TEK YOL İSLÂM’dır ve EHL-İ SÜNNET bunun cemaat ifâdesidir. Yâni İslâm’ın ayrı bir fırkası değildir, fırkalardan bir fırka da değildir. Sünnîlik, adından da anlaşılacağı üzere, bid’at –ayrılık fırkalarına karşı sünnete bağlılığa vurgu yapan İslâm’ın kendisidir. Hak Yol İslâm’ın öbür adı Sünnîlik olup ve onun Dört Hak Mezhebi vardır.

İslâm olana mümin de deneceği, Müslüman da deneceği, muvahhit de denebileceği gibi bir isimlendirmedir “Sünnîlik”…

Neden mi “Sünnilik” denmiş? İslâm’da ayrılık fırkalarını belirtmek, Hak Yol’a vurgu yapmak için. İslâm içine sokulmak istenenler anlaşılsın diye “Ehl-i Sünnet” ve  “Ehl-i Bid’at” diye tefrik edilmiş. Kısaca doğru yoldan sapanları deşifre etmek için. Ulemâ çok da doğru yapmış. İslâm binasını böylece  içteki sapıklıklardan korumuşlar, onları isimlendirerek, damgalayarak içeriye karışmalarını önlemişlerdir. Doğru Yol Ölçüleri’ni billurlaştırarak olduğu gibi çerçevelemişlerdir. Bu açıdan bakıldığında yürürlükte kalan dört hak mezhep (Hanifîlik, Şafîlik, Hanbelîlik, Malikîlik) aralarında sadece teferruatta ayrılık olan, asılda ise bir (EHL-İ SÜNNET – EHL-İ İSLÂM) olan yoldur.

Allah Resûlü’nün; “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri kurtuluşta, diğerleri ateştedir” hadisindeki Kurtuluş Yolu’nu (Fırka-i Naciye) belirten yolun ismidir “Sünnet ve Cemaat Ehli” tâbiri. Doğru Yol’dan ayrılan kollar da “İslâm” diyor ya, fark belli olsun, sapıklıkları açık edilsin, kirli su temiz suya karışmasın diye “Sünnîlik” denmiş. Yoksa “İslâm’ın iki kolu, biri Şiîlik, diğeri Sünnîlik” şeklindeki anlayış tamamen cehâlet ve dalalettir. “Ne Sünnî” demek ise, “Ne İslâm” demekle eşanlama çıkar; Müslümanların buna çok dikkat etmeleri gerekir. Bu kafa yapısı sünneti inkâra çıkar. Kuru akılla gidip, “sadece Kur’andan yapacağız!”  diyen mealci-kaynakçı güruhun sapkınlıklarına dikkat etmek gerek!

“Ne Şiîyim, ne Sünnî” diyenlere şunlar sorulmalıdır: O zaman sen nesin? Renksiz, kimliksiz, ortada dolaşan, trafikçilik yapan biri mi, yoksa başka bir şey mi? “Ne Selefîyim” neden demiyorsun? İbn Teymiyyeci Afganî ve Abduh çizgisini mi savunuyorsun?

Sünnîlikle Şiîliğin önemli farklarına temas edelim. Allah’ın Kur’anında “Yar-ı Gar-Mağara Arkadaşı” dediği Sıddık lakaplı Hz. Ebubekir’i tüm Müslümanlar sever ve sayar. Ancak Şiîler-Rafizîler “zalim, gasıp” derler. Yine devam edelim: Allah Resulü’nün “Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer’e tâbi olun!” buyurduğu Adalet Timsali Hz. Ömer’i de tüm Müslümanlar sever. Ancak Şiîlerin işi gücü en büyük iki halifeye ve sahabilere dil uzatmaktır. Allah Kur’anında 1,5 sayfayla Hz. Aişe’yi beraat ettirirken Şiîler-Rafizîler (burada rahatlıkla kafir denir çünkü ayet var) Hz. Aişe’ye ağza alınmayacak küfürler ederler. Hz. Aişe’nin Allah Resulü’nün temiz eşi olduğuna tüm Müslümanlar inanırlar. Ancak içinde ukde olan Şiiler hariç.
Sünnî Müslümanlar abdest alırken ayaklarını yıkarlar. Şiîler yıkamaz ve ayak üzerine mest almakla yetinirler. Şiîlikte olan “muta nikahı” gibi iğrenç şeyleri ve diğerlerini saymıyorum. 

