İslam-Türk mimarisine altın çağını yaşatan, eserleriyle çağlar ötesine hitap eden, hala çözümlenemeyen teknik ve matematik bilgisiyle büyük bir sırdır Mimar Sinan. Sinan’ı yalnızca mimar olarak nitelemek mümkün değildir. Aynı zamanda mühendis, kimyager, asker, devlet adamı gibi birçok unvanlara ve becerilere sahiptir. Mimar Sinan’dan bahsederken genel hükümlerden kaçınmak için eserleri özelinde ayrı ayrı anlatmak lazım çünkü her eser genelde İslam sanatının tevhid ilkesini ortaya koyarken özelde ise farklı farklı amaçlar taşımaktadır. Bundan dolayı Koca Sinan’ı Süleymaniye Camii özelinde anlatmaya çalışacağım.

Süleymaniye Camii için tevatüren söylenmiş rivayet vardır. Kanuni Sultan Süleyman rüyasında Peygamber Efendimiz’i görür. Rüyasında Efendimiz’i takip eden Sultan Süleyman, bugün caminin bulunduğu tepeye gelir. İstanbul’un yedi tepesinden biri olan bu tepe hem Haliç’i hemde Boğaziçi’ni görür.

Peygamber Efendimiz, Sultan Süleyman’a “mihrabı şuraya, minberi buraya” diyerek caminin nasıl inşa edilmesi gerektiğini buyurur.

Kanuni rüyadan uyanır uyanmaz, Mimar Sinan’ı yanına çağırtır ve rüyada gördüğü yere giderler. Sinan’a rüyasından bahsetmeden “Buraya bir cami, bir de külliye inşa edeceğiz” der. Sözünü bitirmeden Sinan söze atılır ve mihrabı şuraya, “Minberi buraya yapalım” der. Söyledikleri karşısında şaşıran Sultan Süleyman “Sinan sen bu işten haberlisin galiba” der. Mimar Sinan ise “Efendim dünkü rüyanızda bende sizin bir adım gerinizden geliyordum” der.

Temele ilk taşı Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin koymasıyla Süleymaniye’nin inşası başlar.

Mimar Sinan kullandığı inşaat tekniğinden hiçbir şekilde bahsetmez. Süleymaniye Camii; 70 hektarlık alan üzerinde 15 farklı yapıdan oluşur. Camiinin ana yapısı 69m x 63m uzunluğunda ve kuzeybatı cephesinde 2.500 metrekarelik avlusu vardır. İkisi 56 m, diğer ikisi 75 m olmak üzere dört minaresi vardır. Ana kubbesi yerden 53 m yüksekliğinde, 27.5 m çapındadır. Camiinin ana kubbesini iki yarım kubbe tamamlıyor ve cami üzerinde toplam 25 adet kubbe bulunuyor.

Asırlar boyunca ayakta kalacak bir yapı için yapılabilecek ilk tercih zemin olmalıdır. Nitekim Sinan da öyle yapmıştır. Günümüzde modern yapıların ortalama ömrü 100-150 yılken Süleymaniye 1557’den bu yana en ufak bir çatlama dahi olmadan hâlâ ayaktadır.

Süleymaniye için İstanbul’un üçüncü tepesi seçilir ve ilk kazma 1550’de vurulur. 108 bin metrekarelik arazide 150 metreye 70 metre ölçülerinde, 6 m derinliğinde bir temel çukuru kazılır. 100 bin tondan fazla toprağın hafriyatını taşımak bir buçuk yıl sürer.

Doğru zemin seçiminde yumuşak zemin olmamasına çok dikkat edilir. Yapıyı ayakta tutan zemindir. Üçüncü tepenin seçilmesinin ana sebeplerinden biri zeminin kayalıklardan oluşmasıdır. Temel çukurunu açtırıp üzerine dev kazıklar çaktırır. Daha sonra üzerine kayalar yığarak iki yıl boyunca toprağı metrekare başına 10-15 tonluk basınca maruz bırakır. Böylece zemini gelecekteki yüzey geriliminden çok daha fazlasıyla güçlendirir. Fay hatlarının gerilimine karşı güçlendirilmiş zemin mukavemetiyle önlem alır.

Mimar Sinan, kazık temel tekniğini kullanır. Kazık temelle üst yapı yükünün tamamını veya bir kısmını zayıf zeminden, derinlerdeki sağlam tabakalara aktarır. Süleymaniye’nin temeline yaklaşık 30 bine yakın kazık çakar. İki yıl bekledikten sonra temel harcını bu kazıklar üzerine atar.

