Giriş

Mutlak Fikir ve Tatbik Fikri... Yani, İslâm ve İslâm’a muhatap anlayış... Sürekli değişen eşya ve hadiseler zeminine İslâm’ı tatbik ederken, mevzuları ve meseleleri sistem çapında çözmüş bir “Tatbik Fikri” gerekmektedir. Elimizde proje (Tatbik Fikri-İslâm’a Muhatap Anlayış) var, sistemli ve eksiksiz; fakat projeyi tatbik ederken de bir uyarlama yeteneği şarttır. Tatbikçinin kendisinde olması gereken bir ideolojik formasyondan, bir aksiyon dehasından, bir aplikasyon yeteneğinden bahsediyoruz. Aplikasyon kelimesi lûgatta şöyle geçmektedir:

1- Uygulama

2- Bir kumaş üzerine başka bir kumaş parçasını veya danteli dikme yolu ile uygulayarak yapılan süs.

3- Eldeki haritaya göre arazi üzerinde bir parseli kazıklarla belirtme.(1)

Bu yazımızda üzerinde durmak istediğimiz mevzu, Tatbik-Vasıta sisteminin kendisinden ziyade, Tatbik Fikri'mizin yani BD-İBDA “İslama muhatap anlayış”ının nasıl tatbik edileceğidir. Tatbik ölçülerimiz nelerdir? Tatbik Fikri bağlılarında olması gereken vasıf ve şartlar nelerdir?

Bu soruları cevaplamadan önce şöyle bir ayırıma dikkat çekmekte yarar var: “Bir fikre iştirak nedir, bir fikri benimseyip onu kuşanmak nedir, bir fikirden hareketle üretmek ve tatbik nedir, vesaire..."(2) Demek ki BD-İBDA “İslâma Muhatap Anlayış” bağlılarını da bir derecelendirmeye tâbi tutmak ve üretmek ve tatbik etmek yeteneğine ayrıca işaret etmek zorundayız. “Üzerine fikir ve sanat gökdelenleri inşa edilmek üzere hazırlanan zemin” dendiğine göre, inşa namzetlerinin büyük verim sahibi olmaları şartı da ortaya çıkmaktadır. Şunu vurgulayayım ki, Külliyatı okumak başka, anlamak başka, tatbik etmek başkadır... Aralarımdaki farka ve dereceye dikkat etmemiz gerekir...

“Tatbik Fikri” ile “tatbik” ayrı şeydir... Fikir ve uygulaması... Teori ve pratik... Hem ayrılık hem birlik­telik söz konusu... Uygulayıcıda şu iki şey olmalıdır: Tatbik Fikri’ni özümlemeli ve tatbike dair bir fikri olmalı... Tatbikat ölçülerine malîk olduğu gibi, tatbik ederken de eşya ve hadiselerin yorumunu yapabilmeli. Tatbikçinin uygulama yeteneği de diyebiliriz buna... Kuru kuru nakilci olmamak, şabloncu ve taklitçi olmamak, hadiselerin her ânki verimini değerlendirebilmek ve hadiselere fikri nakşedebilmek... Siyasetin, “Fikri hayata geçirmenin manivelâsı ve sisteme bağlı bir şube”... olduğunu biliyoruz. Sistem şuuruyla siyaset üretebilmeli ve geliştirebilmeli, ve her an değişen hadiseler zeminine fikrimizi nakşedebilmek. Hadiselerin ardından sürüklenmek değil, hadiseleri ardından sürüklemek... Böyle bir fikir ve diyalektik ve bunun tatbikçisi olma yeteneği...

“Tatbik Fikri” olmadan başı­boş İslâmcı(!) mücadele yapan ve tutarsızlıklara düşenlere, İBDA Külliyatından şu tesbiti uyarı olarak verelim: “Tatbik Fikri olmadan tatbik olmaz; tatbikten bahsedilemez!..”(3)

Yılgınlık ve kararsızlıkların sebebi de Tatbik-Vasıta sisteminin ideolojik eğitim eksikliğidir... Kendisiyle yürüyeceğimiz ve kendisini yürüteceğimiz “Tatbik Fikri” şart... Tatbik Fikri olmayanlar tükenir ve biter­ken; ne kadar engellenmeye ça­lışılırsa çalışılsın, Tatbik Fikri olanlar yolunda yürümeye de­vam eder...

