Kasım 1975... Gölge Dergisi'nin çıkışı... Gölge bu ay 18 yaşına girdi. Salih Mirzabeyoğlu yönetiminde Şanlı Gölge... Gölge, müslümanların önünde bir engel gibi duran Menemen korkuluğunu bir vuruşta devirdi; Menemen sendromu bitti... Gölge, müslümanlara militan çizgiyi kazandırdı. "İslâmda kavga var mı?" ilkelliği içerisinde olan cami­aya "Aylık Kavga Dergisi" başlığıyla seslen­di. Müslümanlara ihtilâlci tavır aşıladı. Bu­nun için Gölge Dergisi daha çok ajite edici yayınlar yaptı. Böylece İslâmcı camiada ey­lemci geleneği oluşturdu. O zamanların kamplaşması gereği düzen yanlısı faşistler ile düzen karşıtı marksistler arasında kalan müslümanları düzen yanlılarının saflarından çekip aldı. İslâmcı safları oluşturdu. Aksiyon plânında bu gençliğin ismini de koydu: AKINCILAR... Gölge, Akıncı Gençliğin kur­şun menzili haberleriyle dolu. Böylece, Müslümanların en ufak bir harekete girişince, "Bir şey yapmayalım, Menemen gibi olur" korkusunu yıkıp attı.
GÖLGE'nin çıkışındaki samimiyet ve da­va ahlâkı her şeyin üstünde. Bu soylu ses 1. sayısında çıkış sebebini şöyle açıklıyor: "Dava çilekeşinin" hamurkârlığını yaptığı gençliğe "nerdesin" feryadına aksi seda gibi tekrarlayıcı "nerdesin?" cevabıyla değil; "murad edilenin GÖLGE’si kabul edilebilir­sek burdayız, hedefimiz ASLI gibi olmak­tır."
Büyük Doğu davasının yılmaz kavgacısı Salih Mirzabeyoğlu 1975 yılında Gölge ve­silesiyle dava aşk ve ahlâkını böyle ifade­lendiriyor.
Gölge... Akıncı Gençlik'in düzene başkal­dırısının sesi. Bu başkaldırının öncüsü, şu­urlara alternatif vericisi ve günümüze kadar gelen sesi: "Ve akın başlamıştır. Çağlar üstü Mutlak Fikir’e doğru..." Böyle diyordu Gölge 18 yıl önce...
Günümüzde hala korkaklığı tedbir diye, tavizi taktik diye, uyuşukluğu inanç diye, kavgadan kaçmayı sabır diye yutturmaya çalışanlar olmaktadır. Mart 76 sayılı Gölge'de korkaklığın ihtiyattan, miskinliğin sa­kinlikten, sinir bozukluğunun hassasiyetten ayrılması gerektiği belirtilip, "Sabır; mücadelede direnç..." deniliyor...
"Tek çare, Yeni Nizam, Yeni İnsan" diyen Gölge'de Ak-Genç'in teşkilatlanması desteklenmektedir.
1977 yılı... Yüksek İslâm Enstitüsü'nde boykotları başlatıyoruz. Gölge ile henüz sıcak temasım yok... Okul idaresi düzene kapıkulu öğrenci yetiştirme derdinde. Her şahsiyetli Müslüman gibi boykotu vesile kılıp başkaldırıyı başlatıyoruz. Düzenbaz ve mezhepsiz hocalar kovuluyor, tartaklanıyor ve dövülüyor. Gölge kadrosu okulda ve ya­nımızda, bize destekçi. Gölge ile sıcak temasım bu hareket içinde başlıyor, hareket içinde tanışıyorum.
Boykot vesilesiyle düzene ve işbirlikçisi idareye başkaldırımız müslüman görünümlü düzenbazları çok rahatsız ediyor ve Üskü­dar Din Görevlileri Derneği'nde şu fetva ve­riliyordu: "İslâmda boykot yoktur." Bir gazete bunu 1. sayfada manşetten veriyordu. Bun­lar, şimdi "İslâmda şiddet yoktur" diyen ve kâfirlere yaltaklanan ha­inlerle aynı soydan. Yer ve zaman değişse de hainlikler değişmiyor.
