İmân her an kavuşmaktır, hep yeniden hep yeniden... Çünkü "imân olmuş bitmiş bir şey değil, her ân oluş ve yenileniştir." İnkılâp da bunun gibidir; inanan insan her ân İslam inkılâbını içinde duyar ve devamlı bununla yaşar... Yürürken, yerken, içerken ve hatta uyurken inkılâp arzu ve heyecanından hiç ayrılmaz, tıpkı imân gibi: kısaca söylersek inkılâp bir imân davasıdır, buna (İslam İhtilâl-İnkılâbına) her dem imân etmek zorundayız.
İçindeki inkılâbı yapamayan çürümeye başlar: İnkılâp ne zaman?... İnanan için her an inkılâptır, onu yaşar, onu duyar ve ondan ayrı bir saniyesi yoktur ki, böyle bir soru sorsun... Böyle soru soranlara, "inanmadığın şeyi niye soruyorsun ki?..." demek de mümkün... İnanmayan için inkılâp hiçbir zaman; inanan için ise her an...
Küfür cephesinden gözü kara imâna bir misal verelim: Lenin, 1905 yılında başaramadığı Rus İhtilâlini, Avrupa ülkelerinde saklanarak ve her an fırsatını kollayak 12 sene sonra yani 1917 yılında gerçekleştirmiştir. En az Lenin kadar inkılâbımıza imânımız olmalı değil mi? Amerikan Kurtuluş Savaşı da İngilizlere karşı birinci teşebbüste başarılı olamamış, ikinci teşebbüste gerçekleşmiştir. Misalleri çoğaltmamız mümkündür. İnananlar isteklerine er geç kavuşmuştur. Fakat sorun bu değil; sorun, inkılâp manasını nabzında duyma sorunudur.
Müslüman, devamlı tedbirlere tevessül eder ve her fırsatı kullanırken imânı gereği Allah’ın vaadine ve inkılâbın da " her an" olacağına inanır. Nasıl inanmaz ki? Hiç Allah’ın yardımından ümit kesilir mi? Ümit kesmemiz mümkün olamayacağına göre," inkılâp ne zaman?"ın cevabı, "her andır!"...
Ne zaman vaadini gönderip göndermeyeceği ve bizi ne kadar sınayıp sınamayacağı da Allah’ın taktirinde olan bir şey... Kısaca söylersek, bize, ukalalık düşmez!... Ve şunu ifade edelim ki, mutlaka bir imtihan ve çile sürecinden geçilecektir. Allah’ın bize bildirdikleri ve geçmiş ümmetlerin başına gelenler buna işaret etmekte... Bize düşen imân ve aksiyon vazifesi... Gayret bizden, takdir Allah’tan...
Gelelim hadiselerin objektif tahliline...
Hemen hemen her hadise, eskinin bittiğini ve yeninin (İslam İhtilâl-İnkılâbı) beklendiğini ihtar ederken hala devrimci olamamak fosilleşmek değil de nedir? Hani, "eskimez, solmaz, pörsümez yeni"nin hep yeni, hep yeniden yeni olan bağlıları?..." Bir günü bir gününe eş geçmeyen" bağlıları?... Hemen herkes bu sistemin çöktüğünü ve "yeni nizam- yeni insan" hasreti çektiğini ayyuka çıkarcasına haykırırken, bu hissiyatını çeşitli vesilelerle eylemlere, gösterilere ve taşlara tercüme ettirirken rejim o kadar pamuk ipliğine bağlı ki, biri öksürse Ankara da kriz patlıyor... Evet, Kumandan’ın dediği gibi "yeni devir sigaranın ucunda!" Bunu bu kadar yakın duymuyorsak bu bizim hatamız... Bundan daha olgun şartları nereden bulacağız?... Bir cigara içimi mesafedeyiz ama inanç zaafımızdan ve tereddüdümüzden dolayı bunu uzattıkça uzatıyoruz... Ve haşa Allah’a kusur bulur gibi bir diyalektik hataya düşüyoruz, "ne vakit?" diyerek... "İnanlara müjdele!" emri inananları kapsar mutlaka... Aksiyon ümid etme sanatıdır.
"Viran olası hanede evladu iyal varmış!", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın!", "ben değil başkası yapsın, ben enayi miyim?" (asıl enayi böyle düşünenler ve hala işin farkına varamayanlardır) "kim var? dendiğinde arkasına bakmak" ve "nefse mazeret biçmede bonkör davranmak" vs. şeklinde sıralayacağımız Bizans (TC.) ahlâkına olabildiğince uzak olmak zorundayız. "Ahlâkın, eşya ve hadiseler karşısında tavrımız" olduğunu belirttikten sonra, eşya ve hadiselerin yorumunu ve tavrımızı ancak BD-İBDA İslama Muhatap Anlayışı ile temin edeceğimizi de hatırlatalım... Yani ahlâklı olmak davasının İdeolocya’dan geçtiğini ve "terbiyeli olmak, günaha bakmamak, alış verişine hile karıştırmamak şeklinde" sadece kısmi dürüstlüklerle ahlâklı olunamayacağını ve bilakis bütüne (İslama Muhatap Anlayış) bağlı tavra sahip olmak gerektiğini belirtelim. Asıl ahlâksızlık, bütüne bağlı olmayıp bazı kısmi şeylerle teselli bulmaktır...
"Ne zaman?" diye soranlara tam da "zaman"ı gösteren bir cevabı "Ebu’l Vakt; vaktin babası" diye anılan veliler ordusunda bir veliye ait bir sözle verelim:
"Kişi, üzerinde bulunduğu işin zamanı içindedir!"
İnkılap yolu üzerinde bulunuyorsak bize ne mutlu ve soracak bir sualimiz yok demektir... Başka şeylerle ve şüphelerle meşgul oluyorsak inkılâp işinin adamı değiliz zaten... Olmayan şeyin de davası güdülmez,sorusu sorulmaz.... Kendimize her daim sormamız gereken sual "ne vakit?" değil, inkılâp manasını nabzımızda her an duyup duymadığımızdır... Hele hele Kumandan’ın hayatını ortaya atarak mücadelenin önü açıldığı ve sonun başlangıcı şartlarında, İslam İhtilâl-İnkılabını bir cigara içimi kadar yakın ve yürekten hissetmek zorundayız. İnanana çok yakın olan şey, inanmayana ne kadar uzaktır ki!
Dava aynıdır, hedef aynıdır, menzil aynıdır:
Nabzında inkılâp manasını duyana…
Yeni Nizam Dergisi, Sayı 4, Eylül 2001