Geçtiğimiz hafta Cuma günü, “Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi”nin uygulandığı lise ve orta okullarda hafızlıklarını tamamlayan 136 öğrenci için Ayasofya’da düzenlenen icazet töreninde, Reîsü’l-Kurrâ (icazet törenini idare eden kişi) vekili Mustafa Demirkan, “Bu ve bu gibi mabetler, mabet olarak devam edilmesi için inşa edilmiş, hediye edilmiş. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içerisinde bu mabed-i şeriften Ezan-ı Muhammedi, namaz, her şey yasak olarak müze haline çevrildi. Kitab-i ezelinde buyuruyorsun… Onlardan daha zalim, daha kafir kim olabilir. Ya Rabbi, o zihniyetin bir daha bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma Ya Rabb.” dedi. 

Ayasofya’nın müzeye çevrilmesiyle ilgili kararname Mustafa Kemal tarafından imzalandığı, bu konuşmada Bakara suresinin 114. ayetine atıfla camiyi kapatanlar hakkında zalim ve kâfir sıfatları anıldığı için, inançsızlar ile gizli inançsızlar kudurdu. CHP’liler başta olmak üzere, laik dinsiz düzenin bekası için mücadele eden seküler Kemalist kesim adalet sarayları önünde suç duyurusunda bulunmak için sıraya girerken, gizli inançsız takımından ise mevzi korumak için bile olsa “tık” çıkmadı. 

Bir tek Ak Parti’nin nefret objelerinden olan Ömer Çelik tuzluğunu kapıp koşa koşa geldi ve Allah demeyi yasaklayan düzenin banisini, cami ve mescitlerin düşman tehdidinden kurtarıcısı ilân etmek suretiyle milletimizin kendisine yönelik öfkesinde ne kadar da haklı olduğunu bir kez daha ikrar etti.

Beddua ve Lanetlenme Hadisesine Adlî Soruşturma

Ayasofya kapalıyken de sıkça gündeme gelen Fatih Sultan Mehmed Han’ın Ayasofya Vakfiyesi’ndeki beddua ve Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de mescit ve camileri kapatanlara yönelik kelâmı sürekli olarak tartışılıyor. Oysa ki biz burada kaskatı bir vakıa olduğu ve bunun da meşhur “maddî” ve “bilimsel” gerekçeler dolayısıyla tartışmaya kapalı olduğu kanaatindeyiz. 

Fetih Sultan Mehmet Han’ın mevzu bahis vakfiyesi şöyle diyor:

"Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse, vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse, vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfı bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haram işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikab eylemiş olur. Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”

Yukarıda bir bölümüne yer verdiğimiz, Fatih Sultan Mehmed'e ait 1462 tarihli ve 65 metre uzunluğundaki ceylan derisi üzerine yazılmış Ayasofya Camii'nin Arapça Vakfiyesi, orijinal haliyle duruyor. 

Kur’an-ı Kerim de nice sapkının tahrif etme çabasına rağmen hâlen Allah tarafından muhafaza edilen aslıyla mahfuz. 

Yâni ne vakfiye ne de Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetleri sır değil. 

Buna karşılık, Mustafa Kemal, içinde bulunduğu cemiyet dolayısıyla Allah kelâmını ve o günlerde gündeme gelmesi hasebiyle Fatih Sultan Mehmed Han’ın bedduasını bile bile gidiyor ve Ayasofya’yı müzeye çeviren kararnameyi imzalıyor. Yâni bu imzayı atarak hem Allah’ın zalim ve kâfir hitabı ile lânetini kabul ediyor hem de Fatih’in bedduasını seve seve üstüne alıyor.

Bir tarafta Kur’an-ı Kerim ve tuğralı vakfiye, diğer tarafta Mustafa Kemal imzalı kararname. Kriminoloji de denen adlî bilim nazarından hadiseye yanaşacak olursak, gerek ayet-i kerimelerdeki lanetlerin, gerekse Fatih’in bedduasının Mustafa Kemal’e yöneltilmesinde hiçbir sakınca yoktur; çünkü Ayasofya’yı müzeye dönüştürmek suretiyle bugün pek çoklarının rahatsız edici bulduğu hitabların muhatabı olmayı Mustafa Kemal kendisi, hür iradesiyle tercih etmiştir.

Tekrar edecek olursak, bu gerekçeler dolayısıyla Mustafa Kemal’e hitaben ayet-i kerimelerin okunması ve Fatih’in bedduasının dillendirilmesinde hiçbir bir sakınca yoktur. Burada Müslümanların duyması gereken bir rahatsızlık varsa, o rahatsızlığın kaynağı ayet-i kerimeler ile Fatih’in bedduası değil, İslâm’a mugayir iş yapıp da lânete muhatab olan kimsenin icraatlarıdır. Bu topraklarda Allah’a ve Resûlü’ne düşmanlık edenlerin rahatsızlığı ise zaten bizim rahatımızdır, kimse kusura bakmasın. 

Soner Yalçın Hoc-efendi

Bu arada Çukurtv, pardon Odatv’nin sahibi Soner Yalçın’ın, Ayasofya’da Mustafa Demirkan’ın okuduğu ayet-i kerimeyi tıpkı bir FETÖ’cü gibi evirip çevirip, kendilerinin işine gelir hâle getirme çabasına yer vermesek, hakkını yemiş oluruz. E tabiî, FETÖ’yü o kadar çok takib etti ki, bir ayeti kendi çıkarına göre tevil etmeyi de onlardan öğrendi.