Ne diyordu Gölge: "Sapık Çağa, Yeni Akın"... Ne akın ki, İBDA ve İBDA-C'yi doğurdu. Temmuz 1976 Gölge'den: "Anti-emperyalist mücadele Mutlak Fikir’le olur." Ve Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu o gün ilan ediyor: "Uzlaşmamız mümkün değildir..."
İBDA tarihine bakın!.. O gün de bugün de uzlaştığı görülmemiştir. 'Va hep, ya hiç" diyerek tavizsiz, muvazaa­sız ve tutarlı çizgisini sürdürmüştür. Her türlü zorluk, baskı ve işkenceye rağmen kimse İBDA çizgisinin uzlaşıp taviz verdiğini söyleyemez. "Yiğidi öldür, hakkını ver" de­mişler,.. Salih Mirzabeyoğlu kimseye boyun eğmemiştir. Zaten başka türlü olamazdı, İBDA sistemi kula kulluğu reddeder. İBDA, ancak Yaradana boyun eğer. Tehdit, baskı, bizi bu düzenle uzlaştıramaz...
"Ne uzlaşma, ne teslim, ne hiçlik/Yalnız Mutlak Fikirde Birlik" diyordu Gölge ve hala İBDA aynısını söylüyor ve şu destansı sözü tüttürüyordü 1975’te Salih Mirzabeyoğlu:
“…gemileri yakmışız isteyerek/ mümkünü yok dönüşümüz/ çizgimize GELEN GELSİN…”
Gemiler yakıldığı için şimdi ortada İBDA Hareketi ve kadrosu var...
Gölge II. dönemde hem dergide görevli idim hem de İstanbul Akıncıları 2. Başkanı idim. Gölge elemanları İstanbul Akıncıları yönetimindeydi. Gölge'nin militan çizgisini teşkilatlara vermemizden dolayı İstanbul'da eylem patlaması oluyordu. Gölge'nin öncülüğü sayesinde birçok aksiyoncu gencin ortaya çıkışına vesile olunuyordu.
Fatih Akıncıları ve Metin Yüksel...
Şehidi­niz Metin Yüksel mizacındaki aksiyon çizgisini Gölge ve Akıncı Güç'e tercüman ettirebiliyordu ancak. Mizacında militan ruhu taşıyan Akıncı gençler seslerini bulabiliyorlardı Gölge sayesinde...
1979 yılında Salih Mirzabeyoğlu Akıncı Güç Dergisi'ni çıkarıyor. Akıncı'nın "Güç” olmasına işaret ederken ihtilâlin hem gayesi hem de vasıtası bir dünya görüşüne bağlılığını ilan ediyordu: Büyük Doğu İdeolocyası... Gölge'de daha çok ajitasyona yönelik yayın, Akıncı Güç'te fikir ve eylem birlikteliğine dikkat çekiyordu: "İdeolocya ve İhtilâlin fikrî ve fiilî temelleri atılıyordu. İhtilâl, Devrim Yolu, Aksiyon ve Görev, İdeolojik Eğitim, Siyaset, İhtilâl ve Oluş Tekniği, Teşkilat ve Kadro mevzuları işleniyordu.
Üstad Necip Fazıl, Akıncı Güç'ü bağrına basıyor; "Müjdelerin Müjdesi" yazısıyla kar­şılıyor. Ve Üstadın Akıncı Güç kadrosuna ithaf ettiği "Işık" yazısı Akıncı Güç'ün kapağından verilirken üzerinde de şu şerit atılıyordu: "Doğsun Büyük Doğu Benden Doğarak". Akıncı Güç, çıkışıyla bü­tün sahte dengeleri altüst ediyor, bir patla­ma yapıyordu. Fikirde ve fiilde meydan ye­rini inletiyordu. Şehidler düştükçe saflar ço­ğalıyordu. "Aralık kalmaz bu saflar" diyordu Akıncı Güç... Aralık kalmadı bu saflar. Şehidlerimizle yükseldi bu bayrak "Yükseğe, daha yükseğe, en yükseğe" doğru... İşte Metin Yüksel, işte Erdoğan Tuna, işte Gür­sel Kabadayı, işte Mustafa Sevim ve diğer­leri...
