Dünya, her zaman olduğu gibi süratle değişip dönüşüyor. Kabul edilmiş izafî değerler manzumesi, meydana getirdiği maddî zenginliğin aksine, doğurduğu ruhî sefâlet hasebiyle tıpkı tarihteki örnekleri gibi insanoğlunun gündeminde her geçen gün solup giderken, açılan sahada taptaze “mutlak” değerler manzumesi arayışı yeşeriyor ve genişliyor.
***
Bugünün dünyasında ferd, cemiyet ve milletlerarası münasebetler, herhangi bir esasa müteallik olmayan usullere, yani teamüllere dayanıyor. Bu teamüller bir yere kadar işlese de, bunların “neden” ve “ne için”ine dair bir sorgulamaya gidildiği andan itibaren işler karışıyor. Meselâ Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Domuzlar Diktatoryası” diye formüle ettiği ve son yıllarda Cumhurbaşkanı Receb Tayyip Erdoğan tarafından “Dünya beşten büyüktür” çıkışına vesile teşkil eden sorgulamayı ele alalım. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, dünya çapında kabul edilmiş, yani global anlamda meşruiyeti olan herhangi bir ahlâkî esasa müteallik değil. Bu sebeble de varlığı, henüz sorgulanmamış olmasına bağlı ve güce dayanan bir teamülden ibaret. Teamül bahsini özelden genele taşıyacak olursak; Amerika Birleşik Devletleri’nin Soğuk Savaş döneminde birçok ülke ile komünizm tehdidine karşı kurmuş olduğu münasebet, ifâdemizden de anlaşılacağı üzere komünizm ve Sovyet işgâline karşı olma esasına müteallik teamüller doğurmuştu. Aradan geçen zaman zarfında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması ve komünizm tehdidinin de ortadan kalkmasıyla beraber, karşılıklı olarak geliştirilen teamüllerin esası da ortadan kalkmış oldu. Alışkanlıkların bir anda değiştirilmesi kolay olmadığından belli bir süre aynı teamüller üzerinden münasebetler sürdürülmüşse de, bir müddet sonra tabiî olarak bu vaziyet sorgulanmaya başlandı. Üstad Necib Fazıl’ın “Ahmak Fil” diye etiketlediği Amerika, 1990’lı yıllardaki zafer sarhoşluğundan hâlen ayılamadığından mı, yoksa gün be gün yenilenen şartları okuyacak adamları eskiden olduğu gibi yetiştiremediğinden mi bilinmez, zamanın dışına düştü. Teamülleri belirleyen esasın ortadan kalktığını bir türlü idrak edemediği gibi, global plandaki hakimiyetini sürdürmek adına yeni esaslar ortaya koyamadı. Tıpkı eskiden son derece popüler olan bir sinema artisti yahut sahne yıldızının, aradan geçen yıllardan sonra unutulmuş olmasına hiç aldırış etmeden, berduş bir kılıkta eski itibarını beklemesi gibi hastalıklı bir ruh hâline büründü.
Tümevarım gayesinde olmayan diyalektik unsurlar, bütün varlığını dayandırdığı zıttı ortadan kalktığı andan itibaren yok olmaya mahkûmdur. Amerika, global siyaset sahnesinde, Avrupa’nın iç diyalektik unsuru olan Almanya’ya karşı giriştiği savaşla var olmuş, akabinde müttefiki olan Rusya ile bir diyalektik münasebet geliştirerek de dünya çapında bir güç hâline gelmiştir. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla beraber diyalektik münasebeti meydana getiren zıtlığın bir tarafıyla beraber, diğer tarafı da çöktü aslında.
