Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmiş olmasına rağmen parlamenter sistem tartışmaları bugün hâlen gündemdeki yerini koruyor. Taze ve müzmin muhalefet partileri, programlarının merkezine parlamenter sisteme dönüşü alır ve bunun propagandasını yaparken, Cumhurbaşkanlığı sisteminin aradan geçen bunca zamana rağmen bir türlü müesseseleştirilmemesi ve başta bakanlıklar olmak üzere eski idare reflekslerinden bir türlü arındırılmamış olması parlamenter sistemi geri getirmek iddiasında olanların ekmeğine yağ sürüyor.

Geçtiğimiz aylarda bir kez daha yaşanan parlamenter sistem mi, yoksa cumhurbaşkanlığı sistemi mi tartışmaları esnasında açıkça ifâde ettiğimiz üzere, bugün Türkiye’de yaşanan sorunların arkasındaki saik cumhurbaşkanlığı sisteminin kötü olması değil, cumhurbaşkanlığı sisteminin bir türlü tam mânâsıyla müesseseleşememesi, hâlen parlamenter sistemden kalma alışkanlıkların sürdürülmeye çalışılması ve bu sebeplerden dolayı işletilememesi olduğunu ifâde etmiştik.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin, Receb Tayyib Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle resmen yürürlüğe girmesinin üzerinden iki sene geçmiş olmasına rağmen idare şeklinde meydana gelen değişiklik, yargı başta olmak üzere insanî faaliyet sahalarının hiçbirinde bir türlü vatandaşlara hissettirilemedi. Esasında yalnız icra makamı olması gereken bakanlıklar parlamenter sistemdeki rollerini sürdürürken, Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından belirlenen siyaseti gerçekleştirmeye yönelik stratejiler geliştirmesi gereken politika üst kurulları sistem şablonu içinde üzerlerine düşen misyonu ifâ edemediler.

Salgın hastalıkla mücadele sürecinde, Bilim Kurulu’nun üstlendiğine benzer şekilde politika üst kurullarının da şimdiye kadar kendi alanlarındaki sorumluluklarını üstlenmiş olmaları gerekirdi. Bu arada, Bilim Kurulu Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışıyor; böyle bir kurulun esasında daimî olarak Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu bünyesinde çalışması gerekirdi; fakat parlamenter sistemden kalma alışkanlıklar bir türlü terk edilemiyor. Salgın sürecinde uygulanan kararlarda tavsiye edici konumundaki bir kurulun bile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini ne kadar rahatlattığını, yükün paylaşılmasına vesile olduğunu görmek gerekirdi.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin ufku kollayan en önemli parçası olması gereken, buna karşılık şimdiye kadar “dostlar alışverişte görsün” diye işletilen Politika Kurullarının artık işinin ehli, namuslu, şahsiyet ve haysiyet sahibi, particilikle falan alâkası olmayan, hakikaten memleketin hayrına hareket edecek kimseler ile yeniden şekillendirilmesi ve işler hâle getirilmesi, cumhurbaşkanlığı sisteminin devamlılığının sağlanması açısından son derece ehemmiyetlidir. Ayrıca, şimdiye kadar sadece tabelası olan Politika Kurulları’na kurul üyesi olabilmenin de bir şartnamesi hazırlanmalı ve bu kurullar vasıtasıyla devlet politikalarının devamlılığının da teminat altına alınmasının yolu açılmalıdır.

Fikir ve Ahlâk Münasebeti Çerçevesinde

Birbiriyle bağlantılı diğer bir bahse geçecek olursak. Geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Fikrî iktidarımızı tesis edemedik.” şeklindeki çıkışını dergimizde değerlendirmiş ve fikrî iktidar için gerekli olan gaye ve vasıta hükmündeki sistem fikrinin adresi olarak Büyük Doğu-İbda’yı işaret etmiştik. Adres doğru olmakla beraber, bu bahsin üzerinde durmakta fayda var.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında; “Teknolojinin geliştiği sürat içinde örf olmuyor, âdet olmuyor, ahlâk olmuyor ve fikir de doğrudan doğruya teknoloji üzerinden işliyor. Baştan şöyle koyalım; yâni ahlâk oluşmuyor, ki ahlâk müesseselerin daha latif şeklidir, sonra yaptırım hâline getirirsin müesseseler oluşur. Eşya ve hâdiseler karşısında ruhun “nasıl” tavrına karşı, akıl “niçin”lerle yaklaşır ve fikir meydana gelir. Fikrin içine işlemiş işletici sıfat ahlâktır ki, kendisinden doğduğu fikri ileriye doğru zuhur ettirir.” demişti.