Milli Nizam Partisi kurulduğunda ana nizanname kaleme alınırken Necmettin Er­bakan "Nizamname de ne demek? Dilek­çemize İdeolocya Örgüsü'nü iliştirelim ye­ter" demişti. Fakat yine bu güdücüler elin­deki Milli Selamet Partisi, "Neden Büyük Doğu'dan bahsediyorsunuz?" diye Akıncı Güç'e tavır almaya kalkıyorlardı. Tatlısu Akıncıları MSPde, "güç" olmaya talip Akın­cılar da Akıncı Güç'te kalıyordu. Şevket Kazan Akıncı Güç'e karşı tavır alırken partili gençlere, "ikbal yollarınızı kapamayın, Akıncı Güç'ten uzak durun" diye rüşvet teklif ediyordu. Üstad'ın balmumu adamlar dediği koltuk sevdalısı bu tiplerden ne hayır gelirdi ki? Onları Meclis'e sokan da İslâmcı hareketin gücü değil mi? İslâmcı hareketin bu seviyeye gelme­sinde Üstad Necip Fazıl'ın çok büyük payı var. Allah demenin yasak olduğu devirlerde bu kavgayı yürütmüş, küfür iklimini yumuşatmıştır. Bu rahat ortam üzerine Erbakan geliyor. Erbakan'ı kimse tanımıyordu. Aday olduğu Konya'da bile Üstad Necip Fazıl mi­tinge katılıp onu desteklemiş ye öyle seçil­mişti. Erbakan ve arkadaşları İslâmî renkte bir parti kurduk diyorlar. Yurdun o zamanki 67 vilayetinde şubeler açılıyordu. Halkın İslâma yönelişi, bir susamışlığı vardı. 67 vi­layette şube açılması tamamen kendinden zuhur esprisi ile oluyor. Erbakan ve arka­daşlarının faaliyetleri ile ya da il il gezip teş­kilatlandırmalarıyla değil. 4-5 ay zarfında, tamamen kendinden olan bir olay bu. Bu potansiyel üzerine geldi Selamet Partisi ve 48 milletvekili aldı.
Akıncı Güç döneminden devam edelim. Bu dönemde İKP-C Akıncıları eylemleriyle seslerini duyuruyorlar. İhtilâlci hareket Gölge’den sonra ivme kazanarak kitleselleş­meye başlıyordu. Gölge, bir nevi önsözdü, arkasından muhteva geldi. İKP-C eylemliliği Anadolu'ya yayılıyor, Trabzon Ofta yaylalarda silahlı eğitim kampları ortaya çıkıyor, operasyon­lar yapılıyordu. Akıncı Güç'e göre, İKP-C Örgütü'nün ortaya koyduğu aksiyon, zaten bir ruh muvazenesi belirtmeyen düzenin "denge”sini bozmaktan ziyade Müslümanların hareketsizlik, mızmızlık ve seyircilik duygusunu yıkmaya yönelik olduğunu gös­termektedir. Akıncı Güç'teki İKP-C değer­lendirmesi: "... İKP-C'nin yurdun çeşitli yer­lerinde gösterdiği faaliyetler pratik açıdan "doldurma" ve "dokuma" faaliyetleridir... Kitleyi his ve heyecan yönünden diri tutarak, ihlal edile edile geçersiz hale gelen alanı "doldurma" ve kanun hakimiyetini yitirdiği zaman kanuna bağlı kalmayacak sosyal dayanışma ruhunu "ideolojik' ve "siyasi" şuur olarak "dokuma"..." (Akıncı Güç, Sayı 9, Sayfa 11)
İKP-C'nin yayın organı Huruç şöyle di­yordu: "Bu siyasetin imha hedefleri ise; da­vayı içten karartanlarla, davaya dıştan sal­dıranlar"
12 Eylül öncesi İBDA'nın (Gölge ve Akın­cı Güç) faaliyetlerini iyi incelemek lazım. Çünkü bu aksiyonun tesiri 12 Eylül sonrası­na da sarkıyordu. "Ufukta kopan fırtınanın dalgalarının sahile geç vurması gibi", bu ak­siyonun tesiri 12 Eylül’den sonraki İslâmcı gelişmelerin müsebbibi oluyordu. Yoksa 12 Eylül'den sonraki İslâmcı büyümeyi Kenan Evren'de aramak safdillik olur.
