"Ve mekandan arınmış ve zamandan ilerde,

Fezayı teslim alma sırrı bizimkilerde.

Bizimkiler ışığa gem vurur da binerler;

Yerden göğe çıkmazlar, gökten yere inerler."

Necip Fazıl Kısakürek

Latince bir tabir olan 'quantum', miktar, bir şeyin miktarı ve kemmiyeti... Bir şeyin belirli bir bölümü, sayılan ve ölçülebilen şey... Fizikte ise enerjinin bölünemeyen kısmı... Enerjinin özel bir hâli... Enerji içinde bir titreşim...

19. yüzyılın sonlarında geliştirilen "kuantum fiziği" ilk Max Planck ve ardından Albert Eintein, Niels Bohr, Lois de Bioglie, Erwin Schrödinger, Heisenberg, Nick Herbert, Lorentz, Henri Poicere, Dirac, Pau gibi fizikçilerin düşünceleriyle ortaya atıldı. Max Planck, 1900'de ısı ışımasındaki enerjinin sürekli olarak yayılmayıp, parçalı yayıldığını keşfetti. Einstein ise ışıma birimlerini kuanta olarak adlandırdı ve ışıma biçimlerinin hem dalga hem de kuanta biçiminde yayılabildiğini ileri sürdü. (1)

Bu bahsedilen ışık daha sonra parçacık olarak keşfedildi. Bu parçacıklara elektron da diyebiliriz. Bazen parçacık bazen de dalga olarak şekil değiştirirler. Fizikçiler, elektronların yerini de saptayamazlar. Ne hızı ne de yeri bellidir. Heisenberg buna "belirsizlik prensibi" der. Buna kuantum sıçraması da denilmiştir. Fizikçi yerini ve hızını saptayamadığı gibi göremez de. Salih Mirzabeyoğlu bu çaresizliğe karşı şunu söyler. "Atomaltı unsurlara 'mücerret varlık' olarak bakmak..." (2)

Madde ötesi nitelikler taşıyan kuantumu, mücerret varlık olarak görmek istemeyen determinist fizikçiler, atomaltı parçacıkların garip dünyasında aklın ve mantığın çalışmadığını anlayamayacaktır.

Fizikçiler yine aramaya devam etmektedir. Önce maddeyi en küçük parçalarına ayırmak ister ama imkansızlıkla karşılaşır. Karşılarına devamlı elektronların bazen parçacık bazen de dalga olarak çıkmakta olduğunu görürler. Kuanta dediğimiz unsur da budur. Fizikçilerin arayışlarında atomaltı parçacıkların devamlı değişim halinde olduğu müşahede edilmiştir. Hatta "kuanta'nın sadece kendilerine baktıkları zaman parçacık olarak görünmekte olduğuyla karşılaşılmıştır." (3) Sefine'de bu durum "Schrödinger'in Kedisi" meselesiyle de örneklendirilmiştir: "Sonsuz ve çok ihtimalli kuantum dalga fonksiyonu, görüldüğü veya kaydedildiği anda tek ve sabit bir gerçeklik olarak görülür. Kedi, ölü bulunmadı, ona bakıldığı anda öldü; kediyi müşahede öldürdü."(4) Kuantum teorisinde gerçekliği ihtimaller kanununa bağlayan Batılıya göreyse kedi ne ölü ne de diridir.

Fizikçiler daha sonra atomaltı parçacıkları, birleşmiş bir bütünün çeşitli parçaları olarak görürler ve hepsinin birbirine nüfuz ettiğini söylerler. Burada hologram kavramına da göz atıp kuantum teorisine dönelim.

Atomaltı parçacıkların, birleşmiş bütünün parçaları olduğunu söylemiştik. Bu duruma hologramı da misal verebiliriz. Hologram, her biri ışığı farklı şekilde yansıtan bir görüntünün katmanlara ayrılmış halleri olarak tabir edilir. Sefine'de ise hologramın mekanda yer kapladığı ama bir gölge gibi elimizin içinden geçtiğinden bahsedilir. "Hologram, lazer ışığı gibi özel ışıklandırma şartları altında kendisine bakıldığında şeffaf üç buutlu resim görüntüsüdür. Ne kadar parçaya bölünürse bölünsün, her parça, bütünün resmini verir." (5) Elle tutulamayan hologram aynı zamanda görülemez de. Hologram bölünse de bölünen parçalar yine bir bütünü temsil ederler.

