Kapitalist tarih, ulus devlet ve sermaye birikim sisteminin tarihi olduğu kadar, mâlî güçlerle siyasî güçler arasındaki hassas dengenin de tarihidir. Dengenin bu güçlerden birinin lehine değişmesi insanlık için tam bir felâkettir, günümüzde bu denge devlet güçleri lehine değişmiş görünüyor. Dolayısıyla, bundan sonra insanlığı hangi felâketlerin bekliyor olacağı hiç belli değil. Görünen o ki; akışkan sermaye tabiî mecrasını buluncaya kadar da dünya felâketlere hep gebe olacak, netameli süreçler hiç bitmeyecek.

Çünkü kapitalizmin bir özelliği olarak finans kapitalin seyri, nihaî krizini yaşayan büyük ekonomik güç merkezinden, kapitalizmin yükselen merkezine doğrudur. Ve bu hâl, kapitalizmin hâkim tepelerinde nöbet değişiminin, bir sistemik birikim dairesinden bir başkasına geçişin habercidir. Ne var ki, kapitalist sistemin bu alışıldık işleyiş tarzında uzun zamandır alışılmadık bir şeyler oluyor ve nöbet değişimi bir türlü gerçekleşemiyor. Süreç uzadıkça da dünyaya verdiği zarar artıyor. Çözülen, çöken merkez Amerika, yıldızı parlayan, yükselen merkez Çin olduğuna göre, finans kapitalin seyrinin de Çin’e doğru olması gerekir, ama olmuyor. Belli ki, kapitalist-dünya ekonomisinin “organik merkez”inde bir ayrışma, hâkim tepeleri tutan “ayrıcalıklı aktörler” arasında bir parçalanma var.

Batılı olmadığı için Çin’i istemeyen, Amerika’nın kapitalizmin lider ülkesi olarak kalmasında ısrar edenler devletle sermayeyi farklı bir şekilde örtüştürme, zora dayalı bir denetimle Doğu Asya’nın elindeki en verimli sermaye fazlası kaynaklara el koyma, daha doğrusu, el koydukları kaynakların üzerine yatma hesapları yaparken, Çin’i masaya oturtan, aynı zamanda akıl hocalığını da yapan “oyun kurucular”, rızaya dayalı bir denetimle dünya ekonomisini restore etmekten yana... Zora dayalı bir denetimin kendi başlarına da belâ olacak bir kaosa yol açacağı, bunun da iktidarı uygulanamaz hâle getireceği ve kapitalist tarihin sonu olacağı düşüncesindeler. Çünkü, Çin’in Suud olmadığını biliyorlar. Dahası, Amerika’nın artık Amerikan Merkez Bankası (FED) eliyle kalpazanlık yaparak, dünya ticareti üzerinde baskı kurarak doları sürekli rezerv para konumunda tutamayacağını, kendini finans ettiremeyeceğini, kapitalizmin lider ülkesi olarak kalamayacağını görüyorlar.

Velhâsıl, kuralsızlığın geçerli tek kural haline geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Her zaman olduğu gibi, insanlığı tümüyle yıkıma sürükleyecek bir çağın hazırlıkları yine “karanlık kıta”nın karanlık insanları tarafından yapılıyor. Amaçlarına ulaştıracak her türlü aracı mübah görüyor, insan karakterindeki alçalmanın her türlüsüne baş vurmaktan hiç imtina etmiyorlar. İstiyorlar ki, insanlık kendilerinin kurguladığı bir kaderi yaşasın. Toplumları köklerinden söken koyu bir buhran dönemini fırsata çevirme, sığınacak bir yeri olmayan, kendini çaresizliğin ezilmişliği içinde hisseden insanlığı korkuyla “terbiye etme”, yeni sistemin yeni yapılarını benimsetme; ülkeleri bu yapılarla bütünleştirme, “şizofrenik bir yapı” kurma peşindeler. Fakat, geliştirdikleri metodların tehlikeli bir biçimde kendi kendini tedaviye yeltenmek olduğunu, bunun kendi başlarına da belâ olacak bir kaosa yol açacağını, iktidarın uygulanamaz hâle geleceğini göremeyecek kadar da körler... İbret almak yerine, Dünya Bankası, NATO, IMF, Dünya Sağlık Örgütü gibi kendi gayelerine hizmet etmek üzere kurulmuş örgütleri manipülasyon aracı olarak kullanarak krizi fırsata çevirme, yararlanarak çıkma derdindeler. Çıkabilirler mi? Çok zor. Bir yolunu bulup çıksalar bile bu hiç gerçekçi olmaz; kriz bir ilişkiler bütününden başka bir ilişkiler bütününe geçerek, büyüyerek ve genişleyerek devam eder, ilk fırsatta da yeniden ortaya çıkar.