12 Eylül döneminde herkesin davayı falan bırakıp para kazanma hevesine düştüğü demlerde bile Salih Mirzabeyoğlu kendi da­vasını inşa yolları arıyordu. Gönüldaş Ya­yınları ile çaba ve direncini gösteriyordu. Bu arada Necip Fazıl’ın “yeni dostlarım” diye kabul ettiği Rapor 7-11 sayılarındaki "Rapor talimi"ni de unutmayalım. Herkes araziye uymuş, ama İBDA hesabını kollamakta idi. Her şartta İBDA'nın su üs­tünde kalabildiği görülmektedir.
12 Eylül askeri darbesinin ilk aylarında Akıncı Güç operasyonu düzenleniyor. Bu operasyondan dolayı diğer arkadaşlarımla beraber tutuklanıyor ve Samandıra Askeri Kışlası'nda 20 gün ruhî ve fizikî işkencelere maruz kalıyorduk. İslâmcı camiaya aksiyoncu ruhu veren Akıncı Güç'tü ve men­supları içeriye alınıyordu. Akıncı Güç, İKP- C ve İslâmcıların yapmış olma ihtimali olan bütün eylemler bize yıkılmaya çalışıyordu. Çünkü öncü ses Akıncı Güç'tü...
Ve 1984 yılında son ve som halini alıyor­du bu fikir ve aksiyon: İBDA. İBDA Yayınla­rının peşpeşe Salih Mirzabeyoğlu'nun eserlerini basması ve Üstad'ın, "kitaplık çapta görünmelisin" işaretinin gerçekleş­mesi... Sanat eserleriyle de görülüyordu Salih Mirzabeyoğlu. Şah Eser-Kayan Yıldız Sırrı ve diğer eserleri. Salih Mirzabeyoğlu İBDA Hareketine 1986 yılında cepheleşme-bürolaşma esprisini getiriyordu.
1987 yılında Türban olaylarının kıvılcımı olan üniversite önündeki açlık grevi... Bu açlık grevinin önder ismi gönüldaşımız Mustafa Saka hadiseye yön veren İBDA keyfiyetini burada gösteriyor, Milliyet Gazetesi'ne manşet olan bu ey­lem, tüm yurt sathına yayılıyordu... Mustafa Saka, daha sonra Hayrettin Soykan ve Sinami Orhan'la Ak-Doğuş patlamasını ger­çekleştiriyordu. Bu üçlü bir tabanca oluyor ve "Kör Mustafa'yı" kör gözünden vuruyordu Ak-Doğuş'la... Atanın korkuluğu cascavlak ediliyordu Ak-Doğuş tarafından... Noktada Kumandan'ın röportajı geliyordu 1990 yılında… Ak-Doğuş'a birçok dava açılıyor ve sonunda kapatılıyor, Üyeleri zindana giriyor. Bu arada Ak-Zuhur iki dönem çıkarılıyordu.
1986 yılında Tavır Dergisi'ni görüyoruz. Oradaki isimlerden Yaşar Şadoğlu... Daha sonra Karar, Öfke, Oluş, Elif ve Genç Adam dergileri çıkıyor. Genç Adam Ali Hışıroğlu yönetiminde yayınına devam ediyor.
