Şah-ı Nakşîbend Hazretleri, velilerin menkıbelerini “Allah’ın ordularından bir ordu” olarak vasıflandırır ve kişiye muavenet ettiğini buyurur. Menkıbe, kişinin hoş ve güzel hareket, söz ve tavırlarıdır. Buradaki “kişi”yle işaret edilenin ise başta Peygamberler, Ashab-ı Kirâm ve evliyaullah olduğu malûm… Kerim zâtların menkıbelerinin toplandığı eserlere “menakıbname” adı verilir ve menakıbnameler Anadolu kültüründe oldukça büyük öneme sahiptir. Nakşîbendî yolunda mühim bilgiler ihtiva eden menakıbnamelerin başında Reşahat, Nefahat, Berekat gibi eserler gelir. Özelde Halidîlik yolunu anlatan eserlerin başında ise Mecdü’t Talid ve Şemsü’ş Şümûs isimli eserler gelmektedir ve Mevlânâ Hâlid Hazretleri ile müridlerinin menkıbelerini havîdir. Ne yazık ki günümüzde pek fazla menakıbname türünde eser verilmemektedir, görünüşe bakılırsa bu türün yerini hatıralar almış ve menakıbnamelerdeki üçüncü şahsın gözleminden “ben merkezli” gözleme kayılmıştır ve genellikle merak edilen şahsın, fikirlerinden ziyade “kışır-posa” dediğimiz kıyafeti aksettirilmiştir; hoş zaten hatıratlarda aksettirilmek istenen tipler dahi isabetli seçilememiştir ya neyse…

Birketü’l Kelimât
2011 senesinde perde ardına geçen Şeyh Asım Ohinî Hazretleri, kendi nisbesi ile anılan Ohin Medresesi’nin matbu eser bırakma geleneği gereği ümmete Birketü’l Kelimât fî Menâkıbi Ba’di’s-Sadat (Bazı Sâdâtın –Seyyidler, Büyükler- Menkıbelerine Dair Kelimeler Havuzu) isimli Arapça menakıb eserini armağan etmiştir. 1990’ların sonuna doğru yazılan eser 2017 senesinde Türkçeye tercüme edilerek basılmıştır. Eserde sırayla Mevlânâ Halid, Seyyid Abdullah Nehrî, Seyyid Taha Hakkarî, Seyyid Sıbgatullah Arvasî, Abdurrahman-ı Tahî, Fethullah Verkanisî, Muhammed Diyaüddin, Muhammed Alaeddin, Mahmud Karakoyî ve Şeyh Takyeddin Hazeratının ve bu büyüklerin halife ve bazı müridlerinin ahvalini ve hikmetli sözlerini, bunların devlet erkânıyla ve birbirleriyle olan münasebetlerini işlemiştir. Eserin son bölümü olan “Zeyl (Ek)” kısmında ise Kürdistan coğrafyasındaki bazı âlimlerden, eserlerinden bahsetmiş ve bazı sâdâtın mektûbatına da yer vermiştir. Asım Efendi Hazretleri, anlattığı şahıslar hakkında oldukça az malûmat vermesine rağmen, bu malûmat dahi siyasetten kılıca, tasavvuftan diğer ilimlere kadar oldukça derin ve ufuk açıcıdır. Zaten bu konulardan enteresan birkaçını fasılalarla yazımızda işleyeceğiz.

Seyyid Taha Hazretlerine “Fedai” Lâkabının Verilmesi
Mevlânâ Halid Hazretleri bir mecliste, Müslümanların başına gelen bir musibet üzerine ayağa kalkarak “Bu musibet karşısında İslâm ümmetine hangi yiğit yardım edecek ve kendini feda edecek?” demiş ve onca müridin arasından Seyyid Taha Hazretleri öne atılmıştır; böylelikle Mevlânâ Halid Hazretleri, kendilerine fedai anlamına gelen “Fedevî” lakabını vermiştir. Halidîlik’in Anadolu’ya girmesiyle ihya edilen başlıca ahvâlden biri de cihad ruhudur. Yukarıda bahsedilen silsiledeki her zâtın mutlaka bir cephede fedai gibi elde silah savaştığı veya muhtelif yollarla Allah’ın askerlerini desteklediği vakidir. Halidîlik ve nâmağlub komutan Sahabî Halid bin Velid Hazretleri (R.A.) arasındaki isim münasebeti ise bu şecaati hissettiren başka bir zevkî husus…

Sigara ve Mescid-i Nebevî
Üstad-ı Âzam Abdurrahman-ı Tahî Hazretleri, sohbet verdiklerinde sigara içmeden yapamazlarmış. Hac için Hicaz’a gittikleri bir seferinde Mescid-i Nebevî’de sohbet verirken dahi bu âdetlerini bırakmamış, mescidde dahi içmişlerdir. Şimdi her biri aynı zamanda âlim de olan Nakşî Şeyhlerinin dahi sigara hususundaki tutumları bu olduğuna göre, sırf nefsini ispat için sigara meselesini sıçrama tahtası gören ve haram diyenleri göremeyenler için tek dileğimiz: Ya Rabbi edeb ver!