İnsanın talihsizliği yaratılış gayesi hilâfına bir hayat sürmesinde yatar, başına gelen her musibet de bu yüzden gelir. Buna rağmen, şüpheciliğini kendisini aldatan sahtekârlara değil, dine yöneltir. Kendini bilmezliğin nişanesi hâlinde, yarınki krizi öngöremeyeceğini unutup incelikli modellerle, sofistike yöntemlerle uğraşır. Nitekim, insanlığı tümüyle yıkıma sürükleyecek bir çağın hazırlıklarını yapan, fakat tüm hesapların üzerinde Allah’ın da bir hesabı olduğunu unutan “oyun kurucular”ın başına gelen belâ da bu yüzden geldi; “oyun”u yanlış zarla oynadılar ve kaybettiler, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da oldular”; kendilerini, kendi başlarına da belâ olan bir kaosun içinde buldular. Belâ, mihraksız tümevarımın zafiyetiyle malül bir aklın ürünü ve çok güvendikleri incelikli modellerinin tümüyle dışında kalan bir yerden; “öteler”den geldi; tuzak kurucuların en büyüğü olan Allah, kurdukları tüm tuzakları başlarına geçirdi. Virüsün insan üretimi yahut hayvandan bulaşmış olması bu gerçeği değiştirmez. Hiç hesaba katmadıkları, gerçekleşmesini imkânsız görüp teorilerine dahil etmedikleri görünmez riskin maliyeti, teorilerine dahil ettikleri ve ümit bağladıkları tüm risklerin maliyetinden çok daha büyük oldu. Haritayı arazi yerine koymanın şaşkınlığı içindeler. Bir çok ülkede hayat durmuş vaziyette; ekonomi, eğitim, sağlık sistemi çalışmıyor hatta can güvenliği yok. Yakın zamanda iktidarın uygulanamaz hâle gelmesi hiç sürpriz olmaz.

“Gaybı bir tek Allah bilir, bir de Allah’ın bildirdikleri.” Gerçek âlim, gaybın bilinemeyeceğini bilendir. Lâkin, Hakk ile bağı olmayan, “sır idraki”nden uzak, dolayısıyla gaybın bilinemeyeceğini de bilmeyen bilim adamlarının kullandığı araç ve metodlarla geleceği öngörebileceğiniz gibi bir yanılgıya düştüğünüz zaman, İlâhî tecellileri kavrayamaz, gerçeklikten çok arzularınızın esiri olursunuz... Kendinizi görmek istediğiniz bir dünya hayâli içinde kontrolün sizde olduğunu vehmeder, davranışlarınızda ve kararlarınızda büyük tesiri olan kuvvetleri ya ihmâl eder ya da hafife alırsınız. Sonunda, biriken muhakeme hataları hayatlarınız üzerinde etkili olur, büyük başarısızlıklarla, sonu hüsranla biten olaylarla karşılaşırsınız. Tüm o zeki, iyi yetişmiş, donanımlı diye güvendiğiniz kadrolara, ümit bağladığınız incelikli modellere, metodlara rağmen, hiç hesaba katmadığınız şeylerle karşı karşıya kalır, hiç yıkılmaz diye baktığınız yapıların bir anda tuzla buz olduğunu görürsünüz. Nitekim, koronavirüs vesilesiyle görüldü ki; o çok güçlü zannettiğimiz devletlerin hiç biri göründüğü kadar güçlü değil... Göze görünmeyen ufacık bir virüs, hâkim olmak istedikleri dünyayı teslim aldı. “Zayıf”ın silâhlarının güç olduğu ve güçlünün silahlarının her zaman işe yaramayabileceği açıkça görüldü.

Fakat tüm bu olup bitenlere, zor zamanlara rağmen, zalimin mazlum gibi düşünebileceğini ummak fazla safdillik olur... Yöneldiği dünya, ilgi duyduğu şeyler fıtratın gücünü tüketmiş, kalbin nurunu söndürmüş, iç dünyası kirlenmiştir. İyi, doğru ve güzel olan hiç bir şey üzerinde etkili olmaz. Sapkın mizacı şifalı olanı zehre, iyiyi kötüye, güzeli çirkine dönüştürür. Acıyla, kanla, gözyaşıyla yoğurulmuş hayatları kâra tahvil etmekte hiç bir beis görmez. Her şeyi sıradanlaştırarak, kendini haklı kılarak, haklı kılacak delilleri arayıp bularak bir zaman ayakta kalsa da, sonunda kaosa ilerler. Nitekim, ölüm gibi, hayatı anlamlı kılan büyük bir gerçekliği sıradanlaştırarak, kurtuluşa istidadlarının olmadığını bir kez daha gösterdiler. Oysa, her sıradanlaşma bir felâketi de beraberinde getirir. Ölümün sıradanlaşmasının hangi felaketlere gebe olduğu ise henüz belli değil, bekleyip göreceğiz. Kimbilir... Belki Amerika-Çin savaşıdır, belki de kıyamet!.. Olmaz demeyin... Hayatlarımız üzerinde belirleyici olan hadiseler sıradışıdır ve sırf beklenmedik oldukları için gerçekleşirler.

Aylık Dergisi 189. Sayı Haziran 2020