İBDA'cı gençlerin başlattığı Ayasofya gösterileri, Ankara'da meşaleli gösteriler ve operasyonlar... Ankara'da gerçekleştirin Salih Mirzabeyoğlu'nun muhteşem imza günleri... İBDA sanatçısı Yalçın Turgut’un karikatür sergileri...
Ve Körfez Savaşı... 24 Ocak 1991 tarihinde Beyazıt'ta Amerika'yı tel'in gösterisi. İBDA'nın öncü rolü burada kendini gösteri­yor, TC'yi paniğe düşüren şu pankartı açıyordu; "Saddam Sen Oradan, Biz Buradan!"... Bu gösteriden 6 ay önce Cuma Dergisi'ndeki röportajında Salih Mirzabeyoğlu "İslâmcı camia hesaba katılmadan alınan kararlar yanıltıcı olabilir" tehdidinde bulunuyor ve Beyazıt'ta bu gerçekleştiriliyordu. O gün yurdun muhtelif yerlerinde gösteriler oluyor ve Tatvan'da bir şehid veriliyordu.
Olayın haftasında, 1 Şubat 1991'de I. İBDA ve İBDA-C Panik Operasyonu gerçekleşiyor, Salih Mirzabeyoğlu ve 23 gönüldaşımız gözaltına alınıyordu. Taraf dergisinin çıkışı da bu olay üzerine oluyor. Herkesin kaçtığı ya da sesini çıkarmadığı, "İBDA bitti" hayallerine dalanlar olduğu an düşmana tokat, dosta moral oluyordu Taraf çıkışıyla...
İBDA'cılar türlü türlü işkencelerden sonra bir kısmı tutuklanıyor ve 163’ün kalkmasıyla da tahliye oluyorlardı.
TC’nin operasyona geçtiği an İBDA Mimarına dil uzatan İrancı mut'a piçlerine Tarafta gereken cevap verildikten sonra Çemberlitaş'ta da "Küçük Çaldıran" dediğimiz gazada İBDA'cı gençler tarafından bozguna uğratılıyorlardı. Bu itikadî sapıklar daha sonra İBDA-C militanları tarafından bombalanmaktan, kurşunlanmaya kadar paçalarını kurtaramıyorlardı.
İrancılara karşı Çemberlitaş’ta gerçekleşen Küçük Çaldıran gazasından 3 gün sonra Mahmud Efendi'yi ziyarete gittim. Mahmud Efendi bu tarihten tahminen iki sene önceki ziyaretimde bana, "Kâzım, Ehl-i Sünnet için çalışalım” demişti. Ben de cevaben: "Efendim, bizim yolumuz Ehl-i Sünnet yolu..." demiştim. Fakat bu itikad akreplerinin bu kadar yaygın olduklarının da farkında da değildim. Bu olay üzerine ziyarete gitmeye karar verdim ve olanları anlattım. Hoca Efendi bizim cihadımızdan fevkalade memnun oldu. Bize dua etti. "Arkanızdayım" dedi ve gelişmelerden kendisini haberdar etmemi rica etti. Birkaç gün sonra kendisini ziyarete gidip, İrancı ibişlerin hastaneleri doldurduğunu, bir kısmı ağır 40'a yakın yaralı verdiklerini müjdeledim. Bana şunu dedi: "Yavuz diyor ki, bugün, ya­şasaydım yine Şiilerle harbederdim." Ben önce anlayamadım, "Ne zaman, nasıl demiş" gibi anlayışsızlığımı belirttim. Mahmud Efendi bana, “sen ölüleri konuşmaz, duymaz mı zannettin?” diyerek uyanmama vesile oldu. Büyük Sultan'ın zuhuratıyla beni sevindirdi ve moraI verdi. Allah'ın cihad edenlere yardımından bahsetti. Sohbetimiz esnasında Halid Bin Velid ve İslâm büyüklerinden misaller verdi. Cemaatin Ehl-i Bid’ate karşı daha aktif tavır alması için olsa gerek Yavuz Sultan Selim'in yukarıda anlattığım zuhuratını Hocaefendi cami kürsüsünde de söyledi. Arkadaşların anlattığı bu zuhuratla ilgili nakillerine pek inanmayan cemaat de bu sefer koşa koşa arkadaşlara gelip, "Hoca Efendi kürsüde sizin anlattıklarınızı bizzat anlattı.” diye haber veriyorlardı. Hoca Efendi aktif olarak bize destek veriyor. İmam-ı Rabbânînin Şiilikle ilgili 9 dergi sayfası tutan uzun bir mektubunu müridlerine tercüme ettiriyor ve Taraf'ta yayınlanmak üzere bize veriyor, biz de memnuniyetle yayınlıyoruz. Ayrıca Hoca Efendi Ehl-i Bid’ate karşı mücadele için Taraf Dergisi'ni kurslarda dağıttırıyordu.