Kuantum fiziğinde gelinen nokta maddenin hareketidir. Maddenin hareketliliğini ihtimaller kanunu ve rastgele olarak gören maddeci Batı, kuantumun zaman ve mekan sınırlarını aşan yönünü yani metafizik boyutunu görmek istemeyecektir. “Demek oluyor ki, kavrayışın ötesi, ister zaman ve mekanı gerçekleştiren yokluk, ister kavrayışın henüz eremediği öte zaman ve tabiat olarak ona bitişik bir gerçeklik olarak vasıflansın, neticede bütün versiyonlarıyla bunlar 'vahdet-i vücut'a işaret etmektedir. Fizik açısından da 'vahdet-i vücut' bir bedahettir.” (6) “Her türlü iş ve hadiseyi madde üstü bir müessire bağlamak ve içyüzlerinde madde üstü delaletler aramak rejimi, ruhçu bir görüştür.” (7)

Lenin maddenin karşımızda apaçık durduğunu söyler. Mirzabeyoğlu ise maddenin apaçık ruhun karşısında durduğunu ihtar eder. (8) Maddenin hareketliliğini kabul eden Batılı, bu hareketliliğin de rastgele olduğunu söyler. Halbuki "hareketlilik, maddenin özelliği değil, onun mahiyetiyle ilgili bir vasfıdır." (9) Çünkü biri olmadan diğeri mevcut olmaz.

Kuantum fiziğinin transsendantel-aşkın, metafiziki bir durum oluşunu kabul eden fizikçi ise bunu vahdet-i vücut'a değil, çeşitli sapkın mistik oluşumlarda aramaktadır. Kendi fikri yapısıyla, mistik inançlardan pay çıkarmaktadır ki, Salih Mirzabeyoğlu, bu mistik inançların (Şamanizm-Hind-Taoizm vb.) tamamının da İslam tasavvufundan dökülme olduğunu belirtmiştir. Bu meseleye değineceğiz.

Maddenin hareketliliği, fiziğin metafizikî oluşu karşısında Panteizm (Ruhçuluk) gelişme göstermiştir. Batılıların mistik oluşumları dikkate alması ve etkilenmesi de bundandır. "Modern insan, materyalizmin ıstırap verici etkilerden ancak ruhçuluğu kabul ederek kaçabilir. Maddeyi şuur seviyesine çıkararak veya en azından maddede bazı şuur özelliklerinin doğup büyümeye başladığını görerek gerçeklikle temas kurmuşlardır." (10)

Bilim, her şeyin gözle görülebileceğini, kulakla duyulabileceğini, fezadaki uçsuz bucaksız sonsuzluğu yakalayabileceğini sanıyor. Fakat gözün gördüğü şey gerçekliğini yitirdiği ve yerine yeni "gerçekler" geldiği zaman, bu durumu idrakin aczi olarak görmüyor. Duyu organlarımız maddeci bilim için bir referans görevi gördüğü halde, kaba müşahedelerinin dışında bir işe yaramıyor. Milyarlarca ışınlar, titreşimler, dalgalar ve sonsuzluk karşısında en küçük parçacığı bile takip edemeyen gözün yahut beş duyunun karşısında "gerçekliğin doğrudan doğruya tecrübe edilmesi, aklın ve dilin hükümranlığını çok aşan bir hadisedir. (11) İnsanda, bilen ve idrak eden meleke ise ruhtur." (12)

Bir kısım fizikçi ve filozoflar da maddenin karşısında acziyetlerini farketmişler ve "mutlak hakikat"in bilinemeyeceğini itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Kant, "Bizler sırlarla dolu bir alemde bir rüyanın rüyasını görmekteyiz.", William James, "İnsan, görür işitir ama hiçbir zaman anlayamaz.", Albert Camus, "Kainat uyumsuzdur ve bilinemez.", Satre, "Varlıkbilim insanı dönüp dolaşıp kendisine götürmektedir; insanın dışında hiçbir şey bulamaz ve bilemez." demişlerdir.