Tahlil Usulü

Tatbik için tahlil usulü şart... Bunun üzerinde biraz duralım: “İslâm kılı kırk yarmanın değil, kırk bin yarmanın rejimidir” sözü­nü İrşad Kutbu Esseyid Abdulhâkim Arvasi Hazretlerinin yakını Muhip'ten, İslâm’a muhatap anlayışın “nasıl”ını yenileyen Üstadımız vasıtasıyla naklettikten sonra, İslâm’a muhatap anlayışın “niçin”ini yenileyen “Necip Fazıl şahidi” Salih Mirzabeyoğlu’ndan bu tesbitin açılımını verelim:

“Hiçbir şey sistematik bir bü­tün içinde yeri ve değeri, ilgili olduğu mevzulara nisbeti bilinmeden tahlil edilemez. Eşya ve ha­diselerin yorumu için tahlil usulü şarttır, çünkü meseleler izahlarını kendiliklerinden açıklamazlar”(4)

Eşya ve hadiseler varlığını, bizim onlara inanmamıza borçludur. Bilgi bilene var. Ve, eşya ve hadiselerin hakikatine nüfuz ede­bilmek için doğru yorumlamamız gerekiyor. “Dünya hayatında görünen şeyler uyuyan kimsenin rüyasında gördükleri gibidir. Demek ki tabir ve tevile ihtiyaç vardır.” Evet, sistematik bir bütün içinde yeri ve değeri bilinmeden ve tahlil etmeden, eşya ve hadiseleri tanıyamayız. Bakar kör olmamak için, eşyanın hakikatini bilmek ve yorumlamak şart. Bir treni yorumlayamayan öküze, trenin bir mana ifade etmediğini biliyoruz... Tahlil usulü şart...

Hadiselerin mihrak noktası... Hadiselerin içyüzü... Her iş vahi­dini, onu saran kaideler dışında aramak; mistiklik, sırrîlik... Diya­lektik temel bir ölçümüz olarak, “sır idraki”. Hadiseler, iki gözümüzün gördüğünden ibaret değildir, zaten iki gözümüz de buna yeterli değildir. Hadiselerin doğru tahlili için üçüncü bir göz yani dünya görüşünün vereceği sistematik bir bakış açısı gerekli... Yoksa hadiseleri dış yüzden seyrederiz, gelişinden ve gidişinden haberdar olamayız, tavır ve siyaset ge­liştiremeyiz, müdahale ve hakimiyet kuramayız!..

İslâm davası ve bunun mücadelesi denince, İslâmi ölçüleri bilmek (fikir ve diyalektik örgüsü tam, sistem çapındaki Tatbik Fikri) ve eşya ve hadiselere tatbik için gereken tahlil usulüne başvurmak akla gelir. Kuru kuruya ölçü tekerlemeciliği yapmak de­ğil, sisteme bağlı siyaset ve fikir üretebilmek ve hadiseleri kılı kırk yarıcı tahlil ve tahakküm. Tekrar edelim, “Tatbik Fikir”siz olmaz. Çünkü doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olmuyor...