Ayrıca Adıyaman illerinde bulunan Nak­şi yolu Şeyhlerinden Muhammed Raşid Efendi Hazretleri (Seyda Hazretleri) de İstanbul'daki müridlerine "Tarafla ilgilenin, yardımcı olun" emrini veriyordu.
Fatih Camii'nde cuma eylemleriyle yeni bir sayfa açıyorlardı İBDA'cılar... Bir gösteride Amerika, Fransız bayraklarından önce Ehl-i Bid'at devleti İran'ın bayrağı da yakılıyordu. 92 Ramazan ayında eylem patlaması oluyor, birahaneler yakılıyor, mezhepsizlere karşı Edebiyat fakültesi baskını vs. eylemler oluyordu. İBDA Cephelerinin eylemleri peşi sıra birbirini takip ediyordu.
10 Nisan 1992’de II. İBDA-C Panik Operasyonu geliyordu. TC güçleri panik halindeydi. Aydınlık Gecesi afişlerini asan arkadaşlarımızın civarında havaya kurşun sıka­rak provokasyon gerçekleştiriyordu polis ve yasal afiş asanları toplayıp operasyon baş­latıyordu. Gönüldaşlarımız işkencelerden geçiyor ve bir kısmı tutuklanıyordu. Aynı gece "Aydınlık Savaşçıları” gecesi muhte­şem bir şekilde yapılarak dosta-düşmana gerekli mesajlar veriliyordu: “Dinsiz Devlet Yıkacağız Elbet, Biz Biz Yavuzların Nesli­yiz, İşkenceci Köpekler Hesap Verecek.”
İBDA Cepheleri mantar biter gibi bitiyor­du. Birbirinden bağımsız birçok cephe...
İBDA-C 1 Şubat, İBDA-C İGB (İslâmcı Ge­rilla Birliği), İBDA-C ÜKK (Ülkücü Kısas Kıtaları), İBDA-C ÖNCÜ BİRLİKLER, İBDA-C ŞARK, İBDA-C SEYYAR TİMLER, İBDA-C İRMK (Kürdistan Büyük Doğu Savaşçıları), İBDA-C MOTORİ­ZE BİRLİKLER, İBDA-C İKK (İslâmcı Kısas Kıtaları), İBDA-C DSB (Devrimci Sufi Birlik­leri), İBDA-C SİYAR, İBDA'cı hanımların faaliyeti olan İBDA-C ELİF, İBDA-C GENÇ ADAM, İBDA-C KARAR, İBDA-C KİP ise ayrıca sayabildiklerimiz... Cezaevindeki gönüldaşlarımızın açlık grevleri, ölüm oruçları, DGM'nin molotoflanması ve taşlanması ve mahkemeler... Kıvam Hukuk Bürosu’nun verdiği avukatlık hizmeti, bir Hukuk Bürosu­nun nasıl inşaacı olacağını gösteren bir misal... Cephe zuhurları Anadoluya yayılıyor. Maraş, Bursa, Adapazarı, Muş, Konya, To­kat, Kayseri... vs. Operasyonlar yapılıyor. Hepsinde de "zinciri dişleyen köpek, dişle­diği ile kalıyordu"... Operasyonlar yangına benzinle gitmek gibi bir netice veriyordu ve bilakis mantar gibi cephelerin zuhuruna ve­sile oluyordu.