Amerika, dün Komünizm tehdidine karşı Türkiye’de palazlandırdığı Ilımanları, S.S.C.B.’nin yıkılmasından sonra, kendisine yeni hedef olarak seçtiği Müslümanlara karşı da kullanmak istedi. Herkesin malûmu olan Büyük Ortadoğu Projesi içinde Türkiye’ye biçilen misyon son derece ehemmiyetliydi. Ne var ki Büyük Ortadoğu Projesi hedefine ulaşmadan Büyük Ortadoğu Kaosuna dönüştü. 1991’de Şehid Saddam Hüseyin’in Amerika’nın fiyakasını bozması, 2001 senesinde Amerika’nın takındığı pozların İkiz Kulelerin enkazı altında kalması, Afganistan hezimeti, 1 Mart Tezkere krizi ve ardından histeri bunalımı içinde ne yapacağını şaşıran Amerika Birleşik Devletleri... Bu yıllar, esasa müteallik olmayan teamüllerin karşı tarafça reddedildiği andan itibaren hiçbir hükmünün kalmadığıyla Amerika’nın yüzleşmeye başladığı seneler oldu.
11 Eylül’den sonra George Bush’un yapmış olduğu “Haçlı Seferi” açıklaması, hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Bu açıklamayla beraber Amerika, diyalektik münasebette Komünizmden sonra zıddı olarak İslâm ve Müslümanları ilân etmiş oldu. Ne var ki bunu yaparken esası ortadan kalkmış eski teamüllerin de işlemesini beklemek gibi bir gaflete kapıldı. Hani demiştik ya esası ortadan kalkmış teamüller sorgulanana kadar işlevini sürdürür diye; işte Bush’un yapmış olduğu bu açıklama, Müslümanların içinde bulundukları münasebetleri de sorgulamalarının vesilesi oldu. Onun bu açıklaması hafızamızda ne kadar tazeyse, bin senedir bu topraklara aynı sebebden ötürü gelen Haçlılara ne yaptığımızda, hatıralarımızda aynı derecede canlıydı.
Amerika’nın yeni düşman tarifi ve düşman diye tanımladığı Müslümanların içinde bulundukları vaziyeti sorgulamaya başlaması müesses nizamı da çözdü. Bugün her ne kadar kağıt üzerinde geçerliliğini koruyan fakat pratikte hükmünü yitirmiş milletlerarası müesseseler ve hukuk biz düzen varmış imajı çiziyorsa da, aslında global planda hâkim olanın düzensizlik olduğu aşikâr.
***
Bu sorgulamanın Türkiye’deki yansımalarına bakacak olursak... Yakın zamana kadar sıradan bir Amerikan vatandaşına trafik cezası bile kesemezdik. Cumhuriyet tarihi boyunca mağlubiyet kompleksi ve az gelişmişlik duygusu içine mahkûm edilerek hep çevrede tutulmuş milletimiz, ilk defa, kendine doğru diye dayatılan yanlışların açmazından, yersiz korkuların ezikliğinden kurtulup, darbelere, darbenin planlayıcısı güçlere direniyor, bu uğurda ölüyor ve irade benim diyorsa; ezikliğini yenmiş, mağlubiyet kompleksini tarihin çöplüğüne atmış demektir. Bu ülke, artık vurgun yemiş üçüncü dünya ülkesi değildir. Senelerdir “neden” ve “niçin” demeden kendisine ezber ettirilen, yabancı teamüllere uymak gibi bir zorunluluğu da yoktur.
Milletimiz, artık üzerine giydirilen deli gömleğini yırtarak yeni bir düzen kuruyor ve bunu başaracak gücü, birikimi ve morali de var. Milletimiz, ferasetiyle kendisine kurulan tüm tuzakları görüyor ve bunları birer birer bozuyor. Dolayısıyla kapitalist modernist sistemi ayakta tutan işgal-sömürgecilik ve bunlara bağlı bir mülkiyet anlayışının şekillendirdiği şiddet tehdidinin ve tekelinin üzerinden kuru bir mantıkla atlayarak, “demokrasi güzellemeleri” yapmak sadece ahmaklıktır. Zaten demokrasi, kapitalizm, modernizm ve globalizm de, eski dünyadan kalma esası meçhul teamüllerden ibaret değil mi?
Bugün Türkiye ile Amerika arasında cereyan eden hadiselere de bu gözle bakmak lâzım. Amerika çağın dışına düştüğü için Türkiye’ye hâlen eski teamüller geçerliymiş gibi davranıyor ve bunun karşısında da kayıtsız şartsız bir itaat bekliyor. Oysa ki ne Türkiye eski Türkiye, ne A.B.D. eski A.B.D. ve ne de dünya eski dünya. Amerika’nın FETÖ ile PKK-PYD’ye vermiş olduğu kayıtsız şartsız desteğe bu perspektiften bakarsak, vaziyeti daha rahat kavrayabiliriz.