Mustafa Demirkan’ın mezkûr konuşmasında kullandığı ifadelerin başta bir ayet-i kerime olduğunu anlamadan, bilmeden saldıran ve hadiseyi köpürtmeyi kendisine vazife edinen Odatv, daha sonrasında orada okunanın ayet-i kerime olduğunun anlaşılması üzerine, bu sefer çukur adamlığın tersine zirvesine tırmanmak üzere Kur’an tefsirine kalkıştı. 

Çukurtv’nin sahibi Soner Yalçın, o inanmadığı Allah’ın, inanmadığı peygamberinin, inanmadığı dininin kitabı Kur’an-ı Kerim tefsirlerine daldı, Bakara suresinin 114. Ayeti kerimesini küfrün lehine tevil edebilmek için kırk tane takla attırmaya kalkıştı. Başta bu ayet-i kerimenin nüzul sebebi üzerinden gitmeye çalıştığı yazısında, sonra öyle olmadığını kendisi de görmüş olacak ki bu sefer “nüzul sebebi ne olursa olsun” deyip işi yine küfrün bildik zaman idrakine mahkûm etmeye kalkıp, “Müslüman olmayanlara karşı 1400 yıl önce inmiş ayeti, bugün çarpıtarak Atatürk için ifade etmek emekli imam ve çevresinin içlerindeki kinin bir türlü soğumadığını gösteriyor.” dedi. Zaten aslında bakacak olursanız, tüm yazısında bir tek bu bölümde doğru bir şey söylemiş. Biz Müslümanların Allah’a ve Resûlü’ne düşmanlık edenlere karşı kinimizin soğumadığını doğru teşhis etmiş.

Bu arada bize karşı “tekfirci” gibi saçma sapan bir yakıştırmada bulunmasına peşin peşin izin vermemek adına şunu da ilâve edelim, biz, Soner Yalçın’ın İslâm’ın hükümlerine karşı alenî düşmanlığına, zahirine bakarak onun inançsızlığına hükmettik. Bunu da şundan izah ediyoruz, birine kamyon yüküyle lâf ediyorsunuz, cevab vermek yerine hemen karşı tarafın boynuna “tekfirci” bilmem neci diye yaftalar asıp, oradan kendilerini sıyırıp, işlerine bakıyorlar ya, ha işte ona açık kapı kalmasın diye bu açıklamayı yapıyoruz. 

5816 Sayılı Kanunsuz Kanun

Camiler içerisinde bir sürü şey yapılabilir elbet; fakat bunlar arasında en tabiî olanı hiç şüphe yok ki ayet-i kerime okumaktır. Okunan bir ayet-i kerime inançsız ve gizli inançsızların atasına dokundu, rahatsız oldular diye yargıya taşınacaksa, o zaman o yargı bir zahmet Ayasofya başta olmak üzere bütün cami ve mescitleri kapatsın ki kimin kim olduğu anlaşılsın, ona göre de muamele görsün. Böyle saçmalık olabilir mi? Bugüne kadar 5816 yüzünden tarihî hakikatler konuşulamadı, şimdi de okunacak ayetler 5816’ya göre mi seçilecek? Üstad’ın hohlaya hohlaya erittiği buz dağının ardında kalan bataklık kurutulup, bu düzenin yerine bir yenisinin kurulacağı yerde siz mevcudun da cılkını çıkarttınız, haberiniz olsun. 

Anayasal düzene aykırı olan tek bir kişiyi koruma kanunu, yani kanunsuz kanunu kaldırın artık da maskelerin ardına gizlenmiş cüzzamlı tarihi bütün bir millet müşahede edebilsin!

Keramet Çapında Hadise

Üstad Necib Fazıl Ayasofya hitabesinde, “Ayasofya açılacak… Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş kan revan içinde masumlar gibi, ağlaya ağlaya, üstünü başını yırta yırta onun açılan kapılarından dışarıya vuracak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik etmiş sanılan kötülerle, kötülük etmiş sanılan iyilerin gizli dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek…” demişti. 

Şimdi görüyoruz ki mânâlar zincirlerinden kurtuluyor, kan revan içindeki masumlar gibi, ağlaya ağlaya, üstünü başını yırta yırta Ayasofya’nın açılan kapılarından dışarı vuruyor, bu millete iyilik ettiği sanılan kötüler de yine bu süreçte ele geçiyor.

Dün Mehmet Boynukalın kürsüdeydi, ondan rahatsız oldular, gönderdiler. Şimdi Mustafa Demirkan kürsüye çıktı, ondan da rahatsız oldular. Aslında her ikisinden de değil, taşan mânâlardan ve ortaya çıkan hakikatlerden rahatsızlar. Kâfir hakikati örten demektir, onlar hakikatlerin örtüsünün kalkmasından rahatsızlar ve daha çok rahatsız olacaklar.

***

Allah ve Resûlü’ne düşmanlık edenlere muhabbet besleyenler imanlarını sigaya çeksinler, çünkü bunlara buğz ve düşmanlık büyük ibadettir. 

***

Son olarak, Mustafa Demirkan Hoca hakkında camide ayet-i kerime okuması dolayısıyla yapılan suç duyurularının takipçisi olacağız. Türkiye Cumhuriyeti’nde Allah kelâmı hakkında soruşturma başlatacak yahut bu kelâmı yargılamaya kalkacak bir densiz var mı, yok mu onu da yakında göreceğiz? 

Baran Dergisi 751. Sayı