Mimar Sinan düz temel kullanmak yerine, basamaklar halinde genişleyen radye temel kullanır. Böylece yapının zeminle temas ettiği yüzeyi iki katına kadar çıkarır. Cami ana yapısında sadece duvarlar üzerine 36 bin ton yük, metrekare başına 10 tonluk basınç yapması gerekirken Sinan kullandığı temelle bu yükü 5 tona kadar düşürür. Kullandığı temelle yapının zemine daha hafif oturmasını sağlamıştır.

Klâsik Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde yapıların temel dolgu malzemesi Horasan harcıdır. Horasan harcı baskı altında sertleşir, sallantıda ise esnek hareket gösterir. Mimar Sinan, Horasan harcını Süleymaniye Camii'nin inşasında kullanır.

Horasan harcı şu bileşenlerden oluşur: Kil, kum, kireç, su, karbonlaşmayı sağlamak için süt, peynir, yün ve yumurta akı. Mimar Sinan protein miktarını artırmak için deve kuşu yumurtası akı kullanır.

Roma betonu olarak bilinen volkan tüfünden yapılan harcı da bilen Mimar Sinan, Anadolu’da bulunmayan volkan tüfü yerine dayanımı hat safhaya çıkaran soğan kullanır. Betondan daha sağlam ve tamamen organik bir harç hazırlar. Soğan, malzemenin kopmadan önce çekme gerilimi altında plastik deformasyonu sürdürebilme derecesini arttırır.

Deprem anında hacıyatmaz gibi davranma kabiliyeti sağlar. Hacıyatmazın dip ağırlığı, toplam ağırlığın neredeyse yüzde 80’ini oluşturur. Böylece hacıyatmazın dip kısmı daha ağır basar ve daha hafif olan baş kısmı yukarı doğru hareket eder. Deprem kuvvetlerine karşı sağlam mukavemet ve hafif yapı ile tedbir alınabilir.

Zemini hallettikten sonra sıra diğer büyük sorun olan korozyona gelir. Korozyon; yağmur veya yer altı sularının temeli çürütmesidir. Bu problemi aşmak için Mimar Sinan, Süleymaniye’nin altına tünel ve direnaj hattı kurarak zeminde biriken suyu yapıdan uzaklaştırır. (Bu sistem halen vardır ve hiçbir deformasyona uğramamıştır.) Bu tünellerde toplanan su önce külliye içindeki bir havuzda toplanır. Daha sonra Haliç’e direnaj edilir. Tünellerin içinde hava sirkülasyonu olduğu için haşereler barınamaz.

Ayasofya ile Süleymaniye’nin plan şeması neredeyse birebir aynıdır.

Ayasofya 96m x 66m dikdörtgen yapı dev bir haç şekliyle tasarlanır. Tarihte ilk kez ana kubbeyi, iki yarım kubbe üzerine oturtmaya karar verirler. Böylece yapının iç hacmini iki katına çıkarırlar. Plan kusursuz görünür ve tamamen deneyseldir. Hesaplamalara dayanmayan Ayasofya’nın kubbesi inşa edildikten sonra kayar ve çatlaklar oluşturur. Bugünkü yumurta şeklini alır kubbe.

Ayasofyada 4 tane fil ayağının üzerine oturmuş bir ana kubbe, bunu destekleyen 2 yarım kubbe ve onun etrafında oluşan 4 küçük kubbeden oluşuyor. Ve yanlarda fil ayaklarının arkalarında destekleyici taşıyıcılar bulunuyor. Aynı mantık Süleymaniye’de de vardır. Ana kubbe, yarım kubbeler ve onu destekleyen 4 küçük kubbe vardır.

Ayasofya’da dikdörtgen plan şeması varken Süleymaniye’de kare plan şeması görülür. Ayasofya’nın üç tarafı revaklarla çevrilidir. (Modern mimaride revaklara galeri deniliyor.) Süleymaniye camiinin iç avlusu da revaklarla çevrilidir. İki mabet için taşıyıcı sistem ve iç mekân kurgusu birebir benzerlik gösterir.

Süleymaniye’nin duvarları için doğal taşlardan kurşun kenet sistemini kullanır. Birbirine kenetlenecek olan iki taş aynı hizaya getirilir ve üzerlerinde iki delik açılır. Bir adet metal eleman bu taşları birbirine kenetleyecek şekilde yerleştirilir. Daha sonra taşta boş kalan kısımlara kurşun eritilerek dökülür. Deprem anında taşlara hareket kazandırır. Betonarme yapılarda bu elastikiyet kazanılamaz çünkü beton yapılar hareket ettiğinde çatlamalar ve kırıklar görülür.