Allah Resûlü bir Hadis-i Şerif’inde buyuruyorlar ki; “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” Dikkat ediyorsanız, Kâinatın Efendisi “Ben güzel fikri tamamlamak için gönderildim.” demiyor. Dinamik ahlâk, kendi başına statik olan fikre hayat veriyor ve zaten ancak bu canlılıktır ki o fikri tesirli kılıyor. Burada pek çoklarının içine düştüğü yanılgı da buradadır, herkes bir fikir arayışında, fikir tartışmasında; fakat üzerine konuştukları fikir hangisi olursa olsun o fikri canlı kılacak olan ahlâk bahsine ne hikmetse kimse yanaşmıyor. E tabiî işi statik bir fikir çerçevesine mahkûm ettikten sonra, üzerine ne kadar konuşulursa konuşulsun, ahlâk bahsi gündeme gelmediği sürece kişinin kendi ve çevresinin nefsine bir mesuliyet yüklemiyor. Bedavacılığın söz konusu olduğu yerde de herkes fikir adamı da oluyor, fikir taraftarı da oluyor, sabahtan akşama kadar fikir de konuşuyor.

Bu sebebten ötürü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arayışının karşılığı fikrin iktidarı değil, söz konusu olan hangi fikrin iktidara getirilmesiyse, evvelâ o fikrin ahlâkının iktidarının tesis edilmesidir.

Söz konusu olan ister cumhurbaşkanlığı sistemi olsun ister başka bir sistem, en nihayetinde bunlar şablondur; ve şablonlara değerini veren içinde barındırdığı muhtevadır. Ki burada Cumhurbaşkanlığı sisteminden bahsedildiğine göre bahse konu olan muhteva insan ve onun haiz olduğu keyfiyettir.

Kemalistleri örnek verelim. Kemalizm diye bir fikir ve ahlâk yok; fakat onlar, kendi menfaatlerini merkeze almak kaydıyla Batı taklitçiliğinden elde ettikleri piç bir fikir ve ahlâkla, son 20 senedir hükümette Ak Parti olmasına rağmen iktidardaki hâkim konumlarını muhafaza etmesini bilmiş, eğitimden yargıya kadar bürokrasinin bütün kademelerinde çarklarını döndürmeyi sürdürmüşlerdir. Bugün hâlen onların eğitim sistemi içinde onların müfredatı okutulur, mahkemelerden onlara uygun kararlar çıkar, ekonomiyi meydana getiren bileşenlerin hepsi onlara hizmet eder ve saire…

Bu kötü örneğin başarısına bakarak bile, ruh köklerimizin bağlı olduğu kaynaktan beslenen hakiki bir fikir ve ahlâkın iktidarının tesis edilmesinden sonra ne çapta bir hâkimiyetin vesilesi olacağını görmemek için herhâlde vicdansız olmak gerekir.

***

Cumhurbaşkanlığı sisteminin layıkıyla ve liyakatle işletilebilmesi için sistemin yapısına göre yetki ve görev dağılımının yeniden yapılması ve bununla beraber işin ehline verilerek Cumhurbaşkanının omzuna binen yükün dağıtılması şarttır. Tabiî bununla eş zamanlı olarak, fikrin iktidarını tesis edebilmek için evvelâ ahlâkın iktidarını tesis etmek gerekir ki, cumhurbaşkanlığı sisteminin müesseseleşme süreci de böylelikle beklenen fikrin iktidarının tesis edilmesine vesile teşkil edebilsin.

Baran Dergisi 725.Sayı