Batı fizikçisi için alem bir hayal kırıklığıdır. Çünkü peşini yakalayamaz, sonunu bulamaz, kendisini tutamaz, göremez ve izleyemez. Ellerindeki tüm teoriler, kuantum bilgisi, hologramlar, elektromanyetik alanlar, temel parçacıklar, galaksiler, moleküller, atomlar; kısacası fizikçilerin aradıkları ve bulduklarını sandığı her şey bir sonsuzluğa çıkmakta. Batılı için bu alem hayal kırıklığıdır; çünkü izledikleri, takip ettikleri bu alemin hareket halinde olduğunu ve bilinemeyeceğini müşahede etmişlerdir. Çünkü “her şeyin bilindiği yerde, her şey donmuş demektir ki hayat olmaz.” (13)

Deterministçe bakış açısıyla bakan fizikçinin hayreti, "ihtimaller kanunu"nu ortaya çıkarmıştır. "Fiziğin, halihazır kavrayışının 'ötesi'ni, 'kavranılması gereken' olarak ve gerçekleşmelerle ortaya çıkacak fiziki bir imkan ve ihtimaller alemi diye görmesi" (14) artık alemde her şeyin zaman ve mekan sınırlarını aşan bir şey olduğunu görmek zorundadır. Bu durum aslında fiziğin metafizikleşmesidir. "Alemlerin nihayeti yoktur; onu ancak Yaradan bilir." (15)

Zaman ve mekan sınırları içerisinde olmayan şeyi kabul etmekten imtina eden Batılı materyalistler ise bu sonsuz ve hareket halinde olan alemde işin içinden çıkamayacak ve meselenin ruhî oluşunu anlayamayacaktır. Hali itibariyle idrakin aczini anlamak da yine idraktir anlayışıyla bu sır idraki olan alemler de sır olarak kalacaktır. Salih Mirzabeyoğlu, bu sır idrakinde de bir hikmet olduğunu söyler ve şu ölçüyü verir: "Keyfiyetleri Allah'a havale edin."

Fiziğin otoritesinin yıkıldığını anlayan Batılı düşünürler ise meseleyi ruha getiremeyecektir. Tüm mevzuun şuurda toplandığını ve şuuru meydana getirenin de ruh olduğunu anlamayacaktır. Batılı düşünürler anlayamadığı yahut keşfedemediği mücerret bir kavramı yokluğa mahkum etmeye çalışmıştır. Şuuru önce bir organa bağlamışlar; kimi yürek, kimi karaciğer, kimi ise beyinle bir bağlantısı olduğunu söylemiştir. Nöro-fizyologlar, kendi şuurlarının dışında aradıklarını muhtemelen bulamayacaklardır, çünkü aradıkları şey arayanın ta kendisidir. Batılı düşünür şuurun-ruhun mevcut olmadığını, şuuru algılayamadıkları için de enfüsî (subjektif) ben'in varlığının dilimizden çıkarılması gerektiğine inanmışlardır. (16) Yeni fiziğin çıkmasıyla da şuurun tekrar ele alınabilmesi mevzu edilmiştir.

Salih Mirzabeyoğlu, aynı zamanda İslam tasavvufu önünde Batı tefekkürünü hesaba çekiyor. Batı'nın İslam tasavvufundan kolayca erişebilecekleri meseleleri kasten Budizm, Hinduizm, Taoizm gibi dinlerde aramaları, İslam'a olan düşmanlıkları dolayısıyla. Halbuki Batı'nın hikmet diye içine daldığı ve istemese de bulduğu şey İslam'ın malıdır. "Dünyadaki her oluş ve buluşu kendine aplike ederken ‘ben merkezli’ bir değerlendirmeyi bir de 'mucit' kendisi imiş gibi sunan Batı için bu böyle... Oysa, bugün -dün de olduğu gibi- İslam'dan aldıklarını belirtmeyen veya bir nevi 'materyalist mistik' nitelemesi içindeki Hind ve Çin mistisizmi üzerinden telaffuz eden yahut doğrudan doğruya Hint ve Çin ve sair kültürlerin mitolojilerinden alan Batı, bunları 'peşin fikir' olarak fizik planında tahlile tâbi tutarken, şöyle veya böyle 'kök olarak' din ve dinden türemeleri mevzu etmektedir." (17)

Bergson'un "aksiyon yokluğu" olarak tanımladığı Hint mistisizminin yanı sıra Salih Mirzabeyoğlu Şamanizm, Hinduizm, Budizm ve Taoizm gibi mistik olarak tanımlanan dinlerin de hiçliğe çıktığını belirtir. Mirzabeyoğlu'nun "ruhsuz ruhçu" diye tabir ettiği bu dinlerin mistik tarafı hatta kimi uygulamaları sonradan bozulmuş dinlerden kalmadır. Bu mistik oluşumlar bizim "ruhçuluk" dediğimiz  kavramı "hiççilik" olarak alıyorlar. Ruh yerine hiç. "Ruh, zaruri olarak Allah'ı kabule götürüyor ya! Ruh yerine hiç kelimesini koyarak nasibsizliklerini yine dinden türeme bir antitez olarak anlatmışlardır." (18) Bir şey olmayan "hiç", arayanını da, bir şey olmayacak olan hiçe götürecektir. Yani hiçbir şeye...