Zuhur eden cepheler paniği artırıyor ve III. İBDA-C Panik Operasyonuna sebe­biyet veriyordu. 10 Kasım 1992 tarihinde başlatılan operasyon esnasında ben de içeriye alınıyor ve Gayrettepe'deki İşkence Şubesinde arkadaşlarımla birlikte günlerce işkence görüyordum ve basına teşhir edilir­ken de İBDA işareti ellerimiz havada ceva­bımızı veriyorduk: "Ya Şeriat Ya Ölüm!"...
12 kişi tutuklanıyor ve 5 ay Sağmalcılar ve Metris Cezaevlerinde yatıyorduk. Bu arada birçok gönüldaşımız hakkında gıyabi tutuk­luluk kararı çıkartılıyordu.
Ehl-i Sünnet kavgamız Anadoluda yankı buluyor ve Ehl-i Sünnet militanları Anadoludan bu kavgaya katılıyorlardı. Aczmendiler, tasavvuf çevreleri İBDA'nın müttefiki oluyorlardı. Taraf Dergisi’nin her sayısına davalar açılıyor. Onlarca dava için DGM'ler aşındırılıyordu. Hükümete Tarafın kapatıl­ması için soru önergesi dahi veriyordu kök­ten batıcı milletvekilleri...
93 yılı da büyük olaylara gebe oluyor "Teker teker gidiyorlar" başlığına uygun, 24 Ocakta Uğur Mumcu bombalı bir suikastle inanmadığı aleme gidiyordu. Arkasından Eşref Bitlis, Adnan Kahveci, Turgut Özal, Nejat Eczacıbaşı... Yeri doldurulmaz bir şe­kilde TC'yi gözü yaşlı bırakıp gidiyorlardı. İSKİ ve benzeri yolsuzlukları ise Kökten- batıcı lağımı gözler önüne seriyordu.
Ve 2 Temmuz Sivas... Sivas'ın yiğit müslümanları Aziz Nesin vesilesiyle rejime baş- kaldırıyorlardı: "İşgalciler Defolun!.." Ve ya­kılan otelde 37 kişi ölüyordu. Olayların he­men akabinde de polis yargısız infazlara girişiyor ve 30 müslümanı şehid ediyordu... Ve İBDA'nın kuruluş tarihi olan Ağustos ayında İBDA-C'lerden eylem patlaması olu­yor. Anadoluya sıçrayan kıvılcım Adapazarı, Bursa ve Konya operasyonlarına sebebiyet veriyordu.
Ve TC'nin güdümüne girmeden, İslami fayda gözeterek Kürt meselesine İBDA'nın bakışı. Salih Mirzabeyoğlu'nun meseleyi özgün bir şekilde ortaya koyan "Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi" adlı röportajı Kürt meselesine ba­kış açımızı göstermektedir. İBDA, hadisele­rin peşinden değil, önünden giden fikir mih­rakı olduğunu her zaman göstermiştir.
Anadolunun gerçek Kurtuluş Savaşı; İB­DA... İBDA'nın öncülüğünde, işgalcilere karşı anti-emperyalist cephe... “Türkiye Ba­tıya Mezar Olacak!" ve 'Batıcılar Batıya, Tüm İktidar İslâma"
Çığ gibi büyüyen İBDA Hareketinden bazı tarihi kesitler verdim bu yazıda. Bazen şahsi anılar, bazen kronolojik bilgiler olarak... Mu­hakkak noksanlıklar olmuştur. Bunlar benim hissettiklerim, hatırlayabildiklerim... Bu 18 yıl değerlendirmesine Üstadımızın şu şiiriyle son vermek istiyorum:
“Vur kazmayı dağa Ferhat Çoğu gitti azı kaldı!”
 
Taraf Dergisi 33. Sayı 1 Kasım 1993
Güncelleme Tarihi: Mayıs 2013