muamele buyursun. Allah adına yemin olsun ki, o, senin anlattığın gibiydi.” diyecektir.

Hazret-i Ali 40. senede şehid olmuş ve oğlu, cennet gençlerinin efendilerinden biri olan Hazret-i Hasan halife olmuştur.

Baran Dergisi 524. Sayı