Metod

İslâm’ı eşya ve hadiselere tat­bikte metod, meseleleri çözmede metod... Pratikte karşı karşıya geldiğimiz an gereken metod... Bütün unsurlarıyla pratiği tahlil etmeliyiz ve ondan sonra yapılması gerekenlere karar vermeliyiz. Bir mesele karşısında ancak, bütün alternatifleri inceden inceye tahlil ettikten sonra çözüm üretebiliriz... Eksik verilerle verilecek hüküm de eksik olur... Öyle ki, bir veriyi değerlendirmemek savaşın kaybına bile yol açabilir. “Marazın tedavisi için illetin tespiti” gerekmektedir. Hiçbir eşya ve hadise tıpa tıp birbirinin aynı değildir. Mesela, hastalıklar genel ad olarak belli isimler altında toplansa bile, hiçbir hasta diğer hastanın aynı değildir. Hastalığın başlangıcı, geçirdiği evreler, has­tanın yaşı, cinsiyet ve başka hastalıkları olup olmadığı gibi du­rumlar farklılık arzeder. Dolayısıyla aynı ilacı, aynı hastalığı olan değer hastaya şablon olarak vermek doğru olmaz... Hatta çok mahsurlar doğabilir... Tedavide dozaj da mühim, dozajı ayarlamak ise, sorunu bütün olarak ve özel yönleriyle görebilmeyle alakalı... “Eşya ve hadiselerin yorumu için tahlil usulü şart...” Her çağın ihtiyaçları ve marazlarına göre de ayrı tedavi sistemi gerekir... Çağımızda maraz, anlayışın uçması ve Doğru Yol’un bozulması, illet ise muhatap anlayış yokluğu... Çağımızın ihtiyacı ise, “İslâm’a muhatap anlayış”... Yani “Tatbik Fikri” şartı yoksa tatbikten bahsedilemez, İslamcı mücadeleden bahsedilemez, İslâm’ın hâkimiyetinden bahsedilemez... Sadece iyi niyetli mücadelelerle eşya ve hadiselere zapt ve teshir yani İslâm’ın hâkimiyetinden bahsetmek zordur.

Çözüm çekirdeklerini BD-İBDA Tatbik Fikrinden aldıktan son­ra, bu ipuçlarından hareketle me­seleleri çözmek... “Her mevzunun kendi usul, esas ve kurallarıyla ele alınabileceği hikmeti ile, Büyük Doğu’nun o mevzuuyla ilgili renk ve çizgilerini keşfetmek; yapılacak her iş ve sarkılan her mevzuda, yapanı yaptıran işleyici ve işletici ruhu özümseme ve o ruha bürünme şartını işaretle­mek...”(5)

Dünya görüşümüz bize tefer­ruatı vermez; zaten her ân değişen eşya ve hadiseler zemininde şabloncu çözümler olamayacağı­nın farkındayız. Demek ki Büyük Doğu-İBDA “İslâm’a muhatap anlayışından alacağımız çözüm çekirdeklerini dedektör gibi hadi­seler üzerinde gezdireceğiz ve gerektiği yerde gerekeni yapacağız. Projektörümüz (BD-İBDA ruh ve anlayış sistemi) vasıtasıyla, her yeni olayı aydınlatabileceğiz, her yeni problemi çözebileceğiz ve her yeni zorluğu yenebileceğiz.

Eskilerin güzel bir deyimi var: “Efradını câmi, ağyarını mâni” yani zıddını dışarıda bırakmış ve bütün unsurlarını ahenkle birleş­tirilmiş... Bu inceliği yakalamaya dair Külliyattan bir usûl: “Her mevzu kendi usul, ve kurallarıyla ele alınır.” Her mevzunun, efradını câmi, ağyarını mâni” ele alınabilmesi için bu kurala şart... Mev­zuları birbirine çorba etmemeli, yerini ve bütünle ilgisini iyi kurabilmeli ve mevzuunu da merkez olarak görmemeli... Teferruatı kendine bağlayan asıl... Parçada bütünü görmek ...

Ne, nasıl, niçin, kaç faktörü var, bağlantıları, boyutları, kaynağı, çözüm yolları, zaman şartları, doğuran ihtiyaçları vs. sorularını sormalı ve ayrı ayrı cevaplarını almalı ve muvazeneli bir şekilde birleştirilmeli... Kolaycılığa, tembelliğe ve ucuzluğa sapmamalı, slogan seviyesinden kurtulmalı, satıhçı olmamalı, olayların kabuk ve kışrında kalmamalı... Hadiselerin içyüzünü tahlil edebilmeli ve gelişinden gidişinden sahte mânâlar üretmemeli...

Yorum

Yorum... Hiçbir hadise birbirinin aynı değil, hiçbir insan birbirinin aynı değil... “Yorum, hayatın, hükmün, kaidenin, ruh ve düşün­ce yapısıyla mânâlandırılması işidir.”(6)

BD-İBDA dünya görüşüyle hayatın yorumlanabilmesi için bir seviye, bir eğitim gerekmektedir. Hem dünya görüşünü öğrenmeli ve hem de bu gözle hadiseleri yorumlayabilmeli ve tatbik edebilmeli... İki türlü eğitim birlikte; öğrenmek ve tatbik etmek...