Materyalist düşüncenin devamlı çatırdaması ve kendi içinde tanımladıkları "hakikat"lerinin yıkılması, yeni bir alan da oluşturmuş ve kuantum teorisi üzerinde çalışan Heisenberg, Bohr gibi ünlü fizikçilerin Hint mistisizmine kaymalarına sebep olmuştur. Elbette hiçlikten hiçliğe giden İslam dışı mistik oluşumlar da fizikçilerin arayışlarına çare olamamıştır.

Fizikçiler; Şamanizm, Hinduizm, Budizm ve Taoizm gibi dinlerden, kuantum fiziğine bir takım çalışmalar kattıklarını ve bunun da fikri bir olgunluk olduğunu söylemişlerdir. Sefine'de bu bahse Salih Mirzabeyoğlu, Batı'nın bu olgunluğu gösteremediği tek mihrak noktanın İslam olduğunu dile getirir. Mesele İslam olunca o "fikri olgunluk" Batı için geçerli olmuyor. Küfür kelimesinin anlamlarından biri de "örtmek" demek. Kafir İslam'dan çaldığını da, faydalandığını da söylemiyor. Gizliyor, örtüyor, karartıyor.

Sefine eseri aynı zamanda İslam tasavvufunu; Şamanizm, Hinduizm ve Taoizm benzeri oluşumlardan ayırıyor ve ölçüyü bildiriyor. Bunun için de Mirzabeyoğlu bu eserlerinde keramet ve istidraç bahislerine özellikle yer veriyor. Günümüzde bırakın Batı'yı, memleketimizde bile Şaman, Hint ve Taoizm artıklarının istidraçları bir felsefe adı altında sunuluyor ve yoga, meditasyon gibi "mistik" arayışlarla yedirilmeye çalışılıyor. İslam tasavvufundan çalınanlar bunların mistik görüşlerinde çorba edilip sofraya sunuluyor.

Her şeyi maddeye döken ve maddeyi kendi emrinde kullanan Batı, bilimi, din telakki ederek insanlığa aşılıyor. Determinist Batı, alemin sırrını çözdüğünü sanıyor ama tecrübe ettikçe sırdan başka bir şey göremiyor. Göremediğini de farkedemiyor. Çünkü madde bedahetlerle anlaşılır ve bu iş ruhsuz olmaz.

Kaynak

1. Salih Mirzabeyoğlu, Sefine "Suver-i Hayal Alemi", İbda Yayınları, İstanbul, 2003, s. 44.


2. Mirzabeyoğlu, Sefine, s. 45.


3. Mirzabeyoğlu, Sefine, s.49.

4. Mirzabeyoğlu, Sefine, s.260.


5. Mirzabeyoğlu, Sefine, s.60.

6. Mirzabeyoğlu, Sefine, s.72.

7. Mirzabeyoğlu, Sefine, s.107.

8. Salih Mirzabeyoğlu, Madde Nedir?, İbda Yayınları, İstanbul, 2007, s. 151.


9. Mirzabeyoğlu, Madde Nedir?, s. 157.


10. Mirzabeyoğlu, Sefine, s. 111.

11. Salih Mirzabeyoğlu, Berzah "Bütün Dalların Birleştiği Kök'e", İbda Yayınları, İstanbul, 2006, s. 270.


12. Mirzabeyoğlu, Berzah, s. 10.

13. Mirzabeyoğlu, Madde Nedir?, s. 7.

14. Mirzabeyoğlu, Sefine, s. 71.

15. Mirzabeyoğlu, Sefine, s. 190.


16. Mirzabeyoğlu, Sefine, s. 218.


17. Mirzabeyoğlu, Sefine, s. 160.


18. Mirzabeyoğlu, Berzah, s. 393.

Aylık Dergisi 189. Sayı Haziran 2020