Münasebetlerin değil, münasebet şekillerinin altüst olduğu bir dönemdeyiz. Son vize krizini ele alalım. Türkiye’den Amerika’ya kimlerin gittiği ve Amerika’dan Türkiye’ye kimlerin geldiği belli. Hâl böyle iken ayağına kurşun sıkar cinsten verilen böylesi bir karar bile, Amerika’nın ne kadar da içler acısı bir kafa tarafından sevk ve idare edildiğini anlamak için yeter. Hele ki bu karara gösterilen gerekçe ise kararın kendisinden beter. Kendi personeli olarak kayıtlı olmayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının, Türkiye tarafından tutuklanması gerekçe gösterilerek alınmış bir karar bu. Bir de bu kararı yayımlayan Amerika’nın Türkiye Başkonsolosu John Bass, kurduğu cümle içinde “masumiyet karinesi” gibi kavramlar kullanacak kadar da alçak bir adam. “Masumiyet karinesi” ve buna benzer işinize gelen şekil ve yerde kullandığınız bütün mübhem kavramlarınızı toplayın da, gidin Guantanamo’da senelerdir işkence ettiğiniz Müslüman esirlere anlatın.
***
Bir diğer mesele de hukuk... Hani senelerdir kafamıza silah gibi dayanmış duran, içeride ve dışarıdaki güç odaklarının çıkarı istikâmetinde şekillendirilmiş hukuk. Türkiye, bugün o silahı karşı tarafın elinden almak ve bu sefer onun kafasına sıkmak zorunda. Bunun yolu da bilhassa 15 Temmuz gecesi zafer kazanacağından hiçbir şüphesi olmadığı için suç üstü yakalanan Amerika’ya karşı iç ve milletlerarası hukukun son haddine kadar istismar edilmesinden geçiyor. İncirlik Üssü başta olmak üzere konsoloslukların pervasız bir şekilde FETÖ ile beraber Türkiye Cumhuriyeti devleti ve milletine karşı yapmış olduğu darbe girişimindeki rolünün, zaten açık olan somut delillerle ortaya konulması ve bu soruşturmanın ivedilikle neticeye kavuşturulması son derece ehemmiyetli. Bu süreci engellemek için yapılacak olan her türlü girişimin de sahte kabadayılık olduğu bilinmeli ve tereddüt gösterilmemeli. Amerika Birleşik Devletleri’nin tam da istediği gibi yapıp, siyaset hukuktan elini çeksin ve dergimizin geçtiğimiz sene yapmış olduğu suç duyurusuna konu olan soruşturma artık başlatılsın. Nihayetinde burası bir hukuk devleti.
***                                                                       
Hasılı kelâm, esası olmayan usuller devrinin sonuna geldik ve tarihe baktığımızda, böylesi dönemlerde “Mutlak”ların konuşmaya başladığını, esasların ve bu esaslara göre tertib edilmiş usullerin yenilendiğini görürüz. Bu gibi zamanlarda, maddî servet ve kaba güç hâkimiyetin dayanak unsuru olmaktan çıkar ve senelerce bu iki unsura dayanarak ayakta duran devletler, bir bir tarihin tozlu sayfalarında yerlerini alırlar.
Bugün dünya çapında bütün aydınlar bu değişimin ayak seslerini işitiyor; fakat gelen sese aşina olmadıkları için, neyin nasıl değişeceği hakkında bir fikirleri yok ve tabiî olarak bilmedikleri şeyden de korkuyorlar.
Bir yenilik olacaksa, hele ki ruhî sefâlete çare olacak bir yenilik, bu, mutlaka ama mutlaka, solmaz pörsümez yeninin kendisine karargâh kıldığı Anadolu topraklarından fışkıracak. Birileri tarihin tozlu sayfalarında kaybolurken, başka birileri de illâki tarihi yazacak.
 
Baran Dergisi 561. Sayı