Fil misalini biliyorsunuz. Körlere fili sormuşlar. Filin bacaklarını elleyen “bu, sütun” demiş, hortumunu elleyen “bu, yılan” demiş... Bütünü göremedikleri için parçayı bütün sanmıştır. Fili elleyen körlerin durumuna düşmemek için sistem bütünlüğünden (BD-İBDA Dünya Görüşü Sistemi) hadiseleri yorumlamalı ve tatbik için de gözlerimizi dört aç­malıyız.

İslâm, bağlandıktan sonra sonsuz aramanın rejimidir. Allah’ın hikmetleri sonsuzdur. Eşya ve hadiseler zemini ise sürekli yenidir. Buldukça arayacak ve aradıkça bulacağız!.. Büyük Doğu Mimarı şöyle diyor:

“Bidat, sadece din ölçüleri çerçevesine aittir ve onun dışında Şeriat’e aykırı olmayan her arayış ve buluş, dine getireceği revnak ve incilâ bakımından makbuldür.”(7)

Demek ki dünya görüşümüzü özümlemeli ve bunun tatbiki için de sürekli arayış ve buluş içinde olmalıyız... İhtimallerin mihrak noktasını da ancak böyle yakalayabiliriz. Şunu söyleyelim ki, feraset ve basiret de böyle kazanılır. Bu bir melekedir ve kalbi yarıp içine bakmak demek değildir. Ferasetli mü’min olmanın şartları vardır, bunları yerine getiren bu melekeye sahip olur. Bu iş (feraset sahibi olmak), keramet satmak ya da ermişlik taslamak işi değildir... İBDA Mimarı şöyle di­yor feraset hakkında:

Ferasetin bir çeşidi de, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir; diğer bir nevi ise, çalışma ve tecrübeyle kazanılmış, muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hasıl olur.”(8)

İş İçinde Pişmek

Feraset sahibi olmak için, iş içinde eğitim gerek... Feraset kazanmak için, sistem şuurunu kazanmak ve tahlil usulünü kullanmak gerek, işin ilham eseri olarak vücuda gelen seziş kısmı, başıboş ve havadan feraset kazanmak manasında değildir... Eşya ve hadiselere nüfuz gayreti o noktaya gelir ki, bu birikim sayesinde durduğun yerde ilham gelir, sezgilerin kuvvetlenir... “İslâm’da siyaset ferasettir”... Fakat bu atmasyoncu tavrı değil, eşya ve hadiselere nüfuz etme yeteneğinin kazandırdığı bir bünyedir... Eşya ve hadiselere nüfuz için ise, fikir, diyalektik, tahlil ve tahkik gerekmektedir, ilham eseri olan feraset yerine göre bu saydıklarımızla iç içedir. Batın yolu kahramanlarına Allah’ın gaipten bildirdikleri ve onların ferasetleri mevzuumuz dışındadır. Netice-i kelam Allah çalışana verir. Boş boş oturup er­mişlik peşinde koşan feraseti de­ğil, sefaleti bulur.

Tahmin, tahlil gerektirir... Tahminde bulunmak, atmasyonculuk ve zar atma işi olmadığına göre, hadiseleri incelemek, gelişi gidişi hakkında fikir sahibi olmak ve bu veriler ışığında karar vermek de­mektir. İmkân ve ihtimaller âleminin mihrak noktasını yakalamak bir terkip işidir, her terkipte bir tahlil vardır, her tahlilde de bir terkip...

“Gaibi hissedilir hale getirmek muhabbetin hassasıdır.” Peki muhabbet nedir? Tekerleme manasıyla aşk ve sevgiden bahset­miyoruz. Aşk, vecd, muhabbet şu: İslâm’a muhatap anlayışın sistem şuuruyla meselelere sarkmak ve meselelerde bu anlayışı pıhtılaştırmak... Aşk erdirir, aşk derinleştirir ya, işte meselelerde derinleşmek, tecrit ve tahlil... ”Ah ben ne kadar seviyorum!” demek değil, iş ve eserinde göstermektir mühim olan…

Ve bu şekilde gayret edersen, bir müddet sonra iş ve faaliyet alanında istikbali heceler hale geliyorsun, istikbale yönelik yatırım ve eylem yapabiliyorsun. Yeni hadiseler karşısında ted­bir etme ve tahriplerden korunmayı öğrenebiliyorsun... Tedbir ve aksiyon dehasına sahip olabiliyorsun...