İran, tarih boyunca ve bugün de İslâm’a ihanetten başka bir şey yapmamıştır, çünkü varlık sebebi olan Şiîlik-Rafizîlik bu psikolojide sapık bir koldur. Bu açıdan bizdeki alevîlere benzer, yâni psikolojileri yakındır, uygulamaları farklıdır. İran (şiîlik), tarih boyunca ne ise bugün de odur. Sünnî gelenekten gelenSaddam Hüseyin’in Amerika tarafından idamında Şiîlerin gösterdikleri korkak ve işbirlikçitavır, bu gerçeği bir daha gözler önüne sermiş oldu. Amerika’ya direnen ve savaşan Saddam Hüseyin olmasına rağmen hainlik yapan ve Amerika’ya tek kurşun atmayan Şiîler ve Şiî İran olmuştur. İçlerindeki Sünnî nefretinden ve hain mizaçlarından doğan bir durum. İslâm ülkelerindeki bir çok gazete “İslâm’ın ve Arapların en büyük düşmanı Şiîlerdir” diye manşet atmıştır Şiîlerin bu ihânet ve alçaklığı üzerine…

Tarih boyunca Şiîler (İran) İslâm’a hizmet edici hiçbir iş yapmamıştır.Gaza devleti Osmanlı Batı ile harbederken onu arkadan vurmak için (bugün tıpkı Amerika ile harbeden Irak’a yaptıkları gibi) hem Batı ile işbirliği yapmış ve hem de Anadolu’da fitne ve karışıklıklar çıkarmışlar ve bu fitne tehlikesini gören cennetmekân Halife Yavuz Sultan Selim tarafından ÇALDIRAN ovasında kılıçtan geçirilmişlerdir. Bu arada Safevî-Şiîlere yardım eden bizdeki işbirlikçi-hain alevîler de tasfiye edilmiştir. Alevî kitle değil, düşmanla işbirliği yapanlar temizlenmiştir.

Osmanlı Batı ile harbederken, İran, Venediklilerle işbirliği yapıyordu. Bugün, İran devlet başkanı Ahmedinecad’ın “Amerika’ya direnmesine” fazla aldanmayın. Malum ve meşhur şiî tavrıdır, önce biraz yaygara kopartırlar ve sonra ihânet mizaçları üzerine dönerler. Kumandan Mirzabeyoğlu’nun şu tesbiti işi özetidir: “İran Müslümanların Yahudileridir”. Şiîler için “hâlis münafık” da diyebiliriz. Zira şeriata ve Allah Resûlü’ne tam taslimiyette içlerinde ukde vardır. Allah Resûlü’nün yakın sahabilerine bu kadar dil uzatmak Hz. Peygamber’e kuşku ve güvensizlik demektir. 

Şiîlik tıpkı Yahudilik gibi, bilip de inanmamanın, bile bile pislik yapmanın yoludur. Yahudileri hatırlayın, Kureyş’ten Peygamber çıktığını öğrenince; “Eyvah peygamberlik İsrailoğullarından gitti!” diye tepki göstermişler ve bu sözlerinde görüldüğü üzere, peygamber olduğunu bile bile Allah Resulü’ne karşı gelmişlerdir. “İran, Müslümanların Yahudileridir” tesbiti bu açıdan da çok mânâlı. Hem Kur’an’a inandığını söylüyor, hem de Kur’an’da 1,5 sayfa geçen Hz. Aişe’nin beraetine inanmıyor, “Yâr-ı Gar”a inanmıyor. Allah Resûlü’nün mütevâtir sözlerine inanmıyor. Ayet ve mütevâtir hadisleri inkâr küfürdür; bu açıdan Şiîler doğru olduğunu bile bile tıpkı Yahudiler gibi, ırkî taassupla (Farisî ırkçılığıyla) hakikati reddediyorlar. Meselâ Türkler, İslâmiyet’e önce direnmişler, fakat sonra gönülden kabul etmişlerdir. Türkler, Farslar gibi münafık bir tavır göstermemişler. Onun için tarih sayfalarına şanlı bir medeniyet, yüce gönüllü bir fazilet serebilmişlerdir. “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz.” Böyle bir kavim hangi Müslüman kavim olsa sevilir zaten. Bu medeniyette payı olan diğer kavimleri de (başta Araplar, Kürtler, Çerkezler vs.) anmak yerinde olur.

