Yuvarlak bir masa düşünün. Üzerinde, loş ışıklı tek bir lamba var. Işığını tam ortaya döküyor. Gölgeler birbirine karışıyor ama her varlık, kendince ayrı ve belirgin.

Masanın çevresinde birbirine benzeyen üç kişi oturuyor; fakat her biri başka bir hâl, başka bir zaman.

Gölgeleri iç içe geçmiş, ama kimlikleri belirgin:

Geçmiş, Şimdi ve Gelecek.

Geçmiş, çocuk suretinde yer almakta. Minicik elleriyle, ürkek bakışlarıyla oturuyor; ama gözlerinde tuhaf bir bilgelik var.

Gözlerinden taşan heyecan hâlâ taze.

Anlamaya, çözümlemeye çalışıyor; bugüne hayranlıkla bakıyor.

Küçük bedeninde büyük hikâyeler taşıyor.

Zamanı anlayanlar, onun gözlerinde derin bir farkındalık bulabilir.

Bugünü hayranlıkla izliyor.

Kök saldığı yere bakıyor; meyve verdiği dalı anlamaya çalışıyor.

Şimdiki hâli, onda bir gurur ve umut uyandırıyor.

Şimdi, masanın tam ortasında oturuyor.

Denge onun üzerinde kurulmuş.

Omuzlarında geçmişin yükü, önünde geleceğin çağrısı…

Ne tam hazır, ne de tamamen yarım.

Ama canlı, uyanık ve sorumlu.

Geçmişten aldığı derslerle şekilleniyor; geleceğe bir tohum, bir hazırlık, daha iyiye, daha derine, daha hakikate doğru bir eylem hâlinde…

Gelecek, vakur bir duruşla yer alıyor sofrada. Bir oluşun zirvesi gibi…

Duruşunda bir derinlik, yüzünde bir tebessüm…

Zamanın içinden geçerek gelen o hâl, bugünün çabasına duyduğu şükranı saklamıyor.

“Sen olmasaydın, ben olamazdım,” der gibi…

Gelecek; şimdinin azmini, geçmişin dirayetini taşıyor.

O da bugüne bakıyor; umutla, takdirle, tevekkülle.

Bu sofrada herkesin rolü belli:

Geçmişin yükünü anlayarak sahiplenmek, şimdiyi idrakle yaşamak, geleceğe ise bilinçle yön vermek.

İnsanlığın ortak duası da bu sofrada yankılanıyor sanki:

“Bir rehberimiz olsun; bilmediğimizi öğretsin, kalbimizi mânâlarla doyursun, yolları yürünür kılsın.”

Ve belki bir gün, gelecek dediğimiz o bilinmez hâl, bugünlere dönüp şöyle diyecek:

“O beklenen rehberle mânâları açtık, dağları deldik, yolları eğdik, neler neler ettik… ve etmeye de devam ediyoruz.”

Zaman, bu sofrada bir rüzgâr gülü gibi üç koldan dönüyor:

Geçmiş, Şimdi ve Gelecek…

Onları sabitleyen ise biz…

Zamanın her sayfası durmaksızın etrafımızda dönerken, biz aynı anda yaşıyoruz.

Her an yeniden geleceği karşılıyor ve geçmişi kapatıyoruz.

Her zamanın yükünü aynı anda taşıyoruz.

Bazen geçmiş içimizde bir şeyleri kanatıyor, gelecek ise kendini hatırlatıp kaygı yüklüyor.

Biz ise onlara hangi gözle bakarsak; ya onları yöneten merkez oluyoruz, ya da kurbanları…

Ama yine de her şeye rağmen biliyoruz ki:

Hiçbir hâlimiz yitik değil.

Hepsi yerli yerinde.

Hepsi bir arada.

Ve hepsi bize dair…

Aylık Baran Dergisi 41. Sayı Temmuz 2025