Tatbik İçin Gereken Şartları Özetlersek:

‘Bilmeyi bilici olmak, irfan seviyesi... Bir dünya görüşünün özümlemesiyle elde edilir... Şuur süzgeci...

‘İslâm diyalektiğini (BD-İBDA) bilmek... Ölçüleri ölçülerin istediği şekilde anlamak ve yerli yerinde kullanabilmek...

‘Teorik eğitimi ihmal etmemeli: Çünkü teori, düşünce alışkanlığı kazandırarak davranış yolu­nu buldurur. Şu asla unutulma­malı: “Anlama temin eden sağlam bir görüşten daha ameli bir yol düşünülemez.”

*İş içinde eğitimle kafa ve ruh disiplini sağlamak... Düşünmek... Devamlı zenginleşmek, fikir ve aksiyon olarak...

Araştırmacı, tahlilci olmak; teferruatçı olmak...

‘Yenileşmeye ve gelişmeye açık olmak, şablondan uzak durmak... Hadiseler her an yeni... Sürekli değişen eşya ve hadise­ler zeminine sürekli fikri tatbik edebilecek bir dinamizm gerek...

“‘Tecrübe fayda ile birlikte ayrı bir ilimdir” Tatbikatçı için tecrü­be vazgeçilmez bir usuldür. ‘Pratiğin verilerinden teoriye ve teoriden tekrar pratiğe geçe­bilmeli... İlgilendiği mevzuun iş içinde teorisini kurarken, devri daim makinesi gibi çalışmayı bil­meli, dış oluş verilerini iç oluş destekleriyle kuşatmalı...

‘Şartların objektif tahliline, şartlarına, fikri tatbik edebilmek... “mücadele budur!” Böyle deniyor Külliyatta... Altını çizelim: “müca­dele budur!” Şartların genel karakterini tahlil ederek hadiseler arasında gerekli ilişkileri kurmak... Evet, eşya ve hadiseleri teşrih masasına yatırabilmek gerek!.. Fikri tatbik için bu şart...

*Kılı kırk yarıcı bir usul; ve as­lı da hiçbir zaman kaybetmemeli... Buldukça aramak, aradıkça bulmak... Aranan bulunur, bulu­nan aranır... Hakikati tekrar tek­rar keşfetmek. İnsan bildiğini ararmış; bildiğinin hakikatini keş­fetmek için tekrar tekrar arar... T.S. Eliot’un şu gözleminde olduğu gibi: “Araştırmalarımızdan vazgeçmemeliyiz. Bütün araştır­malarımız bizi sonunda başladığımız yere götürür ve bu yeri ilk kez tanımaya başlarız.”

'Kendimize mal etme, el attığımız mevzu ve meseleleri kendi fikir ve diyalektiğimize devşirmek, bünyeleştirmek... Tabii evvela kendimizde mal edici bir bünye olması gerek... Ve mevzuumuzu seçmeli ve branşlaşmalıyız!..

Alternatif düşünmek... Alternatif çözümler üretmek... Mukayeseli düşünce metodu... Eleştirel düşünce metodu... Tahlil ve eleştiri... Eleştirel metod şart... “Eleştiri... Dil böyle güzelleşir dudaklarımızda; ve bilmeyen böyle tanır, bilmediği bir yana, bilmedi­ğini!..” “Dayanışmalı Fikir Oluşu­muma eleştirel metodla gelişir... “Durum çözümlemesi ve eleştiri metodu...” Hadiselerin içyüz muhasebesini yapmak ve hedefle­rin belirlenmesi ve saldırının kime yöneltileceğini tespit etmek...