Hicrî XV. İslâm asrında şunu vurgulayalım ki, içte birlik olmadan dışta başarı zordur ve içteki pislikleri temizlemek zarurettir. Tıpkı Sokullu’nun savaşa gitmeden önce ordu içindeki pislikleri ayıklaması gibi. Demek ki, XV. İslâm asrının savaş konseptinde Müslümanlarla münafıklar arası iç savaş önemlidir. Bu savaşa, başta Şiîler olmak üzere Amerikancı ılımlı İslâmcıları, Fettoş gibileri ve diğer mürtedleri katabiliriz. Ve ortalığı “Zalim Saddam!” edebiyatıyla bulandırıp, Amerika’nın ekmeğine yağ sürenleri de. Bu tiplerin siyasî duruşları hep küfre hizmet edici. Selefî-Vehhabî çizgisinde bir İngiliz projesi olduğunu da hatırlatalım.

İşbirlikçi Pakistan askerleriyle savaşan ve onları geri püskürten Vezirî Kabilesi’nin lideri Hacı Ömer, Vakit’in Dış Haberler Muhabiri Adem Özköse’ye şöyle diyor: “Taliban’ın özellikle İslâm dünyasında kötü olarak tanınmasının en büyük sebebi İran’ın mezhepçilik yapmasıdır. İran, Taliban’a Hanefî olması nedeniyle iyi  bakmadı. Elindeki imkânları kullanarak Taliban’ı Müslümanlara kötü gösterdi. İran’dan artık mezhepçiliği bırakmasını, bütün Müslümanları kardeş olarak görmesini istiyoruz.”

İrancı ağızlar kullanan, İslâm’ın Kurtuluş Yolu Sünnîliğe ve İslâm’ın bâtını tasavvufa dil uzatan ahmak, cahil ve işbirlikçilere dikkat! İslâm’ın en büyük düşmanı, İslâm içinde görülen ya da doğru bir ifâdeyle gösterilen bu fırkalardır. Çünkü bu sapık fırka ve anlayışlar içten bozucudur, onun için dıştan saldırandan daha büyük tehlikedir. Dıştan saldıranın düşmanlığı açıktır, ona göre tedbir alırsın, ama içten savunmasızsın! 

Sünnî anlayışımızı korumak ve yürütmek ayrı ve önemli bir dâva. “Diyalektik, kendi zıddını dışarıda bırakmanın sanatıdır” mânâsınca, “BD-İBDA İslâm’a Muhatap Anlayışı” da, bid’at yollarını dışta bırakan, sünnet yolunu temsil eden bir dünya görüşüdür. Allah Resûlü’nün kum tepelerine çizdiği dosdoğru yolun günümüze eklenen halkası olarak bir remzidir. İslâm’a Muhatap Anlayış olmadan da Sünnîliği yürütmenin zor olduğunu, eşya ve hâdiselere yorum getirmekte, sistemden hareketle siyasî bir çizgi oluşturmakta zorlanılacağını, daha doğrusu mümkün olmadığını belirtelim. Asrımızdaki İslâm diyalektiğini bilmeden, İslâmcı mücadele ve Doğru Yol anlayışı nasıl yürütülsün? Nasıl Sünnî olunsun?

İslâm dini, Araplar ve Türkler ve diğer kavimler eliyle yayılmıştır, fakat Farîsilerin eliyle yayılmamıştır. Çünkü Farisîlerin işi gücü Ehl-i Sünnet düşmanlığı... Farisîler Ehl-i Sünnet Müslüman kitleyi “kâfir” olarak görür (Şiî Humeyni’nin kitaplarında da bu görülür) ve camilerimiz de düşman hedefi kabul edildiğinden (Irak’ta camilere saldırmalarının sebebi budur) devamlı Müslümanlarla uğraşırlar. Saddam, İsrail’e füze gönderir, İran’dan ses yok! Saddam Filistin dâvasının yanındadır her zaman, İran ancak Şiîlik yönü itibariyle Hizbullah’a yardım eder. Amerika körfezdedir, Sünnî Irak’la savaşır, Şiî İran kemik kapma peşindedir. Aynı İran Afganistan’da da İslâmcı grupları bölmeye çalışmıştır ve oradaki mücadeleyi zaafa uğratmıştır. 
Amerika’nın astığı şehit Saddam’a “tetikçi” ve “tavuk” derken Şiî Humeyni’ye de “İmam Humeynî” diyebilen Yeni Şafak’tan Hakan Albayrak ise Türkiye’deki “Çaldıran Lobisi”nden rahatsızlığını dile getirmektedir. Bunlar “ne Şiî, ne Sünnî” derken (zaten böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır, yukarıda izâh ettik), aslında İslâm’ın Kurtuluş Yolu Sünnet ve Cemaat Ehline kinlerini kusmaktalar. Zâten Şiî İran’ın da böyle bir projesi vardı, mezhepleri yakınlaştırma ayağına Sünnîlikten boşaltma ve akabinde Şiî Humeyni’ye biat ettirme. Birçok İslâmcı yazar-çizeri İran’a davetleri de bu amaçlıdır.