Şapkacılar ve Bornozlular!
Şeyh-i Ekber lâkablı Fethullah Verkanisî Hazretleri, bir söğüt ağacı altında talebelere ders verirken yabancı biri yaklaşarak kendini tanıtır ve Mutki’nin Mala Velo aşiretinden olduğunu beyan eder. Şeyh, misafire memleketteki ahvali sorar; bunun üzerine adam köylerindeki yağmadan ve iki büyük aşiret arasındaki kan davasından bahseder, Şeyh Hazretleri epey bir sıkılır ve “Allah sultanımızdan razı olsun! Kendisi zevk-u sefaya dalmış ve vatandaşlar birbirlerini zalimce öldürüp âdeta birbirlerini yiyorlar.” der. Daha sonra ellerini havaya kaldırarak “Bir dua yapacağım, siz de âmin deyin.” diyerek şu duayı okurlar: “Biz sultanlarımızdan razıyız. Onlar nisbeten adildirler. Allah bizi şapka denilen bornozluların emirleri altına sokmasın!” Bu menkıbeyi aktaran mürid, şapkacılar ve bornozlulardan kastın evvela Rus kâfiri olduğunu sandıklarını, fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulunca Şeyh Efendi’nin asıl bu rejimin kurucuları ve yöneticilerini kastettiğini anladıklarını da bilahare ekliyor. Bu arada Şeyh Efendi’nin gösterdiği bu keramet Ulu Hakan II. Abdülhamid Han dönemindedir. Yine Fakih Rüstem isimli müridinin yanında “Ya Rabbi bizi şapka zamanına bırakma!” diye niyazda bulunmuşlardır. Elbette ki burada şapkadan kasıt sadece başa geçirilen Frenk külahı değil; şapka dediğimiz nesne, küfrün baş üstünde tutulmasının remzidir. Nihayetinde sarık ve şapka, insanın insan gibi yaşamasına yol gösteren İslâm ahkâmı ve uydurma Batı kanunları arasındaki farka da delalettir; bu gibi remzî farklılıkları başka şeylere de yayabiliriz… Yoksa günümüzde şapka giymeye zorlayan yok diye yan gelip yatacak değiliz!

Abduşoğlu’nun Şeyh M. Diyaüddin Hazretleri’ni Hastahanede Ziyareti
93 Rus harbinde koluna havan topu isabet etmesiyle gazi olan Nakşî Şeyhi M. Diyaüddin Hazretleri hastahanede yatarken asrın Deccali -daha zabit iken- Şeyh Efendi’yi ziyarete gelmiş. Van Müftüsü Molla Ömer Efendi, Abduşoğlu ile Şeyh Efendi arasında tercümanlık yapmış. Şeyh Efendi müftüye Kürtçe şunları söylemesini istemiştir: “Ben gözlerinde büyük bir liderlik görüyorum. O liderliği elde ettiği zaman İslâm dininin emirlerine dikkat etsin!”

Emir Şeyh Said el-Palevî ve “Hazret”
Kitabın müellifinin babaları ve mürşidi M. Alaeddin Hazretleri’nin bir müridi bir iş için Erzurum’a gider. Gittiği yerde büyük bir kalabalıkla karşılaşır ve bunun ne olduğunu sorar. Palulu Şeyh Said’in geldiğini öğrenir ve elini öpmek için sırasını bekler. Sırası gelince kendini tanıtır ve mürşidinden de bahseder, bunun üzerine Şeyh Said, M. Diyaüddin Hazretleri hakkında şunları söyler: “(…) Oğlu Şeyh Muhammed Diyaüddin Hazret’e gelince; onun hakkında kusur olacak bir şey diyemem. Çünkü savaş başladığı zaman ailesinin erkekleri ile beraber silahlarını aldı ve düşmana karşı celâdet ve cesaretle savaştı. Atılgan, kahraman iki kardeşi de şehid olana kadar savaştılar. Biz ise dağıldık ve düşmandan kaçarak her birimiz kendimizi memleketin bir zaviyesine attık.”

Nihayete Gelirken
Veli kelâmı ile uğraşmakta, kendi hissi çerçevesinde kalacak şekilde herkes muhayyer kılınmıştır, maksat, Kumandanımız’ın Tilki Günlüğü eserinin üçüncü cildinde belirttiği gibi “Ruhaniyet âleminin ihata ettiği eşya plânını tanzim ve ona merdiven kılmak isterken, rahmet bulutlarından fikir yağmuru devşirebilmenin aşısını tutturmak…” olsun. Buna vesile olması açısından ve doğu illerinde İslâm’ın ahvalini hissettirmesi ve Batı illerindeki Müslümanların, Doğu ile koparılan bağı yeniden kurması yönünden ve dahi “Redd-i Mezalim” prensibince Nakşilik ile küfür rejimlerinin asla barışmayacağını hatırlatmakta oldukça mühim olan Birketü’l Kelimât adlı eseri bu kısa yazı ile tanıtırken büyüklerin ruhaniyetine sığınırız. 

Himmetleri üzerimizden eksik olmasın...

Baran Dergisi 632. Sayı