Ateşte yanmak... Kavganın içine girmek, seyirci değil, oyuncu olmak... Dışardan seyrederek, velev ki gönülden desteklesek bile, ne kendimize ne takımımıza bir faydamız... Ateşe girmeden yanılmaz, pişilmez ve etrafımız aydınlatılmaz... Hiç kimse kendinde olmayanı başkasına veremez... Yandığın kadar yakıyorsun, sonra tekrar, sonra tekrar; tekamül sürecidir bu aynı za­manda... Sürekli oluş, hiç durmaksızın, duraksamaksızın; imanın ölçüsü de bu... Ve hadiselerin her an yeniliğiyle örtüşen bir aksiyon da bu... Hadiseler an yeni, sen de her an yeni olmak zorundasın... Zaten organizmamız da sürekli yenileniyor, yenileniş durduğu ân ölüm geliyor... Her şey böyle...

Bizdeki bağlılık ölçüsü, şeyhinden en hurda işlerine kadar gelip kendisini kurtarmasını beklemek gibi değil, “bağlılıkta kendini ortaya koymak” şeklindedir... “Başkası olmadan başkası için olmak” düsturu bunun için... Herkes, kendi oluşunu sağlamalıdır. Çünkü kendi için olmayanın da­vası için bir faydası olmayacağı aşikardır. Kendimizde olmayanı başkasına veremeyiz... Cemil Meriç’ten entelektüel tarifini vere­lim. “Başlıca vasıfları dürüst, uyanık ve cesur olmaktır. Yani bir bilgi hamalı değildir entelektüel. Hakikat uğrunda her savaşı göze alan bağımsız bir mücahittir.”(9)

İBDA’cılık, hem teoriden hem pratikten öğrenilecek bir keyfiyettir. “İş içinde eğitim” şart... Kitaptan yüzme öğrenilmez... Ateşe girmek şart...

Taklitçilik değil tahkikçilik... Taklit, taklit eğitimimizin haki­katini öldürür. Bizde sürekli aksi­yon ve yenileniş var... “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” ölçüsünü hayata tatbik var. Ve bizim en uzak olduğumuz şey, olumsuz giden hadiseler karşısında ağlanıp sızlanmak tavrıdır... Müslümandan istenen aksi­yondur... Taklide düşmeden, hep yeni olarak... Yenilik, insan kate­gorilerinde ve eşya ve hadiselerin tatbikinde var... “Pörsümez, solmaz, eskimez yeni”nin bağlı­ları taklit değil, tahkim, tahlil ve tasarruf (hakimiyet) sahibi olur... Said-i Nursi Hazretleri şöyle diyor: “Eski hal muhâl! Ya yeni hâl, ya izmihlâl!”

“Yenilik Sırrı”na malik bir dün­ya görüşüne “hareket içinde hareket eden” bir göreve mensubuz... İBDA’nın yürüyeni olmak, Kurtuluş Yolu diyalektiğine bağ­lanmak ve kârı tamamen kendisine ait olmak üzere verilen sermayeyi işletmek ve tatbikle mümkün... Hem mânâ, hem madde zenginliği... Mânâdan ka­sıt ruh ve ahlâk, ve maddeden kasıt akıl, eşya ve hadiselere tahakküm... Hem iç oluş, hem dış oluş; kısaca insan olma memuriyetimizin yolu... Uyuşukluk ve pasiflik illetine yakalanmamak için Tatbik Fikri’ne aktif olarak ka­tılmak şart... Ancak “yeni hâl”i böyle yakalayabilir ve “izmihlâl”e uğramaktan böyle korunabiliriz...

Kaynaklar:

1-Türk Dil Kurumu Sözlüğü

2-Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Muzdaripler, İBDA yay, Sf:198-199

3-Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilal, İBDA yay, 2. Basım, sf: 44

4-Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İBDA yay, Sf: 18-19

5-Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya, İBDA yay, 2. Basım, sf: 53-54

6-Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocşya ve İhtilal, İBDA yay, 2. Basım, sf: 57

7-Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslam Atlası, Büyük Doğu yay.

8-Salih Mirzabeyoğlu, Hakikat-i Ferdiyye, İBDA yay, Sf: 27

9-Cemil Meriç, Mağaradakiler- İle­tişim Yay, Sf:24

Beklenen Nizam Sayı 1 Mart 2002

(Kısaltılmış ve ara başlıklarla düzenlenmiş hâli)

Gözden geçirilme tarihi: Mayıs 2013