Yığma taştan yapılan Süleymaniye anti sismik bir davranış gösterir. Tokyo’daki gökdelenlerde kullanılan hareketli eklemler 500 yıl evvel Mimar Sinan tarafından kullanılmıştı.

Mimar Sinan inşa ettiği bazı yapılarda statiği kontrol etmek için dönel sütunlar kullanmıştı. Üsküdar’daki Şemsi Paşa Camii’nde olduğu gibi…

Süleymaniye’nin minareleri hiçbir çelik konstrüksiyon kullanılmadan yığma taş ile yapılmıştır. 21. yy teknolojisiyle inşa edilse Süleymaniye’nin 75 metrelik minareleri 13 cm esneyebilecekken, 500 sene evvel çelik ve çimento kullanmadan 45 cm esneme kabiliyetini yakalayabiliyor. İstanbul depremlerinden hiçbir çatlama dahi almamasını esneklik kabiliyetine borçludur Süleymaniye.

Süleymaniye’de ana kubbe, iki yarım kubbe üzerine oturtulmuştur. 9 m uzunluğunda ve 32 ton ağırlığında 4 sütun kullanılır ve bu şekilde yapının iskeleti oluşturulur. Yapının toplam ağırlığı 68 bin ton ve fil ayaklarına 8 bin ton ağırlığında basınç düşer. Geriye kalan 36 bin ton dış duvarlara dağıtılarak yapının taşıyıcı sistemi oluşturulur. Burada ana unsur fil ayaklarıdır. Yığma taş binada taşıyıcı eleman bulunmadığı için statik yapı elemanlarının kendisidir. Bundan dolayı Ayasofya’da olduğu gibi fil ayakları payandalar ile desteklenir. Payandalar fil ayakları gelen yükü eşit olarak paylaşır.

Bu kadar benzerliğin çok olmasından dolayı “Mimar Sinan Süleymaniye’yi inşa ederken Ayasofya’yı kopyalamış” söylentileri yayılır. Benzer yönlerinin olduğunu söylemiştik fakat Süleymaniye nevi şahsına münhasır bir yapıdır ve eşsizdir. Koca Sinan adeta “Ayasofya öyle taklit edilmez, böyle taklit edilir” deyip 1580’de Kılıç Ali Paşa Camii’ni inşa eder. Kılıç Ali Paşa, Ayasofya’nın birebir aynısıdır. Projelerindeki apsis kısmı bile aynıdır.

Yapılar büyüdükçe, kubbe de büyüyecektir. Çap ne kadar büyük olursa daire de o kadar büyük olur. Bundan dolayı 1396’da inşa edilen Bursa Ulu Camii tek kubbe ile kapatılamamış ve 25 adet kubbe ile kapatılmıştır. Süleymaniye’nin kubbesi, Bursa Ulu Camii’nin kubbesinden daha büyük olmasına rağmen Mimar Sinan Süleymaniye’yi tek bir kubbe ile kapatmıştır. Mimar Sinan bunu nasıl başarabilmiştir? Mimarlık tarihçileri bu yüzden Mimar Sinan’ın matematikte kullanılan dört işlemin yanı sıra beşinci bir işlem geliştir”diğini iddia ederler. Sinan devrinde matematik günümüzde olduğu gibi de gelişmemiştir. Mimar Sinan 13 bilinmeyenli denklemi çözüp uçan kubbe tasarımı olan pandantifleri geliştirmiştir. Pandantifler, ana kubbenin yükünü taşıyıcı sütunlara indiren üçgen köşelerdir fakat bu üçgenin tüm kenarları daireseldir. Kubbe ile aynı eğilime sahiptir. Bu yüzden iki boyutlu bir zeminde tasarlanamaz. Sinan döneminde basit integral hesaplaması bilinmiyordu. Oysaki pandantiflerin alanı integral hesabı ile bulunabilir. Mimar Sinan’ın geliştirdiği işlemin integral olduğu düşünülüyor.

Mimar Sinan ve eserleri hâlâ sırlarını koruyor. Hepsi yeniden keşfedilmeyi bekliyor. 500 sene evvel yapılan yapılar hâlâ ayaktayken daha 50 yılını bile doldurmayan yapılar neden çatlıyor veya yıkılıyor? Günümüz tekniğiyle, teknolojisiyle, malzemesiyle bırakın Mimar Sinan’ı aşmayı onun eserlerinin yanına dahi yaklaşamayan yapılar inşa ediliyor.

Aylık Baran Dergisi 11. Sayı Ocak 2023