Şunu da belirtelim ki, “mezheplere gerek yok!” diyen de bir fikri savunmakta, bu da “mezhepsizlik mezhebi” olarak ayrı bir yol-mezhep olmaktadır. “Benim mezhebim-yolum olmayacak” demek eşyanın tabiatına aykırı, Budist de “hiççilik” olarak bir yola sahip aslında. 

Söz konusu yazarın kendi hayal kırıklığının ifâdesi olan şu tesbiti bile, “ne Şiî, ne Sünnî” tezinin saçmalığını gösteriyor: “Saddam’ın devrildiği günlerde bir ağızdan “La şiîyye la sünnîyye, vahde vahde İslâmiyye” (Ne Şiî, ne Sünnî; İslâm Birliği) diye haykırarak fitneye karşı uyanık oldukları intibaını uyandıran Iraklı kardeşlerimiz, ne yazık ki sonradan fitnenin sonsuz çarkına kapılarak hepimizi hayal kırıklığına uğrattılar.”

“Zalim Saddam” propagandası İran (Şiî) menşeli. Çünkü Irak bölgede İran’ın en büyük rakibi ve Saddam Hüseyin Sünnî bir aileden gelmektedir. Şii Humeyni Irak-İran Savaşı’nı “VIII. Şii-Sünnî Savaşı” olarak niteler. . Bizdeki “Zalim Saddam!”cılara gelince, bunlar daha önce Suud’tan gelen para ve yayınlarla “vehhabî” fikirlerin propagandasını yapıyorlardı, daha sonra Şiî devrimiyle İran’dan gelen para ve kitaplarla “İrancılık” propagandasına döndüler. Bunlar böyle dönüp duruyorlar, ama onların sabit bir noktalarını söyleyeyim de bu iblislere haksızlık etmeyelim: Dün de, bugün de Doğru Yol Anlayışı İBDA’ya düşman olmaları… İbiş-münkirlerin bu düşmanlığından dolayı Allah’a şükrederiz!

Saddam Hüseyin’in, tabii hataları vardır. Türkmenlere yaptığı, Baas partisinin katı milliyetçiliği ve savaşlarda sivillere verilen zararlar. Amerikan ve İran güdümlü Kürtlerin öldürülmesi ise savaşın gereğidir. Ama savaş hukukuna uymayan şeyleri hiçbir taraf adına kabul edemeyiz. Aslında bunları söylemeye bile gerek yok: Saddam Hüseyin,  İsrail’e attığı Scud füzeleri önemlidir. Saddam Hüseyin Arap şovenistidir ancak ABD ile savaşında yanında olmak gerekir ve ABD tarafından İslâm âlemine gözdağı için bir Kurban Bayramı günü hayatına son verilmiştir. Allah rahmet etsin deriz ve ölüm şekliyle “şehid” olduğunu ifade ederiz. İBDA hareketinin tâ 25 Ocak 1991 tarihinde 1.Körfez Savaşı esnasında meşhur Beyazıt Meydanı’ndaki Cuma gösterisinde açtığı şu pankartın haklılığı bugün daha derinden ortaya çıkmaktadır: “Saddam sen oradan! Biz buradan!” Bunu o gün anlamakta zorlananlar bâri gelinen noktada bugün anlasın! Osmanlı yıkıldı İslâm (Sünnî) âlemi başsız kaldı. İnşallah bu bayrak düştüğü yerden kalkar ve İslam âlemi başsız kalmaz. Necip Fazıl’ın bu tesbiti, İBDA kadrosuyla gerçekleşecek inşallah.  
 
Baran Dergisi 1. Sayı (11 Ocak 2007)


Güncelleme tarihi: Mayıs 2013